Kur'an'ı Yorumlamada Fen Bilimlerinin ÖnemiAllah'ın kâinatın nizam ve düzeni için koyduğu tekvini kanunlar fen bilimleri ile açıklanabilir. Kur'an'ın bilimsel konulara işaret eden ayetlerini modern bilimle yorumlamak, iman ile aklı uzlaştırmaya yardımcı olur. Akıl, ilim ve fennin hükmettiği günümüzde hala müspet ilimlere değil de hurafe ve hikâyelere müracaat edenlerin aslında gençliğimizi dinden uzaklaştırdığını hüzünle görmekteyiz. Bu yazımızda Kamer suresi 49. Ayetin pozitif ilmi bilgilerle yorumlanmasında Kur'an'ın bazı ayetlerini daha derin ve kapsamlı bir şekilde anlamamıza nasıl yardımcı olduğunu gösteren ilmi açıklamalara vurgu yapılacaktır. Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık (Kamer 49). Bu ayetin fen bilimleri ışığında yorumu yapıldığında aslında fen bilimlerinin Kâinatın yaratılış ve düzeninin ne kadar mükemmel olduğunu anlatmada adeta Kuran'ın Kâinat kitabını okuması olarak görülecektir. Kuran kâinattaki düzenin, ilahi hikmet ve kudretin bir yansıması olduğunu savunur ve kâinatın yaratılışının mutlak olan Allah'ın iradesi ile kolay olduğunu belirtir. Bu ayetin ifade ettiği ölçü ve dengeyi anlamak için kâinatın ilk yaratılışı olarak ifade edilen ve bilim insanlarının da kabul ettiği, gözlemlerle desteklenmiş ve pek çok kanıtla doğrulanmış Big Bang teorisine kısa bir göz atmakta yarar vardır. İlim insanları evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce inanılmaz derecede yoğun ve sıcak bir noktadan Big Bang denilen Büyük Patlama ile genişleyerek oluştuğunu kabul etmektedir. Büyük Patlamanın ardından evrenin bugünkü halini alabilmesi için fiziksel yasaların ve sabitlerin son derece hassas bir şekilde ayarlanmış olması gerekmektedir. Bu hassas dengeler olmasaydı, ne yıldızlar, ne gezegenler ne de hayat var olabilirdi Fen bilimleri açısından bakıldığında, Kâinatın var olması ile ilgili Büyük Patlama sırasında ve sonrasında olağanüstü bir ölçü ve denge bulunduğunu bilim insanları tarafından tespit edilmiştir. Bu ölçü ve dengeler, Kur'an'ın her şeyin belirli bir ölçüyle yaratıldığına dair ifadeleriyle paralellik göstermektedir. Kâinatın yaratılması esnasında görülen bu ince ve hassas ölçüleri şöyle özetlemek mümkündür: Büyük Patlama esnasında Kâinatın iki kuvvet yani genişleme kuvveti” ile “çekim kuvveti” arasında hassas bir denge ile oluştuğu bilinmektedir. Genişleme kuvveti Evrenin genişlemesine neden olurken, Evrensel Çekim Kuvveti ise bu genişlemenin tersine bir güçle Kâinattaki tüm cisimlerin birbirini çekmesine neden olmaktadır. Kâinatta genişleme kuvveti ve çekim kuvveti arasında hassas bir denge vardır. Eğer çekim kuvveti daha güçlü olsaydı, Kâinat çok erken çökerdi; eğer genişleme kuvveti çok güçlü olsaydı, galaksiler ve yıldızlar hiç oluşmazdı. Bu iki kuvvet arasındaki denge, evrenin bugünkü halini almasını sağlamıştır. İngiliz fizikçi Paul Davies genişleme hızındaki hassasiyetin 10⁶⁰'ta bir gibi olağanüstü bir doğrulukla ayarlandığını belirtmiştir. Yani, Büyük Patlama'daki genişleme hızı, katrilyon kere katrilyon kere katrilyon kere katrilyonda bir gibi aşırı küçük bir oranla bile farklı olsaydı, evren bugünkü şeklini alamazdı. Eğer genişleme biraz daha hızlı olsaydı, galaksiler, yıldızlar ve gezegenler oluşamadan madde dağılırdı. Eğer biraz daha yavaş olsaydı, evren kendi içine çöker ve bir kara delik hâline gelirdi. Stephen Hawking de evrenin genişleme hızındaki bu ince ayarın, rastgele olamayacak kadar hassas olduğunu vurgulamıştır. Kâinatın ilk oluşumunda başka bir ince hassasiyet de bir elektron ve bir protonun toplam kütlesinin birbirine oldukça yakın olmasıdır. Şayet elektron ve protonun kütlelerinin toplamı normal olarak bir nötronun kütlesinden biraz daha az olmak yerine, birazcık daha fazla olsaydı, netice felâket olurdu. Kâinatta her yerde, bütün hidrojen atomları nötron ve nötrinolar oluşturmak üzere ayrışıvereceklerdi. Nükleer yakıtı kalmayan Güneş büzülüp yok olacaktı. Proton, nötrondan yaklaşık %0,1 daha hafiftir. Eğer proton biraz daha ağır olsaydı, nötrona dönüşerek kararlı bir hidrojen atomu oluşamazdı. Hidrojen evrenin temel yapı taşıdır, dolayısıyla su, karbon ve canlılık mümkün olmazdı. Atom çekirdeğini bir arada tutan güçlü nükleer kuvvet biraz daha zayıf olsaydı, protonlar ve nötronlar bağlanamaz, atomlar oluşamazdı. Daha güçlü olsaydı, sadece ağır elementler oluşur ve hidrojen gibi hafif elementler var olamazdı. Bu da yıldızların enerji üretmesini engellerdi. Karbon, canlılığın temel taşıdır ve yıldızların içindeki nükleosentez süreci sayesinde oluşur. Ünlü fizikçi Fred Hoyle, karbonun oluşması için enerji seviyelerinin tam doğru değerde olması gerektiğini keşfetmiştir. Eğer bu enerji seviyeleri biraz farklı olsaydı, karbon oluşmaz ve dolayısıyla yaşam mümkün olmazdı. Evrenin büyük kısmı bilinmeyen karanlık madde ve karanlık enerjiden oluşmaktadır. Karanlık enerji biraz daha güçlü olsaydı, galaksiler birbirinden hızla ayrılır ve madde bir araya gelemezdi. Daha zayıf olsaydı, genişleme durur ve evren çökerdi. Büyük Patlama sırasında teorik olarak eşit miktarda madde ve anti madde oluşmuş olması gerekir. Ancak madde ve anti madde bir araya geldiğinde birbirini yok ederek saf enerjiye dönüşür. Eğer Kainatki madde ve anti madde tamamen eşit miktarda oluşmuş olsaydı, tüm parçacıklar birbirini yok ederdi ve geriye hiçbir madde kalmazdı. Ancak Kâinat gözlemlediğimiz gibi madde, anti maddeye kıyasla çok küçük bir fazlalığa sahiptir. Bu fazlalık, evrenin var olmasını sağladı. Sonuç olarak Büyük Patlama'dan itibaren fiziksel yasalar ve sabitler, inanılmaz bir hassasiyetle ayarlanmıştır. Bu tür ince ayarlar, fizikçiler arasında "İnce Ayar Argümanı" olarak bilinir ve bazılarına göre evrenin rastgele değil, belirli bir düzen içinde yaratıldığına işaret eder. Ayette bahsedilen "ölçü ve denge", evrenin genişleme hızı, fizik yasalarının sabitleri ve temel parçacıkların oranları gibi Big Bang'in ince ayarlanmış dengeleriyle birebir örtüşmektedir. Big Bang sonrası ilk üç dakika içinde hidrojen, helyum ve lityum gibi hafif elementler belirli bir oranla oluştu. Eğer bu oran farklı olsaydı, yıldızların nükleer füzyonu değişirdi