Aslolan ilahi mesajı alabilmekKur'an'ın içindeki güzellikler ve doğrular bazen o hakikatleri anlatan kişilere (âlimler, müfessirler, hocalar vs.) mal edilmektedir. Halbuki bu doğruların ve güzelliklerin asıl kaynağı Kur'an'dır. Kur'an'ın kutsal kaynağı olan "mehaz" yani doğrudan Kur'an'ın kendisi, öylesine güçlü deliller içeriyor ki, insanlarda çok derin etkiler bırakabiliyor. Ne zaman ki o hakikatleri anlatan kişiler ön plana çıkartılırsa, insanlar Kur'an'a değil de anlatan kişiye odaklanırsa, o zaman Kur'an'daki o kutsal etkili güç zayıflar, hatta kaybolur. Çünkü insanlar asıl kaynağa değil, aracılara yönelmiştir. Bir hocanın, vaizin ya da âlimin anlatımı ne kadar etkileyici olursa olsun, asıl etki Kur'an'dan gelmelidir. Günümüzde insanlar hocaya hayran kalıyor, ama Kur'an'la doğrudan bağ kuramıyor. Hoca ya da anlatıcı ön plana çıktıkça, Kur'an'ın mesajı arka planda kalabiliyor. Bu durum ise kişiyi kutsallaştırma riski taşır. Oysa Kur'an herkesin anlayabileceği bir rehberdir, sadece bazı kişilerin tekelinde değildir. Birçok insan, bir konuyu bir hocadan duyunca hemen benimsiyor ama aynı şeyi doğrudan Kur'an'dan duysa aynı ilgiyi göstermiyor. Hoca/alim sadece bir aracı olmalı. Dinleyen kişi, o aracıyı aşıp asıl kaynağa, yani Kur'an'a ulaşmalı. Modern dini anlatımda özne kişi değil, mesaj olmalı. Anlatıcı, Kur'an'ın bu etkisini gizlememeli, örtmemeli. Bazen süslü anlatımlar ya da kişisel yorumlar bu doğrudan etkiyi perdeleyebilir. Maalesef günümüzde Şeyh, hoca ya da kanaat önderi bazen öyle öne çıkarılıyor ki, söyledikleri Kur'an'dan bile üstün gibi algılanıyor. Hatta bazı cemaatlerde, bir kişinin ağzından çıkan söz, hiç sorgulanmadan dini hüküm gibi kabul ediliyor. Sohbetlerde Kur'an'dan ziyade, hikâyeler, menkıbeler ya da kişisel yorumlar daha çok yer kaplıyor. Kur'an ayetleri bazen sadece "giriş" niyetine okunuyor ama asıl vurgu kişisel düşünceler üzerine kuruluyor. Kur'an'ın insan ruhuna etkisi, mucizevî yönü ve derin anlamı, onu tebliğ eden kişinin kişisel özelliklerinden kaynaklanmaz. Tıpkı üzüm tanelerinin tat ve şifasının, kuru asma çubuğundan gelmemesi gibi. Eğer biri, Kur'an'ın etkisini anlatıcı kişinin bilgisine, karizmasına, hitabetine bağlarsa, asıl kaynağı unutmuş olur. Maalesef günümüzde Kuran ve Hadis yerine kişilerin söyledikleri ön plana çıkmakta ve bazen de onların yanlış ve abartılı hikayeleri veya hurafeleri dinleyicinin zihninde İslam'ın esas kaynağı olarak kalabilmektedir. Avam tabakası bu durumda onu anlatan kişinin kendi görüş ve yorumunu Kur'an veya Hadis meali olarak algılayıp kabullenmektedir. Özellikle günümüzde teknoloji ve ilmin kat ettiği baş döndürücü gelişmeler varken, araştıran, sorgulayan, kaynak soran ve isteyen gençliğin beklentilerini karşılamaktan uzak hikâyeler, menkıbeler, hurafeler ya da kişisel yorumlar iman hakikatlerine susamışları ikna etmekten çok uzak kalmaktadır. Kur'an her dönemde insanlığa hitap eden bir kitaptır ve Kur'an'ın özü değişmez, ancak