Bilimin gelişimine İslam mı, Müslümanlar mı engel oldu?İslam âleminin ilk 500 yılı İslam dünyasının altın çağı olarak bilinir. Bu dönemde, batı karanlık dönemi yaşarken, İslam coğrafyasının, bilgi birikimi, bilimsel ilerleme, teknolojik buluş ve icatlar bakımından batının çok ilerisinde olduğu bilinmektedir. Ayrıca İslam'ın altın çağı sadece kendi dönem ve bölgesini etkilemekle kalmamış aynı zamanda batı medeniyet ve gelişiminde de ön ayak olmuştur. Bu dönemde İslam medeniyetinin gelişimi, bilimde, felsefede ve ekonomide akılcılık, yorum ve içtihat, özgürlük, çok kültürlülük anlayışı ile sağlanmıştır. Ancak bu dönem sonunda her alanda olduğu gibi bilimde de bir durağanlık ve gerileme başlamıştır. Moğol istilası ve Haçlı Seferlerinin İslam dünyasındaki bilimsel gelişmeleri engellemesi dışında bilim merkezlerindeki eğitim sistemi ve İslam dünyasında fen ve felsefeye bakışını bu yazımızda ele almaya çalışacağız. İslam Dünyasında Bilimlerin Sınıflandırılmasıİslâm dünyasında yapılan sınıflandırmada ilimler Nakli (tefsir, kelam, hadis, fıkıh ilmi gibi) ve akli (matematik, astronomi, kimya, tabiat bilimleri, tarih, coğrafya vb.) olmak üzere genelde iki kısma ayrılır. Nakli ilimler olarak adlandırılan temel İslam bilimleri, Kur'an ve Sünnet 'ten kaynaklanan ilimlerdir. Ancak bu dönem âlimleri ispatta akıl ve mantığa dayanmayı da caiz gördükleri için nakli ilim tanımı yetersiz kalabilir. En çok akıl unsurunu kullanan kelam ilminin de bu ilimler arsında yer alması nakli ilim ifadesinin tüm İslami ilimleri kapsamasında yeterli olmadığı düşünülebilir. İslam'ın altın çağında akli ilimlere verilen önem neticesinde tıp, matematik, astronomi, optik, fizik, mühendislik, coğrafya, kimya ve biyolojik bilimlerde dünyaya yön veren ilim adamları yetişmiş ve eserleri daha sonra tercüme edilerek Avrupa medeniyetinin gelişmesine zemin hazırlamıştır. İslam Âlimlerinin Anlayış Tarzından Dolayı Bilim Gerilediİslam Dünyasında bilim kurumları medreselerdi. Bu eğitim kurumlarında İslam'ın ilk döneminde tüm ilimler okutulurdu ve Dünya'ya yön veren ilim insanları, filozoflar bu kurumlarda yetişirdi. Ancak, 13. Asırdan sonra medrese eğitim sisteminde meydana gelen değişikliklerle bu kurumlarda İslam âlemi ve batıya etki eden ilim erbabının yetişmesi bazı istisnalar haricinde artık mümkün olmamaya başladı. Dönemin Üniversiteleri mahiyetindeki medreselerin bu çöküşünü hazırlayan en önemli sebeplerin başında fen bilimlerinin okutulmasının ihmal edilmesi ve bu alanda çağdaş gelişmenin çok gerisine düşülmüş olmasıdır. Aslında medreselerde fen bilimlerinin okutulmasının önüne geçilmesinin ötesinde birçok medrese hocası fen bilimlerine adeta savaş açmış ve bu ilimle ilgilenenleri adeta tekfirle suçlamaya başlamıştır. Bu dönemde suçlanan bazı âlimlerle ilgili örnekler aşağıda verilmiştir: Osmanlının en önemli matematikçisi Molla Lütfi Efendi zındıklıkla suçlanarak idam edilmişti. Takiyüddin Mehmed Mısrî Efendi'nin rasathanesi gaipten bilgi ve haberler veriyor diye yıktırılmıştır. İbrahim Hakkı ‘Marifetnamede' yıldızlar, gezegenler hakkında verdiği bilgilerden dolayı zındık ilan edilmekten son anda verdiği ifadeden dolayı kurtulabilmişti. Sultan II. Mahmut İptidaî mektepler açıp eğitimde yenileşmeyi başlattığı ve buna benzer başka sebeplerden dolayı ‘Gâvur Padişah' olarak anılmaya başlanmıştır. Darülfünun Müdürü Hoca Tahsin Efendi'nin canlıların havasız ortamda yaşayamayacağını deneylerle sınıfta göstermesi zındık ilan edilmesine sebep olmuştu. Kâtip Çelebi, bu dersler felsefiyattır diyerek kelam ilminin meşhur eserlerinden Haşiye-i Tecrîd ve Şerh-i Mevâkıf