Dindar Veya Seküler Bir Toplum İnşaa Etmenin GerilimiSon yüzyılda Kırallıkların yıkılışı ve yerlerine ulus devletlerin kurulması; ulus devletlerin inşasında ve toplumların modern değerler yönünde dönüştürülmesinde, toplumun en üst ve en güçlü siyasal örgütlenmesi olan Devlet aygıtının belirleyici ve etkileyici gücünün kendisini göstermesi, yani devlet otoritesi ve kurumlar aracılığıyla toplumların üsten alta doğru bir yöntemle, belli bir ideoloji ve değerler çerçevesinde, cebri modernleşmeye tabi tutularak dönüştürülmesi, yüz yılımızın en önemli ideolojik, siyasal ve sosyal yapısının temel özelliklerini yansıtmaktadır. Siyasal erkin toplumları devlet eliyle dönüştürmeye dönük uygulamaları, dünyada bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye coğrafyasında da kendisini en belirgin biçimde göstermiştir. Devletlerin bu tarz anti demokratik yöntemleri, ülkemizde fikirsel ve ideolojik olarak toplumsal ideal ve hedefleri olanları (sosyalizm, Kemalizm,milliyetçilik, çağdaş yaşam, batı yaşam biçimine uygun toplum oluşturma vb. anlayışlar) etkilediği gibi; İslamı yaymayı hedefleyen kişi, dernek, vakıf vb. sivil toplum kuruluşları, cemaat ve tarikatlar gibi grupların hareket yöntemlerini de önemli ölçüde etkilemiştir. Maalesef tüm bu gruplar, devletin bu dönüştürücü gücünü elde etmek, siyasal erk yoluyla toplumu dönüştürmek hevesinde olabilmişlerdir. Cumhuriyet kurulduğundan beri, cebir ve baskı kullanılarak, çoğu defa özgürlükler ve canlar hiçe sayılarak, sözde modern ve çağdaş değerler doğrultusunda, batı yaşam biçimini benimsemiş laik ve Kemalist bir Ulus inşaa edilmeye çalışılmıştır. Buna karşın, dini grup ve cemaatler ile siyasal islami hareketler, dini değerlere bağlı bir nesil, bir islami toplum oluşturma, toplumun İslami inançlarını koruma hedefleri doğrultusunda faaliyetler göstermek durumunda kalmışlardır. Halbuki, devlet imkanı ve otoritesini ideolojik amaçlar doğrultusunda kullanmak tüm toplumsal gerilim ve kutuplaşmayı beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Çünkü ideolojiler, hedeflerine ulaşmak için her yolu mübah görebilecek, her grup kendi adamını, yandaş ve yoldaşını kayırarak, etkili makam ve mevkilere getirmeye çalışacak, liyakat ve karyer esaslı devlet yönetim anlayışı zedelenebilecek; akımlar ve gruplar çevrelerine devlet imkanlarını sunarak haksız çıkarlar elde edebilecek; adalet terazisi bozulacak, karşıt düşünce akımlarının özgürlükleri ve yaşam biçimlerini kısıtlayıcı uygulamalarla hak ihlalleleri oluşabilecek, inanç, hak ve hukukla bağdaşmayan uygulamalar mümkün olabilecektir. Bugüne kadar sözde çağdaş yaşam biçimine uygun bir toplum inşa etme adına yapılanlar, yapan kişi, kurum ve grupları itibarsız kılıp yozlaştırdığı gibi; aynı yöntemi izlemek veya aynı anlayışa sahip olmak, islami kesimdeki cemaat, tarikat, vakıf ve dernekler gibi sivil toplum kuruluşlarını da yozlaştırarak dejenere edebilecek ve amaçlarının dışına çıkmalarına neden olabilecektir. Son yıllarda bir yaşanan cemaat olayları buna iyi bir örnek olarak görülmeli ve ders alınmalıdır. Halbuki devlet, ideolojilerin veya dinsel anlayışların