Içimizdeki canavarMerhum Mehmet Akif, Batı dünyası için “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” tabirini kullanmıştı. O zamanlar bu canavar, kalan tek dişiyle İslam âlemini parçalayıp yutmaya çalışıyordu.
O canavar hala var ve vazifesini yine yapıyor, daha doğrusu yaptırıyor. Kime mi yaptırıyor! İşte esas trajedi bu. Bunu bize yaptırıyor… Evet, kendisi dinlenmeye çekilmiş ve bizi parçalama görevini içimizdeki canavarlar vasıtasıyla bize yaptırıyor. Öyle sayısız sivri dişli görev ehli canavarlar yetişmiş ki içimizden, tek dişi kalmış canavar yanlarında zavallı bir kuzu gibi kalıyor.
İşte böyle işbirlikçi dâhili canavar tiplemesi, canavarlık makamının gelebileceği en yüksek seviyedir.
Düşman arıyorsak, öfke ve nefret beslemek istiyorsak, buğz edecek birilerini arıyorsak uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Biz bize yetiyoruz. Ne acıdır ki; Müslümanlar katledilirken, katledilenlerin katilleri de Müslüman. Müslümanın kavga ettiği, nefret ettiği, mücadele ettiği yine bir başka Müslüman. Cihada gidiyorum diyerek öldürdüğü de Müslüman. Öldüren mücahit, ölen de şehit olduğunu söylüyor. Ya Rabbim! Aklımıza mukayyet ol diyesi geliyor insanın. Biz böyle olduktan sonra karşımızdaki ister tek dişli, ister kalan tek dişi de düşmüş dişsiz canavar olsun, hiçbir ehemmiyeti yok.
Her gün Suriye'de Esed denen canavar ve canavar yardımcıları tarafından zalimce katledilen, yaralanan, aç ve susuz bırakılan, zindanlara atılan, canice işkencelere maruz kalan, evlerini ve yurtlarını terk ederek mülteci kamplarında açlıktan ölme pahasına sefalet içerisinde yaşayan masum insanlar Var. Bunlar, belki gören ama bakamayan medeniyet ve demokrasi yalancılarını harekete geçirmemiş olsa da, bizim vicdanlarımızın değil ayağa kalmak, arşa tırmanması gerekmiyor mu?
Suriye'de, Mısır'da v.s zulümlerin başrollerini dâhili canavarlar Esed, Sisi ve saz arkadaşları oynasa da, filmin yönetmenliğini de bizim meşhur tek dişli canavar yapıyor.
Suçlu sadece dâhili canavarların mı? Tabi ki değil. Bir gül bahçesinin içinde zararlı otlar ve kaktüsler yeşermeye başlamışsa, buna mahal verecek ortam vardır ki bu olay vuku bulmuştur. Bu bahçenin bakımının ve gözetiminin yapılmadığı, ihmal edildiği ve yabancı istilalara terk edildiği anlaşılır. Böylece yanı başında düşman yetişen güller, dikenler tarafından kurutulur ve tahrip edilir. İşte bizler açısından çağımızın en büyük ve can alıcı problemimiz bu.
İlmi yitirmiş, manayı yitirmiş, edebi yitirmiş, ölçüyü kaçırmış ve dolayısıyla cehalete, fitneye, kırıcılığa, kalbi ve beyni mideye indirmeye meydan veren içi boşaltılmış bir medeniyet, Allah'ın omuzlarımıza yüklediği o büyük emaneti nasıl taşıyabilir! En acımasız ve merhametsiz düşmanı bizzat kendi elleriyle kendi içinden üreterek kendi üzerine salan bir topluluğun artık düşman aramasına veya harici düşman tehlikesinden korkmasına gerek var mıdır?
Evvela sağlam bir zihni alt yapı ve sağlam bir kalbi alt yapı lazım. Bu ikisinin birlikteliğinden sağlam bir mü'min kimliği zuhur eder. Her türlü donanıma sahip olup bunları bir ölçü içerisinde yerli yerinde kullanmak lazım. İnsan sığ sularda kulaç atınca okyanusun derinliklerinden haberi olmaz. Kulaç atmayı bilmeden okyanusa dalarsa boğulur.
İlmi ve kalbi donanımıyla en sağlam zırhı kuşanmış neferleri yollarından alıkoyacak bir fitne ve tefrika ateşi bulunmaz. Temiz kaynaktan su içenin damarlarında kirli kan dolaşmaz. Temiz havadan soluyan birinin beyninde kirli fikir dolaşmaz. Terbiye tezkiye edilmiş bir kalbin sevdiği şey kirli olamaz.
Temizliğe ve arınmaya böyle en temelden başlamak suretiyle tam bir sabır örneği göstererek mesafe alabilirsek, bu ufkun çözemeyeceği hiçbir problem, varamayacağı hiçbir menzil olmaz. En güzel şekilde bakımı yapılan bu temiz gül bahçesinde ne bir zararlı ot, ne bir diken yetişme ortamı bulur.
Zalim değil alim, düşman değil dost, nefret değil sevgi, madde değil mana üretebilen bir topluluk, emaneti taşımayı hak eden bir topluluktur.
Bu büyük emanetin fedakâr ve cefakâr omuzlarda yükseldiği zamanları ile şimdiki zaman arasındaki uçurumlar yüzümüze bir tokat gibi çalıyor. Yüzlerce Allah dostu ve gönül sultanı ile aramıza giren derin mesafeler beynimizi ve kalbimizi tokatlıyor adeta.
Derede akan berrak sular zamanla kirlenmişse, suyun kirlenmiş olması kaynağın temizliğine bir halel getirmez. Kirleten bizleriz. Kirli olan bizleriz. O halde asıl kaynağımızla yeniden ve en nezih şekilde buluşmak zorundayız. Su kaynaktan ne kadar uzaklaşırsa, o kadar kirlenmiş olur.
Şimdi de bütün varlığımızla, bütün benliğimizle var olma, diri olma, bir olma zamanı, kısacası kaynağa yoluculuk zamanı. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 02 Ocak 2024 Gazze'den Yankılananlar18 Eylül 2022 Fay Hatları Arasında Yürüyüş!14 Mayıs 2022 Kimlik Sorunumuz18 Mart 2022 O Kuşak Kim?
|