KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
22 Aralık 2024 Pazar
°C
Yılmaz Ekinci
yekinci07@hotmail.com

Yatırım ortamı ve zihniyet arasındaki ilişki

27 NİSAN 2017 PERŞEMBE 17:42
0
4932
0
AA aa

Zihniyet ile yatırım arasındaki ilişkiyi  özetleyen  bir yaşam öyküsünü okumuştum. Hikaye şöyle idi: İki insan doğdukları şehirlerinde yaşama tutunabilmeleri için gurbet ellere çıkıyorlar. Çalışıyorlar, didiniyorlar, har vurup harcamadan kazandıklarını biriktirmeye başlıyorlar. Çalıştıkları ve doydukları memlekette yeterli bir sermaye birikimine sahip oluyorlar ve zamanla “doydukları” memlekette değil, “doğdukları” memleketlerine yatırım yapmaya karar veriyorlar. İkisi de memleketlerine geri dönüyorlar. Gerekli girişimlerde bulunuyorlar.

Birisinin hemşehrileri engel üzerine engel çıkarmaya çalışırlar. -“İşte falan kesimin oğlu, gitti esrar sattı, hırsızlık yaptı, her türlü pislik yaptı ve şimdi de geldi buraları da bozmaya çalışıyor..” Dedikodu üzerine dedikodu üretirler. Adam, doğduğu şehre yatırım yapmaktan vazgeçer, güney kıyılarına gider ve yatırımını orada yapar. İkinci adam ise memleketine gider, herkes , “aferin! İşte gitti, çalıştı, biriktirdi, kazandı ve kazandıklarını getirip doğduğu şehrine yatırım yapıyor… Fabrika kuracak, insanlar çalışacak, üretim artacak, başkaları da onun sayesinde ekmek kazanacak ve böylece şehrimiz de gelişecek.” diyerek işadamını cesaretlendirirler. Bu bir hikaye değil gerçektir. Bu illerden birisi  Kayseri'dir,  diğeri ise Muş ilimizdir. İki şehrin  yatırıma, sermayeye ve yatırımcılara  bakışları ortadadır.

Soruyorum: -“Yatırımcı nereye gider?”

Bilinen bir olgudur: Yatırımcı, her zaman ürkektir; güvenli, istikrarlı  ve kazancı bol olan ortamları sever.

İktisat, yatırım ve zihniyet arasında doğrudan bir ilişki vardır. Yatırımın ortamını belirleyen en önemli faktör yaşanabilir bir ortamın çekiciliği ve sürdürülebilir bir kazanma ortamının varlığıdır. KAZANÇ ile YAŞAM ikilisi birbirlerini besleyen şeylerdir.  Yaşamın çekiciliği, tüketim ve hazzı kamçılar ve bu iki unsur da üretimi  doğurur. Üretimin olması için yeraltı ve yerüstü kaynakların olması yetmez, bunu besleyecek, büyütecek “sosyal sermaye”nin de olması gerekir.

Sosyal sermaye ise güvendir, gelişmenin önündeki gayri yasal engellerin olmayışıdır,  yatırımın sürdürebilir oluşudur, istikrardır ve kazancın uygun yolda tüketilmesidir. Günümüzde bir ülkenin, bölgenin veya şehrin gelişmesi “sosyal sermaye” ile ancak mümkündür. Tek başına teşvikler, muafiyetler yeterli değildir. Zaten teşviklerin amacı; yatırımcıyı, yatırım ortamına çekmek için verilen sübvansiyonlardır.

 Sosyal sermaye ile toplumsal gelişme arasında doğrudan bir ilişki vardır. Özellikle İslam alemi ile Hıristiyan alemini  tarihsel açıdan mukayese ettiğimizde,  bu farklılıkları net bir biçimde görebilmekteyiz.

Hıristiyan aleminin  ortaçağlarda yerlerde sürünmesi, çalışma ve kazanç arasında zihniyet ilişkisinin sağlıklı kurulmadığından dolayı olduğunu görüyoruz. Ticaretin ve çalışmanın bireyi günaha sevk edeceği endişesi; insanları miskinliğe, kaderciliğe ittiğini görüyoruz. Cennetin bile kilise tarafından verilen senetle vaad edildiğini görüyoruz. Hıristiyan alemi, zamanla kiliseye karşı  dinde “reform” ile buna cevap vermeye başladı. Kanlı mezhep savaşlarından sonra” aydınlama” dönemiyle birlikte bu süreci tersine çevirdiler. Kazanmanın, çalışmanın günah olamayacağını, dinde “ reform” yaparak protestan ahlakını oluşturdular.  Max Weber'in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu” kitabı bunu güzel özetler.

