Kur'an'ın Diğer Mukaddes Kitaplardan Farkı…Hz. Musa zamanında sihir çok ön plandaydı. Hz. Musa'nın mucizeleri de o türden gelmişti: Asasıyla vuruyor su çıkarıyor ve denizi yarıyordu. Ayrıca, toplumlarda tecavüz ve zulümleri önlemek için düzen sağlayan ve ağır ceza gerektiren kurallar/şeriatlar çok önemliydi. Bu nedenle Hz. Musa'ya inen “On Emir” vb. ayetler gibi Tevrat, ağırlıklı olarak emir ve yasaklardan oluşuyordu. Hz. İsa zamanında ise toplumda yaygın salgın hastalıklar nedeniyle tıp revaçtaydı. Bu nedenle Hz. İsa hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek mucize gösteriyordu. Ayrıca, Yahudi din adamları, hegemonyalarını sürdürmek için, ahlak ve samimiyetten yoksun, şekilsel ve ritüellerden oluşan, insanları onlara muhtaç kılacak ve onları kontrolleri altında tutacak, Mabedler ekseninde törensel bir din oluşturmuşlardı. İşte Hz. İsa İncil ile kurulu dinsel düzene ve şekilsel dinsel törenlerin ruhsuzluğuna karşı çıkıyor; söylemlerinde kalp ve gönül temizliğine dikkat çekiyordu… Peygamberimiz döneminde ise özellikle Araplar'da sözlü edebiyat ve şiir ön plandaydı. Yazılı edebiyat yoktu. Çoğunlukla okuma-yazma bilmezlerdi. Her kabile kendi şairiyle övünür; bir şairin sözüyle kavga başlayabilir veya bir şiirle barış söz konusu olabilirdi. Araplar, yedi Arap şair ve edibin sözünü Kabe'nin duvarına asmışlardı. İşte bu nedenle Kur'an, “İcaz” dediğimiz taklit edilemez düzeyde “edebi, beliğ, akıcı ve etkileyici” özellik ve içerikte bir kitap olarak inmiştir. Özellikle, Mekke'de inen surelerin “Şiirimsel” bir akıcılığa sahip olmasının ayrıcalığı olmuştur. Bu nedenle Kur'an tilavetinin bile ayrı bir manevi zevki vardır. İşte Kur'an bu edebi yönü nedeniyle; Arap edip ve şairlerini, o günün din adamlarını ve bilginlerini hayret ve şaşkınlığa itti ve birçoğunu kendine hayran bıraktı. Ünlü Arap edip Lebid'in kızı, “emir olunduğun gibi dosdoğru ol” ayetini duyunca, Kabe'den babasının sözünü indirip bu ayeti asmıştı. Peygamberimiz, birçok mucize göstermekle birlikte, Kureyş toplumunun saçma sapan mucize (nehirler, bahçeler, altınlar, melekler isteme, vb.) isteklerine karşı çıkmış, “benim en büyük mucizem, bana inen Vahih/Kur'an'dır” demiştir. Araplar, bir dine ve kitaba sahip olmadıkları için; Tevhid inancından sapmış ve Putperest olmuşlardı. Bu nedenle Kur'an ayetleri ısrarla Tevhid üzerinde durmuştur. Peygamberimiz de şirk konusunda çok hassas davranmıştır. Şahadet kelimeleri olan, “Eşhedu En La İlahe İllallah” (Şahadet ederim ki Allah'tan başka İlah yoktur) Tevhid inancının parolası olmuştur. Bu nedenle Batılı müsteşrikler, Peygamberimizi anlattıklarında onun en büyük özelliğinin tenzih peygamberi, yani Tevhid inancını şirkten arındıran peygamber olması üzerinde durmuşlardır. Örneğin bizim asrımız bilimin, aklın, delil ve kanıtın ve sözün gücünün yüksek olduğu bir dönemdir. Son ilahi kitap olarak Kur'an'ın tüm asırlara olduğu gibi bu asrımıza da hitap etmesi gerekiyor. Bu nedenler dolayısıyla Kur'an'ın yüzlerce ayeti; “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz? Bakmaz mısınız? İbret almaz mısınız? Şeklinde akla hitap etmekte ve davasını akıl, kalp ve delile dayandırarak ortaya koymaktadır. Örneğin Kur'an, insanın Allah arayışını yer ve göklerdeki ayetlere/delillere dikkat çekerek vermektedir. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara faydalı şeyler taşıyarak denizde akıp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de kendisiyle ölümünden sonra yeryüzünü dirilttiği ve üzerinde dolaşan her türlü canlıyı yaydığı yağmurda, gökle yer arasında emre hazır bekleyen rüzgarları ve bulutları farklı yönlerde evirip çevirmesinde aklını kullanan bir topluluk için elbette Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren deliller vardır.” Bakara, 164. Kur'an böylece evrene, kâinata, yer yüzüne, olay ve olgulara, Allah'ın varlığını gösteren birer ayet gözüyle bakmamızı, düşünmemizi, akletmemizi önererek, taklidi değil akıl ve delillerle tahkiki