derslerinin medrese müfredatından kaldırıldığını belirtmektedir. Asrımızda, Nobel ödülünü alan ilk Müslüman Pakistanlı Muhammed Abdusselam Pakistan'ın nükleer silah geliştirmesini sağlayan bilim adamı olmasına rağmen Medreselerin tepki be baskısına maruz kalmış ve ülkesini terk etmiştir. Bu liste daha çok uzatılabilir. İslam tarihinde fikirleri sebebiyle katledilen çok sayıda insan olmuştur, bu durumu tarif etmek için kullanılan “Müslümanların Engizisyonu” şeklinde ifadelere katılmak mümkün olmamakla beraber kendimizle, geçmişimizle, tarihimizle yüzleşmek adına öz eleştiri yaparak yapılan hatalardan ders almak gerekir. Medreseler muasır ilmi yakalayamadıMedreseler zamanla nakli ilimle, içinde de ağırlıklı olarak sadece Arapça öğreten bölümler haline dönüşmeye başlamıştır. Eğitimde standart ve birbiriyle homojen bir yapı olmadığından tamamen medreselerdeki hocaların inisiyatifinde bir eğitim verilmiştir. Cevdet Paşa'nın konu ile ilgili belirttiği şu ifade manidardır;
Bu dönemde medreselilerin ilmi yetkinlikten mahrum kişi yetiştirmesi hakkında yapılan şu eleştiriye de hak vermemek mümkün değildir;
Belağatı bilememe, ezbercilik, nakilcilik, lafızperstlik, kafiyeperestlik, asrın gereğini kavrayamama ve tam bir yoğunlaşmanın olmaması sebebiyle medreseler fonksiyonlarını icra edemediler. Medresedeki eğitim sisteminde görülen bu çöküşün yanında zamanımızdaki öğretim elemanları gibi Müderrislerin bir kısmı görevini savsaklamaya, ya da hiç görev yapmamaya başlamışlardı. Hatta aylarca, bazen yıllarca medresesine uğramayan müderrislerin olduğuna yönelik kaynaklar mevcuttur. Ahmet Hamdi Akseki bu durumu şu veciz sözle özetlemektedir; “İslâm maarifi şirazesinden çıkarak bir daha tarik-i salime girememiştir" Medrese eğitim sistemi sadece tek tip insan yetiştirmekteydi, ihtisas şubeleri yoktu. Bu nedenle talebeler fıtrî yeteneklerine uygun gelişme göstermiyorlardı. Arapça ve buna bağlı temel ilimlerden oluşan alet dersleri asıl derslerin yerine geçmişti. Bu kurumlarda eğitim gören talebeler bunların ötesine geçememekte, ömrü ibare çözmekle tükenmekteydi. Medreseler nezdinde akli ilim erbabı bilim adamı olarak kabul görmezdiİslam bilim geleneğinde, ‘alim' yahut ‘bilim adamı' sıfatlarının kullanımında bir ayrışma yoktur. Örneğin ilk kelamcılar, aynı zamanda ilk fizikçilerdi. İslam filozofları aynı zamanda tıpçı, yahut matematikçi idi. Bunun örneklerini Kelamcı olarak bilinen Cahız ve Nazzam'da, filozof olarak bilinen İbn Sina, Zekeriya er-Razi ve İbn Nefis'te görmek mümkündür. Ancak Temel İslami Bilimlerle ilgilenen medrese hocaları, akli ilimlerle ilgilenenleri alim olarak kabul etmemeye başladılar. Özellikle 16. yüzyıldan sonra ‘âlim kime denir?' gibi sathi tartışmalar yeniden gündeme gelmiş; hadis, fıkıh, tefsir, Arapça gibi dallarda yetişenlere âlim denmiş; Tıp, Fizik, Kimya, Astronomi, Biyoloji gibi alanlara yetişenlere âlim denmeyeceği belirtilmiştir. Medreseler ile Tekkeler Arasında Ciddi Ayrışmalar olduFatih döneminden sonra, aklî ilimleri (matematik, felsefe gibi) okumanın câiz olup olmadığı tartışmalarıyla gündemi işgal eden Kadızâdelilerle Sivasîzâdeler arasındaki çekişmeler medrese ve tekke mensupları arasındaki ayrışmayı körüklemiş ve huzursuzluk ayyuka çıkmış, birbirlerini tekfir ve zındıklıkla suçlayarak idamlarına sebep olacak kadar ileri gitmişlerdir. Bu durum medreselerde eğitimi özellikle akli ilimlerin eğitimini durdurma noktasına getirmiştir. Oysa bu dönemde Avrupa'da Skolastik düşünce yıkıldı. Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı, özellikle astronomi ve fizik alanında yapılan araştırmalar ve geliştirilen kuramlar sonucunda bilimde çok büyük bir atılım gerçekleştirilmiş ve bilim, diğer düşünsel etkinlikleri yönlendiren bir konuma yükselmişti. Bu nedenle Batı için bu çağ, bilim tarihçileri tarafından bilimsel devrimler çağı olarak adlandırılmıştır. Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Dünyası öncülük yaparken, modern bilimin geliştirilmesi ile Batı dünyası İslam ülkelerinin önüne geçti ve bir daha bu öncülüğünün İslam dünyasına kaptırmadı. Batı İslam Filozoflarından Yararlanırken İslam Dünyası Aynı Filozofları Tekfirle SuçluyorduBatı Dünyası, İslam'ın Altın Çağındaki Alim ve Filozoflarının akli ilimlerle ilgili eserlerini rehber edinerek modern ilim, teknoloji ve sanayi devrimini başlatırken, İslam Dünyası aynı filozof ve bilim insanlarını tekfirle suçluyordu. Oysa fen bilimleri kainattaki tekvini kanunları ve bunların nasıl işlediğini inceler. Yani Yaratıcının koyduğu kuralları ve işleyişini inceler ki dinin bu ilimlere karşı olması mümkün olmadığı gibi bu ilimleri teşvik edici birçok ayet ve hadis de bulunmaktadır. Şu hususun göz ardı edilmemesi gerektiğine inanırım. Yüzyıllar önce yaşamış büyük alim ve filozofların bazı ilimlerdeki bilgilerinin bugünün lise seviyesinde olduğu, yaptıkları yorumların da o dönem mevcut ilmi verilerle gerçekleştiği bu nedenle bugün önemsemediğimiz ve hatta karşı çıktığımız yorumlarının o dönemin şartlarına bağlanması gerektiği kanaatindeyim. Ayrıca o dönemlerin siyasal koşullarının getirdiği baskıyı da unutmamak gerekir. Mesela Gazâlî'nin, matematiği gerekli ve yararlı görmesine rağmen, bu ilimde fazla ileri gidilmemesi gerektiğini ifade etmiş olması bugün için matematiğin bütün akli ilimlerin temeli olduğunu veya her türlü teknolojik ve elektronik gelişmenin matematiksel modellemelerle gerçekleşebildiğini bilmemesinden kaynaklanabilir. Ancak var olan şu gerçeği de göz ardı etmemek gerekir, İslam'ın Altın Çağından sonra İslam Dünyasındaki ilmi gerilemelerin en önemli sebeplerinden biri medrese eğitiminin yozlaşması ve bu dönem alimlerinin bir kısmının akli ilimlerle iştigal etme konusundaki menfi tutumlarıdır. Medreseler yüzyıllar boyunca kendini yenileyemedi, hatta geriledi ve bilgi üretemediler. Yaptıkları önceden yazılmış kitaplar şerh etmek, hatta şerhin şerhini yapmak; oysa dünya hızlı bir şekilde değişmekte, teknoloji ve sanayinin temeli olan pozitif bilimler batı dünyasında aydınlatma dönemini başlatırken İslam aleminde bu bilimlerin medreselerde okutulmasının önüne geçildi. İslami bilimler inanç, ibadet ve ahlak esaslarını Kur'an ve sünnet olmak üzere, dinin ana kaynaklarını esas alarak, tecrübe, gelenek ve modern araştırmalarla eğitim-öğretim vermeye çalışmaktadır. Peki tüm İslami ilim alimleri bir araya gelse günümüz teknolojisine bir katkı sağlayacak üretim yapabilir mi? Elbette hayır; o nedenle Üniversiteler başta olmak üzere tüm bilim kurumlarının Dünya'daki ilim ve akıllı teknolojiyi geliştirme deneyimlerini rehber edinecek şekilde yönetilmeleri ve finanse edilmeleri gerekmektedir.
Bediüzzaman ilmin yaşlandıkça artığını, halbuki kuvvetin ihtiyarladıkça gerileyip azaldığını, bu sebeple kuvvete dayanan Orta Çağ devletlerinin yıkılmaya mahkûm olduğunu, ilme dayanan muasır hükümlerin ise Hızırvari (ölümsüz) bir ömre mazhar olduklarını belirtir. Sonraki yazımızda Kur'an ve Sünnet Işığında modern ilimleri değerlendireceğiz….
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 28 Mayıs 2024 Bilim dine karşı mı? - II15 Mayıs 2024 Bilim dine karşı mı? -108 Mart 2024 Bankamatik memurluğu marifet mi? -221 Şubat 2024 Bankamatik memurluğu marifet mi?
|