 İslam  ise hem bu dünyayı hem de öbür dünyayı emeğe dayalı kazanacağını- İnsanın ancak çalıştığı şeyin karşılığı vardır.-  olgusu doğrultusunda insanları teşvik ederek çalışmaya sevk ettiğini görüyoruz. Emeğin kutsallığı, çalışmanın ibadet olduğu,  kazanmanın ve infak etmenin sevap olduğu anlayışı; gelişmeyi, bayındırlığı, hoşgörüyü kamçılamıştır.  Bugün ise müslümanların geri kalması, tümüyle yanlış bir zihniyetin peşinden gitmelerinin bir sonucudur. Üretimden kopmaları, keramet ve evliya kültürlerini kutsamaları, şeyhlik kültürlerini yüceltmeleri ve etraflarında cereyan eden olay ve olgulara Emevi determisti açısından yaklaşmaları, müslümanların geri kalmasına sebebiyet vermiştir. İslam'a göre İnsanların  tercihte bulundukları ve değiştirebilecekleri şeyler “kader” değildir.  Kader kavramının bu kadar yanlış kullanımı “dini” değil tarihsel olarak “siyasi” yapıdan kaynaklandığını biliyoruz. “Yarın kıyametin kopacağını bile bilseniz ağaç ekin!”, “ Yoldaki taşın kaldırılmasını” bile sadaka olarak gören bir peygamberin ümmetinin bugün yerlerde sürünmesinin bir sebebi olsa gerek.

İnsanoğlunun yeryüzündeki serüvenine baktığımızda, 200.000 yıldır devam ettiğini görmekteyiz. Bizler ise onun ancak 2.000 yıllık tarihini (yazının icadı ) biliyoruz. Bugün  yerküreye baktığımızda, bazı bölgelerin geliştiği ve bazı bölgelerin gelişmediğini görüyoruz. Aynı zaman dilimi içinde yaşadığımız halde, neden bazı bölgelerin geliştiklerini ve neden bazı bölgelerin gelişmediklerine dair elimizde ciddi bulgular vardır.

“İhtiyaç ile gelişme” arasında eğer bir ilişki varsa,  neden bazı toplumlar gelişmiş ve neden bazıları da olduğu gibi kalakalmışlar ?” İhtiyaç  teorisi,  tek başına bu  sorulara cevap vermekten yetersiz kalmaktadır.  Daha farklı donelere ihtiyacımız vardır.

 O halde toplumsal organizasyon becerisi, yönetme içgüdüsü, bağımsız kalabilme ve ihtiyaçlarını giderme ve kazanma hırsı  vb.  etkenlerin bol olduğu  yerlerde, üretiminin geliştiği ve toplumsal  dayanışma ve refahın arttığını görüyoruz.

Şahsım olarak Bingöl iline bir yatırımcıyı yönlendirdim. Anlı şanlı işadamlarımız ; “Adamın kim olduğu, nereli olduğu, neden buralara geldiğini, amacının ne olduğu,  buraya gelip yatırım yapması durumunda bizim yatırımlarımızın engelleneceği ve teşviklerden faydalanamayacağımızı,” dillendirip durdular.  Daha doğrusu  bu kadarını beklemiyordum.  Ta olayı Sayın Cevdet Yılmaz Bey'e  kadar intikal ettiler. İyilikte, güzellikte rekabet etmek varken; kötülükte, çirkinlikte rekabet  etmeye bir türlü zihnim anlam veremedi.

Siyasetçilere, kamu yöneticilerine  diyeceğim odur ki;  bir toplumun üretim ve çalışma ile ilgili bağlantısını koparırsanız, o toplum çürümeye mahkum olur.  Müteahhit tipi toplumlar, üretmezler varolan pastadan pay kapmaya çalışırlar. (Önümüzdeki günlerde “müteahhit tipi toplum”u yazacağım. Bu kavramı Türkiye de ilk kullanan bir fani olarak, inşallah bunun kavramsal  açılımını yapacağım.)

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın