Bu Kur'an'ı değiştir veya başka Kur'an getir!..Diyanet İşleri Başkanının, Ramazan ayının ilk Cuma hutbesinde, eşcinsellik, zina ve benzeri fiillerinin Kur'an ayetlerinde lanetlendiği yönündeki açıklamaları sonrasında; verilen bu hutbenin bir cinsiyet ayrımcılığı olduğu, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle suçlanması ve Başkan aleyhinde Ankara barosunca yargıya suç duyurusunda bulunulması, sıradışı ve özgün bir durum olarak yeni bir evreye girildiğinin işareti olarak görülmeli. Baronun bu çıkışı aynı zamanda şu anlama geliyor, evet Kur'an'da olabilir ama Kur'an'ın o hükmü bizi rahatsız ediyor, bundan sonra bu ve benzeri bizi rahatsız eden Kur'an hükümlerinin hutbe ve vaazlarda dile getirilmemesini istiyoruz. Bugün, bir kısım insanların cinsel sapıklık olan lutilikle ilgili rahatsızlıkları, yarın Kur'anın başka hükümleri için de söz konusu olabilecektir. Yaşanan bu durum bana Kur'an'ın indiği Mekke döneminde yaşanan ve Yunus Suresi'nde dile getirilen bir olayı hatırlattı. Kendini ayrıcalıklı gören, heva ve heveslerini ilah edinen ve kendilerine tebliğ edilen Kur'an hükümleri, nefislerine ağır gelen bir kısım Mekke'li Müşriklerin, peygamberimize gelerek “ya bu Kur'anı değiştir ya da başka bir Kur'an getir inanalım” demişlerdir. Demek ki hakka karşı duranların tavırları zaman içerisinde pek değişmiş değil. Kur'an'da geçen bu olayı yazımın sonunda ayrıca değerlendirmeye çalışacağım. Ankara barosu suç duyurusunun gerekçesini, 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesine dayandırıyor, madem taraf olup bu sözleşmeyi imzaladınız, o zaman gereğini yapın ve bu kanunları uygulayın diyor. Söz konusu sözleşemeye göre; LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, travesti) bireylerin korunmasını öngörmektedir. Taraf devletlerce, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği dahil hiçbir ayrıma yer vermeksizin korumanın bütün gruplara sağlanması istenmektedir. Bu sözleşmeye göre kadın kadına veya erkek erkeğe evliliklerine kanunen hiçbir engel görünmemektedir. Bundan sonra, Cami'de imam veya herhangi bir din adamı zina, homoseksüellik veya bir kısım insanları rahatsız ettiği düşünülen başka Kur'an'i yasaklara değindiğinde, kendini yargı önünde bulabilecektir. Yüce Kur'an ayetlerine, aile hayatımıza, kültürümüze, insan hak ve özgürlüklerine aykırı, Avrupa Ülkelerinin bir çoğunun uygulamayı kabul etmediği bu sözleşmenin tarafı olmaktan çekilmemiz gerektiği çok açıktır. Din işlerinden sorumlu birinin, kanunların kendisine yüklediği irşad ve tebliğ görevi gereği, her türlü cinsel sapkınlıkların Allah tarafından lanetlendiğini söylemesinden, daha normal ne olabilir. Fiili bir müdahale veya hak ihlaline dönük bir eylem ve tahrik yok, zaten böyle bir tavır doğru olmadığı gibi, kanuni engeller de var. LGBTİ lerin yaşam biçiminin dokunulmazlığı, insan hak ve özgürlükler kapsamında değerlendirilebileceği gibi; bir din adamının inançları doğrultusunda açıklamalar yapması da aynı ifade özgürlüğü kapsamında görülmelidir. LGTBİ lerin özgürlük ve yaşam dokunulmazlığı hakkı varsa; din