egemenlik aracı olarak kullanılmamalı, vatandaşa eşit ve adil davranmalı, tüm toplumu kucaklamalı, toplumların haklarını korumalı ve yaşatmalı, temel haklar korunmalı, hukukun üstünlüğüne dayalı anlayış egemen olmalı, siyasal erk demokratik yollarla oluşmalı, devlet yönetimi liyakat ve karyer esaslarına uygun belirlenmeli, haksızlıklara meydan verilmemeli, özgürlük ve yaşam dokunulmazlığı sağlanmalı ve benzeri sayabileceğimiz yüzlerce esaslara dayalı olarak bir toplum ve devlet anlayışı, tüm yasal ve yönetsel metinlerde belirleyici esas olmalıdır. Yaşadığımız çağın getirdiği, özgürlük, çoğulculuk, eşitlik, tarafsızlık, hukukun üstünlüğü, yaşam biçimine saygı, dayatmaya tepki, ikna ve gönüllülük esasları gib egemen ve yerleşmiş değerleri görmemezlikten gelemeyiz. Devletler, sivil toplum kuruluşları ve insanlar bu değerlere uyarak var olmaya çalışmalıdırlar, aksi durumda toplumsal kaos, huzursuzluk, parçalanma, çatışma ve gerilimler bitmeyecektir. Bu nedenle toplumu otorite kullanarak üsten alta doğru değiştirme yöntemine karşın, birey ve toplumları alttan üste doğru inşaa etmeye çalışmak daha uzun vadeli, kalıcı ve insani olarak görülmelidir. Yani bireylerin akılları ve gönüllerini kazanarak, ideal ve inançlarına uygun bir toplum oluşturmayı yöntem olarak benimseyip, bu doğrultuda çabalar içerisinde olan dernek, vakıf, cemaat, tarikat ve sivil toplum kuruluşları, demokratik ve örgütlü bir toplumun önemli unsurları olarak varlıklarını daha sağlıklı ve kalıcı sürdürme şansına sahiptirler. Topluma dönük idealleri ve inançları olanlar şeffaf, demokratik , özgürlük ve gönüllülük esasına dayalı, hukuk içinde ve etik değerlere bağlı olarak faaliyetlerini sürdürerek kendilerini var etmeleri hukiksal anlamda olduğu kadar İslami açıdan da doğru olacağı kanaatindeyim. Bu konuya islami açıdan bakıldığında, İslam dininin pratik uygulamalarını yaşantısıyla ortaya koyan, örnek modelliği çağlar üstü devam eden peygamberimizin, İslamı yayarken izlediği yönteme genel olarak bakalım: Peygamberimiz on üç yıllık Mekke döneminde, insanlara Kur'an ayetlerini okuyarak, anlatarak ve ikna ederek İslamı yaymıştır. İşin ilginç yanı bu dönemde Müslüman olanlar, İslam inancını en güzel şekilde yaşayan Müslümanlardan oluşmuştur. Sonarasında Peygamber baskıcı, dışlayıcı Mekke ortamından Medine'ye hicret etmek durumunda kalmıştır. Bu hicret de özgür ve serbest bir ortam arayışının sonucudur. Böylece ilahi buyrukları hayata geçirme ve yaşama imkanı bulma şansını yakalamışlardır. Sanıldığı gibi Peygamberimiz ve Müslümanlar, Medine'de yönetimi ele geçirip, dinlerini insanlara zorla dayatma ve diğer insanları egemenlik altına almayı asla düşünmemiş ve böyle de davranmamıştır. Nitekim, diğer topluluklar kendisine hakem olarak başvurduklarında, onların isteklerine göre davranmış, isteyenlere kendi inançlarına göre haklarında hükümler vermiştir. Ayrıca, Peygamberimiz eşit ve adil yaklaşımının en güzel örneğini, tarihe mal olan, “Medine Vesikası” ile göstermiştir. 