zamanın ilerlemesiyle insanlar Kur'an'ın mesajlarını yeni ilimlerle daha derin ve kapsamlı bir şekilde anlayabilirler. Bilimin ilerlemesi, Kur'an'ın mesajlarını doğrulamaktadır. Bu gerçekten hareketle, Kur'an'ın ve Peygamberimizin mesajlarının bilimle nasıl örtüştüğünü ortaya koymak, bilim insanlarının keşiflerinden yüzyıllar önce bu hakikatlerin Kur'an'da insanlığa nasıl bildirildiğini anlatmak, çok daha olumlu sonuçlar doğuracaktır. Bilimdeki gelişmelerin Kur'an'ın özellikle evrenle ilgili ayetlerini yorumlamak için ne kadar önemli olduğunu anlamamıza yardımcı olan iki ayetin ifade ettiği hakikatlere değinmekte yarar bulunmaktadır: "Ve gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık; onlar ise bu (delillere) sırt çeviriyorlar." Klasik tefsirlerde bu ayet, genellikle gökyüzünün düşmekten korunmuş olduğuna, cin ve şeytanların mele-i alada olup bitenden haberdar olmalarının engellenmesi şeklinde tefsir edilmektedir. Günümüzde modern bilim ışığında bu ayette geçen "korunmuş tavan" ifadesi, gökyüzünün/atmosferin Dünya'yı çeşitli dış tehditlerden koruma işlevine dikkat çeker biçimde yorumlanabilir. Çünkü Dünya'yı çevreleyen atmosfer, uzaydan gelen meteorları büyük ölçüde sürtünme yoluyla yok eder. Her gün binlerce küçük göktaşı atmosfere girer ancak çoğu dünya yüzeyine ulaşmadan parçalanır. Atmosferdeki ozon tabakası, Güneş'ten gelen zararlı UV (ultraviyole) ışınlarının çoğunu süzerek yeryüzüne inmesini engeller. Bu da canlıların DNA'sının zarar görmesini, cilt kanseri gibi hastalıkları önler. Atmosferin üst katmanları, kozmik ışınlara ve güneşten gelen zararlı radyasyona karşı da bir tür kalkan görevi görür. Dünya'nın manyetik alanı ile birlikte çalışarak, özellikle güneş patlamalarından kaynaklanan solar fırtınaların etkilerini azaltır. Atmosfer ayrıca uzayın ortalama eksi 270 derecelik soğuğundan da Dünyamızı korur. Bu da Dünya'da yaşanabilir sıcaklık aralığını korur. Uzaydaki diğer gezegenlerde ise böyle bir denge bulunmamaktadır. Kur'an'ın bu ayeti indirilirken 7. yüzyılda atmosfer, manyetik alan, UV (ultraviyole) ışınları gibi bilimsel kavramlar bilinmiyordu. Ayetteki korunmuş tavan ifadesi, modern bilimsel buluşlarla sonradan anlam genişliği kazanmış ve Kur'an'ın mucizevi yönlerinden biri olarak görülmüştür. Bugün bilim insanları atmosferi Tanrısal Kalkan olarak nitelendirirken 1400 yıl önce inen Kur'an bunu korunmuş tavan olarak tanımlamaktadır. Bilimin geldiği nokta mevcut ayetin tanımını tasdik etmektir. Ayetin devamında "Onlar ise bu delillere sırt çeviriyorlar" denilmektedir. Kur'an'ın nüzulü döneminde bu kadar bilimsel veri bulunmamaktaydı, ancak günümüzdeki bilimsel verilerin gözler önünde olmasına rağmen insanların hâlâ bu yaratılış mucizesine kayıtsız kalmaları elbette haklı olarak eleştirilmektedir. Dolayısıyla sadece bilgiye sahip olmak değil, onu doğru anlamlandırmak da önemlidir. Günümüz keşifleri ve bilimsel gelişmeleri doğrultusunda ancak anlaşılabilen diğer bir