adamları ve her bireyin, böyle bir yaşantının Kur'an'a, aile yapımıza ve insanlığa uygun olmadığını söylemeye hakkı vardır ve olmalıdır Şahsen diğer insanlara zarar verilmemesi koşuluyla yaşam biçimlerinden dolayı insanların şeytanlaştırılıp dışlanması ve lanetlenmesini doğru bulmuyorum. Özellikle LGBTİ kapsamında cinsel eğilim taşıyan bireylerin bir çok biyolojik ve ruhsal sorunlar taşıdıkları, bu tür eğilimde olanların lanetlenmesinden çok, sapkın eylemin kendisinin lanetlenmesi gerektiğini, bu şahısların bir tür rehebilite edilerek (ameliyat, tedavi, eğitim, ikna, vb) topluma kazandırılmasının yollarının aranmasını daha doğru olacağı düşüncesindeyim. Özünde bu tür durumları siyaset ve ideolojik ayrışmalar üzerinden yürütmek, bizi körler ve sağırlar diyaloğuna ve horoz dövüşüne götürür. Bu milletin temel yapılarını yozlaştırmak için her türlü oyunlar oynanmaktadır, bunlara alet olmayalım, olaylara siyasetler üstü yaklaşmamız gerekmektedir. Ancak burada sorun, bu tür cinsel aykırılıklar içerisinde olan ve bir anlamda biyolojik ve psikolojik hasta bireyler olarak görmemiz gereken zümreler üzerinden, belli odakların, hukukçuları da kullanarak, Kur'an'ın budanmasına ve hükümlerinin geçersiz kılınmasına dönük bir stratejiye girişmeleridir. Şöyle ki; Düşünün, LGBTİ kapsamındaki bireyler, kanunen korundukları ve kendilerine fiili herhangi bir müdahale yapılmadığı, ki kanun güvencesinde oldukları halde; Diyanet İşleri Başkanı normal bir din adamı olarak, kanunların kendine verdiği görev kapsamında, cinsel saplantılara dikkat çekmesi ve toplumun bu tür eğilimlerden uzak durması, neslimizin korunması yönünde Kur'an'a dayalı yaptığı bir vaaz-hutbeyle suçlanması, yepyeni bir evreye girdiğimizin işareti olarak görüyorum. Yani bir kısım çevreler işlerine gelmeyen, kendilerini rahatsız ettiklerini düşündükleri Kur'an hükümlerinin fiilen kaldırılması yoluna gidebilirler. Şimdilik İlk kullandıkları da Yargı yolu olmuştur. İleride başka yollar da kullanmak isteyebilirler. Allah sonumuzu hayreylesin. Saadete gelelim ve Yunus Suresi'nde geçen ayetlerin analizine geçelim: Mekke'li bir kısım insanların Peygambere gelerek, “ya bu Kur'anı değiş ya da başka Kur'an getir” teklifleri Kur'an'da Yunus suresindeki ayetlerde şöyle geçiyor. 15. Âyetlerimiz onlara, apaçık deliller halinde okunduğu zaman, (âhirette) bize kavuşmayı ummayanlar (Peygamber'e): “Ya (bize) bundan başka bir Kur'an getir veya bunun(hoşumuza gitmeyen yerlerini) değiştir.” dediler. De ki: “Kendiliğimden onu değiştirmem (asla mümkün) olmaz. Ben sadece bana vahyedilene uyar (onu bildirir)im. Eğer Rabbime karşı gelirsem, şüphesiz o büyük günün azabından korkarım.” 16. (Resûlüm!) De ki: “Allah dileseydi (Kur'an'ı bana indirmez, ben de) onu size okumazdım ve (Allah) onu size bildirmezdi. (Bilin ki) ben, bundan önce aranızda (kırk yıl) bir ömür sürdüm. (Size bugüne kadar dinden hiç bahsetmedim, ama şimdi söylüyorum) Hiç düşünmüyor musunuz?” 