52 Maddelik bu sözleşme, diğer tüm kabile, din ve inanç gruplarının, Müslümanlarla eşit haklar çerçevesinde yaşama ve inançlara saygıyı esas alan kural ve ilkelerle ilk zamanlar Medine site devletinin/yönetiminin temel anayasasını oluşturmuştur. Peygamberimiz, Medine'de öncelikli olarak bir mescit yapıp ibadetlerini özgürce yerine getirme imkanı bulmuştur. , Yahudilerin hile ve haksızlık üzerine kurdukları pazarın karşısına, islam kurallarını esas alan bir islam pazarı kurmuş; Mescid-i Nebevi bünyesinde bir eğitim modeli olarak ashabı suffa ve mescit vasatında müslümanların eğitimini devreye koymuş; insan ilişkileri ve aile hayatının kurallarını yerleştirmenin çabası içerisinde olmuş, aynı zamanda Müslüman toplumun lideri olarak aralarında adaletle hükmetmetmenin örnekliklerini göstermiştir. Peygamberimiz, tüm çalışmalarını gönüllük ve inanç esası üzerinden yürütmüş, özgür bireyi ve tercihini ön plana çıkarmış, asla insanlar üzerinde zorlama ve dayatmaya girmemiştir. Tüm kesimleri kendi inançları içerisinde olmalarına saygı duymuş, çoğulcu ve eşitlikçi bir toplumun örneğini gösterebilmiştir. Zaman içerisinde bu hür ve eşit ortamı bozan ihanet şebeklerine gereken dersi vermek durumunda da kalmıştır. O biliyordu ki özgürlüğün olmadığı yerde, bireysel irade oluşmaz, bireysel iradenin ortaya çıkmadığı yerde, sorumluluk ve ahlak gelişmez, ahlakın olmadığı yerde de din olmazdı. Yani Peygamber, Medinenin özgür ve anlayışlı ortamında inancını pratize edip uygulamaya koyarak, diğer insanlara İslamın güzelliğini gösterme şansını bulmuş, örnek modeller sunarak onların gönüllerini kazanmış, islamın çok kısa zamanda Medine ve çevresinde yayılmasına zemin hazırlamıştır. Nitekim 23 yıllık kısa bir sürede İslam Mekke, Medine ve tüm Arap yarım adasında hakim olmuştur. O kutlu Nebinin yöntemi ve hedefi, otorite ve zorlamayla üstten alta doğru değil; toplumun en dibinden kölelerden, zayıflardan, ailelerden başlayarak alttan üste doğru, gönüllülük ve inanç esaslarına ve onların hür iradelerine dayalı olarak toplumu yeniden kurmak olmuştu ve öyle de başardı. Bedevi ve kötü adetlere sahip bir toplumdan diğer milletlere örnek ve rehber olacak bir sahabi toplumu oluşturdu. Bireysel ve toplumsal yarar ve ekomik çıkarlara dayalı gruplar ve hareketler oluşturarak veya siyasal söylemlerle yetinerek veya otorite ve güç kullanarak bu dini yaşatmamız, gönüllerde yer etmemiz, güzel insanlardan oluşan hür, adil ve huzur içinde bir toplum kurmamız mümkün değildir. Müslüman olarak bizler, bireysel ve toplumsal düzeyde İslamın güzelliğini, faziletini ve ahlakını örnek modellerle göstererek ancak dindar ve islami değerlere bağlı bir toplum oluşturabiliriz. İyi bir Müslüman, toplumda örnek davranışları ve erdemleriyle kendi var etmelidir. Lisanımız, Kur'anın ayetlerini terennüm ederken; hal ve tavırlarımızla da manalarını gösterebilirsek, İslamı bilmeyenler, yanlış ve eksik tanıyanlar, hatta diğer dinlerin tabileri, belki Avrupa kıtaları dalga dalga islama girecektirlerdir. Eğer bizler, doğru İslamı ve İslama layık doğru yaşamayı gösterebilirsek, istikbalimiz içerisindeki en tatlı ve etkileyice ses İslamın ve Müslüman toplumların olacaktır. Saygı ve sevgilerimle. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|