bir surette Allah'a inanmayı sağladı. Arap toplumunun eğitimini sağlayacak kurumlar (okul, medrese, vb) bulunmadığı için cahil kalmış ve çok bozulmuşlardı. Bu nedenle de düzgün bir toplum ve yönetim de kuramamışlardı. O günün Roma ve Bizans gibi büyük devletleri karşısında pek değerleri yoktu. Tek değerleri, Allah'ın evi olan Kabe'nin bekçileri olmalarıydı. Kur'an ayetleri, insanları şuraya ve danışmaya yönlendirerek, ortak aklı devreye koymuş, yönetimde liyakat ve ehliyeti önemsemişti. Kur'an-ı Kerim'de; “Müslümanlar işlerini aralarında yaptıkları istişare ile yürütürler.” (Şura, 42/38) Bu ayetin zikredildiği sureye ‘Şura Suresi' isminin verilmesi, şuranın ne kadar önemli bir konu olduğunu göstermektedir. Bu ayet-i kerime Mekke'de nazil olmuştur. Bu da Müslümanların devletlerini kurmadan önce cemaat halinde iken de aralarında işlerini istişare ile yürütmek zorunda olduklarını göstermektedir. Kur'an-ı Kerim liyakate dayalı bir sistem önermektedir. Nisâ suresi 58. ayet, bu konuda gayet net ve açıktır. Ayet-i kerimenin anlamı şöyledir: “Allah size kesinlikle görevleri ehil ve layık olanlara vermenizi, insanlar arasında bir yargılama yaptığınızda adaletle yargılama yapmanızı emrediyor. Allah size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah, her şeyi duyan, her şeyi görendir.” O bedevi, ümmi toplum Kur'an vasıtasıyla o günün en güçlü devletini kurabilmiş, savaş meydanlarında, Akif'in dediği gibi, “bir hamlede Kayserleri, kisraları serdi!.. İslam devlet sınırları Dicle ve Fırat nehirlerine, Asya siteplerine, Küdüs'ün kalbine kadar uzanmıştı. Ayrıca, Arap toplumu güzel adetler (kahramanlık, cömertlik, misafirperverlik, vb.) yanında vahşi adetlere ve bedevi bir yaşam biçimine sahiptiler. Güçlüler zayıfları eziyor, öldürebiliyor, haklarını gasp edebiliyordu. Kızlar, ikinci sınıf muamelesi görüyordu. Bazıları, utancından veya kompleksinden kız çocuklarını diri diri toprağa gömebiliyordu. Kur'an, Arap toplumunun bu ve benzeri vahşi ve vicdansız davranışlarını açık açık ayetlerle dile getirerek uyarmıştır. Peygamberimiz, kısa zamanda bu vahşi ve bedevi toplumunu Kur'an esaslarıyla eğitti, büyük kısmını vicdanlı ve karıncaya ayak basamaz hale getirdi. Peygamber ve Kur'an vasıtasıyla “Sahabe” oldular, diğer milletlere muallim ve rehber oldular. Dünyaya İslam'ı yaydılar. Adaletiyle dünyaya örnek model olan Hz. Ömer, arada bir kendi kendine, “ey deve çobanı Ömer, İslam vasıtasıyla Müslümanlara halife oldun” diyerek, geçmişini unutmuyor ve kendini hesaba çekiyordu… Kızını diri diri toprağa gömen Ömer, yer yüzünde adalet timsali olmuştu… M.Akif Ersoy, Ömer'in adaletini bir şiirinde şöyle; "Kenar-ı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu, gelir de Adl-i İlahi sorar Ömer'den onu," diyerek dile getirmiştir. Bir gün Peygamberimiz sahabeleriyle sohbet ederken, bir sahabi, kızını nasıl diri diri gömdüğünü anlatınca, özellikle, “kızını, dayısına götüreceğini söyleyerek alıp götürdüğünü ve kazdığı çukura attığını ve üstüne toprak atarken, kızının ‘baba, baba' çığlıklarını unutamadığını” söyleyince, Peygamberimizin gözlerinden yaşlar döküldü, sahabiler, peygamberi üzdün diye kendisini uyardılar. Peygamberimiz, “hayır, hayır, tekrar anlatsın, siz cahiliye döneminde ne haldeydiniz, İslam, sizi ne hale getirdiğini daha iyi anlarsınız” diyerek, araya girmişti. İşte Kur'an, doğruyu ve hakikati gösteren hikmet içerikli öğüt ve emirleriyle o vahşi toplumu böyle değiştirmişti… Kur'an'ın; içerik olarak, yani Tevhid, Ahiret, Ubudiyet, Ahlak, Hikmet, vb. tüm dini konularda diğer mukaddes kitapların çok çok fevkindedir. Sadece Bakara suresi bile İncil'den büyüktür. Hz. Muhammed'in son Peygamber; Kur'an'ı Kerim de son kitap olması nedeniyle, İslam'ın ve Kur'an'ın geniş ve kapsayıcı esaslara sahip olmasının nedeni budur. Bu Kur'an ayı olan Ramazan ayında, Kur'an'ı anlayıp yaşayan bir toplum olmamız dileğiyle. Sevgi ve saygılarımla.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM
|