17. Allah adına yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Şüphesiz günahkârlar, kurtuluşa eremezler. Çok dikkatimi çeken bu ayetlere, daha önce sadece peygamberimizin samimi olduğunun bir delili olarak bakmıştım. Şimdi İlaveten insanın her dönemde farklı formatlarda da olsa hakka ve Kur'an'a karşı benzer itirazlarda bulunulabileceğini de öğrenmiş olduk. Bu yanlıştan dönmelerini dilerim, bu tür girişimlerin bu millete hiçbir faydası olmadığını bilelim. Yeri gelmişken Yunus suresindeki söz konusu ayetlerin Peygamberimizin Allah'ın gerçek bir peygamber olduğunun çok önemli bir delilini ve kanıtını içerdiği hususuna değinerek yazımı tamamlamak istiyorum. Yaptıkları zulum ve haksızlıkların bir gün hesabının sorulacağı, ahiret ve hesap günü inancı kendilerine ağır gelen bir kısım insanlar, peygamberimize gelerek bu Kur'an'ın zalimler için şiddetli cehennem azabı ayetlerini değiştirmelerini veya kendilerini rahatlatan yeni bir Kur'an getirmelerini istemektedirler. Allah söz konusu ayetlerle peygamberimizin imdadına yetişir adeta ve der ki; O peygamber bir ömür (40 yıl) sizinle kaldı, siz onu iyi tanıyorsunuz, o sade ve güvenilir bir hayat yaşadı, o ümmi bir peygamberdi, kitap nedir bilmezdi, kırk yaşına kadar size ne bir hikaye anlattı, ne dini bir hakikatten bahsetti, ama bugün çıkmış size ben Allah'ın elçisiyim diyor, eğer böyle bir eğilimi olsaydı daha önce de bir hazırlığı, bazı çalışmaları olurdu, şimdi kırk yaşında birden ortaya çıktı ve size aldığı vahyi bildiriyor, demek ki kendinden konuşmuyor, bu Kur'an'ı o yazmadı ki o değiştirsin, Allah istediği için bugün size hakikatleri haykırıyor. Bir de biz düşünelim… Bir insan, kırk yaşına kadar, çok sade, sakin bir hayat sürmüş, düzgün mütevazi bir aile kurmuş, hayatını sürdürmek için ticaretle uğraşmış, çok şöhretli biri olmamakla beraber dürüst ve güvenilir bir şahsiyet olarak toplumda onurlu bir yer almış, Kilise ve Havra deneyimi olmamış, ümmi biri olarak mektep ve medrese görmemiş, okuma-yazma öğrenmemiş, kalemi, defteri ve bir kitaplığı olmamış, kırk yaşına gelinceye kadar yaşadığı toplumda, hiç bir kimseye din ve hikmet adına bir şeyler anlatıp konuşmamış, şiir okumamış, yani toplumda bir önder, şair, din adamı, vb. rollerde hiçbir çıkışı ve toplumsal görünürlülüğü olmamış, sade bir insan olarak yaşayan biri olarak, kırk yaşlarına vardığında; Bir Ramazan ayında, iç dünyasındaki derin ve anlamsal duyguların yönlendirmesiyle; yozlaşmış ve birçok değerlerini kaybetmiş Mekke ortamından uzaklaşarak, Hira mağarasına çekilip, manevi içsel durulmaya yöneldiği bir zaman diliminde, ansızın sırlı perdelerin aralanarak, ötelerden gelen gizemli bir sesle, bir “İlahi öğreti paketi” olan Kur'anı Kerimin ilk ayetleriyle, “Vahiy Olgusuyla” irkildi, sesin sahibi olan Cebrail'i bütün haşmetiyle gördü, hiç beklemediği, aklından bile geçmeyen bir hakikatle karşılaşmanın o büyük heyecanıyla, aldığı o ilahi öğretiler içeren mesajı, ailesiyle ve diğer insanlarla paylaşmak adına Mekke sokaklarına indi ve insanlara bu hakikati haykırımaya başladı. İşte değerli insanlar bu haykırış, hiçbir zaman durmayacak ve susmayacaktır. Selam ve saygılarımla. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|