olayın asırlar önce Kur'an tarafından açıklanması tarihleri aşan bir mucize olmakla beraber bilimin ulaştığı son noktayı da göstermektedir. “Ve gökten bir ölçüye göre su indirdik, sonra onu yeryüzünde durdurduk..." Bu ayet eski müfessirler tarafından genellikle yağmurun rastgele değil, Allah'ın belirlediği ölçüyle inmesi vurgulanır. Su kaynaklarının çeşitliliği ise (göller, yeraltı suları, nehirler) Allah'ın suyu “yeryüzünde durdurma” biçimidir. Ancak günümüzde bilimsel veriler, gözlemler ve ölçümler, Dünya'ya suyunun büyük bölümünün uzaydan geldiğini göstermektedir. Bugünden 4,5 milyar yıl geriye doğru gidildiğinde yani dünyamızın uzaydaki malzemelerin birleştirilip şekillenmesiyle oluşturulması esnasında, yanardağların sürekli patladığı, mağmanın aktığı, uzaydan sürekli göktaşlarının çarptığı kupkuru bir yerdi. Henüz atmosfer de olmadığı için, gezegen bünyesindeki su buharlaşıp uzaya uçuyordu. Bundan milyonlarca yıl sonra Kuyruklu yıldızlar ve su açısından zengin asteroidler, erken Dünya'ya çarpıp suyu taşıdılar. Bu gök cisimlerinde buz ve donmuş su buharı bulunuyordu. Milyonarca yıl süren bu çarpışmalar sonucu bu su yeryüzünde birikmeye başladı. İşte gökten bir ölçüye göre su indirdik ayeti sadece yağmurun, atmosferin fiziksel kurallarına bağlı olarak, hassas bir dengeyle gerçekleştiğini anlatmakla kalmaz aynı zamanda suyun kozmik kaynaklardan geldiğine işaret olarak yorumlanmaktadır. “Yeryüzünde durdurduk” ifadesi ise suyun yeraltında, okyanuslarda, buzullarda biriktirilmesiyle birebir örtüşmektedir. Bilim ilerledikçe, Kur'an ayetlerinin içerdiği derin anlamların ne kadar geniş bir bakış açısına sahip olduğu daha iyi anlaşılıyor. Suyun uzaydan gelişini anlatan bilimsel veriler, Kur'an'daki “gökten su indirme” ayetleriyle anlamlı bir şekilde örtüşmektedir. Kur'an'ın yüzlerce ayetinde insanlar düşünmeye, araştırmaya, evrendeki delilleri incelemeye davet edilir. Yani bilimle desteklenen bir anlatım, Kur'an'ın kendi üslubuna en yakın anlatım biçimidir. Bugünün insanı sadece inanmak değil, anlamak da istiyor, korkuyla değil, delille ve hikmetle ikna olmak istiyor. Dolayısıyla Allah'ın kudretini, fizik yasalarında ve kozmik düzende göstermek iman hakikatlerinin ispatında daha etkili bulunmaktadır. Evet, Kur'an'ı modern bilimle anlatmak, menkıbe ve hurafe temelli anlatımlardan hem daha etkili hem daha doğru hem de Kur'an'ın ruhuna daha uygundur. İslam'ın değerlerinin anlatılması gereken kürsülerde komiklik yaparcasına fıkra anlatıp dinleyicileri güldürmeye uğraşanlar Kur'an'ı tebliğ değil komedilerini anlattıkları için maalesef dini ciddiyetinden uzaklaştırmaktadırlar. Dinleyicilerin hafızasında bıraktıkları ise İslam değil hokkabazlıktır.
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 08 Nisan 2025 Şifa ararken sağlığınızdan olmayın21 Mart 2025 Kur'an'ı Yorumlamada Fen Bilimlerinin Önemi05 Mart 2025 İslam'ı Doğru Anlamak06 Haziran 2024 Bilimin gelişimine İslam mı, Müslümanlar mı engel oldu?
|