ve bugünkü evrenin kimyasal yapısı bambaşka olurdu. Ayetin vurguladığı ölçü ve denge, Kainatki elementlerin hassas oranları ile bağdaştırılmaktadır. Dünya'nın Güneş'e olan uzaklığı, atmosferin kimyasal bileşimi ve su döngüsü gibi unsurlar, yaşam için özel bir denge içinde var olmuştur. Karbon temelli yaşam, yıldızların süpernova patlamaları sonucu uzaya saçılan ağır elementler sayesinde mümkün olmuştur. Eğer Big Bang ve yıldızların yaşam döngüsü farklı olsaydı, yaşam için gerekli elementler oluşmazdı. "Her şeyi bir ölçü ve dengede yarattık" ifadesi, evrenin yaşama uygun olacak şekilde tasarlanmış olabileceğini düşündüren bilimsel gerçeklerle örtüşmektedir. Kütle çekimi, elektromanyetizma, nükleer kuvvetler gibi temel fizik yasaları değişmezdir. Eğer bu yasalar biraz bile farklı olsaydı, ne atomlar ne de galaksiler var olamazdı. Ayetteki "ölçü" kavramı, evrenin değişmez fizik yasalarının belirli bir düzen içinde yaratılması ile paralellik göstermektedir. Big Bang Teorisi ve modern bilim, evrenin belirli bir düzen ve denge içinde yaratıldığını gösteriyor. Kamer 49 ayetindeki "ölçü ve denge" vurgusu, evrenin varlığını sürdürmesini sağlayan hassas fiziksel ve kozmolojik ayarlamalarla birebir örtüşüyor. Bu, bilim ile dini metinler arasında bir çelişki değil, aksine bir paralellik olabileceğini düşündüren önemli bir noktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi, Kur'an, Allah'ın her şeyi belirli bir ölçü ve dengeyle yarattığını bildirmektedir. Bilim insanları da kâinatın yaratılışı sırasında olağanüstü bir ölçü ve dengenin var olduğunu ortaya koymuştur. Bu doğrultuda, Büyük Patlama Allah'ın varlığını gösterdiği gibi, evrenin yaratılışı sırasındaki bu hassas ölçü ve dengelerin tespiti de Kur'ân'ın bildirdiğini doğrulamaktadır. Özetle: Allah, kâinatta yarattığı düzeni, ayetleri ve hakikatleri Kur'ân ile açıklar, Kur'ân'da bildirilen hakikatler de kâinattaki gözlemlerle (fen bilimleri ile) anlaşılır ve açıklanır. Unutmamak gerekir ki kâinattaki her bir ilim, her bir fen, Allah'ın bir, bazen birden fazla ismine dayanmakta ve ona ayna olmaktadır. Bu ilimleri inkâr Allah'ın sıfat ve isimlerinin tecellisini inkâr anlamına gelmektedir. Son olarak, Kur'an'ı Kâinat kitabı ile tefsir etmek Allah'ın hikmetini anlamaya yardımcı olurken hurafelerden de uzak durmayı sağlar. Aksine, batıl inançlarla yetişen biri, bilimsel olarak kanıtlanmış gerçeklerle çelişen dini açıklamalarla karşılaştığında dinini sorgulayabilir ve ondan uzaklaşabilir. Nitekim günümüzde birçok hoca görünümlü kişi fen bilimlerine karşı olan ifadeleri ile sorgulayan ve araştıran gençlerimizin zihnindeki şüpheleri gidermenin aksine onları dine karşı kuşku duyan bireylere dönüştürmektedir. Hurafeler, dinî duyguları istismar eden sahtekârlara zemin hazırlayarak insanları yanlış inançlara yönlendirir.
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 05 Mart 2025 İslam'ı Doğru Anlamak06 Haziran 2024 Bilimin gelişimine İslam mı, Müslümanlar mı engel oldu?28 Mayıs 2024 Bilim dine karşı mı? - II15 Mayıs 2024 Bilim dine karşı mı? -1
|