İzler kalır/ izler kalırsınız!Hepimizin yüreğini eşen, yaralayan izler bulunur, ama önemli olan olaylar ve olgular karşısında izler pozisyonunda ömrünü tamamlamamaktır. Birisinin hayatına katkı koymaktır. Doğaya, kendine ve başkalarına faydalı olmaktır. Başkalarının mutsuzluğu üzerinde hayatlarını idame etmeye çalışanlara ( kim olursa olsun) karşı tavır geliştirmektir. Çünkü insan niyeti ile değil eylemleriyle sorumludur. Doğanın kaldırabileceği bir eşik değer vardır. Bu eşik değer aşıldığında doğa kendisini yenileyemez. İntikamı acı olur; fırtınalar, depremler, seller, kuraklık ve doğal afetler kaçınılmaz olur. “Yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin!” Yoksa doğa sizde izler bırakır ve izler kalırsınız olup bitenlere! Yerküremiz maalesef bugün insanın kendi eliyle yaratacağı 6. yok oluşun eşiğindedir. Yarım asır önce Türkiye'de insanların derelerde balık tuttukları, dağlarda yabani hayvan avladıkları ve envaı meyvenin kendiliğinden yetiştiği bir doğal ortamda büyüdüklerini ifadelerinden anlıyoruz. Maalesef bugün birçok insanın doğal ortamlardan mahrum kaldıklarını görüyoruz. Şehirleşme açısından bari hiç olmasa okullar, hastaneler ve evler yeşillikler içerisinde planlansaydı diyorum ve üzülerek yutkunuyorum... Son günlerde sosyal medyada göçmen kuşlar hakkında güzel paylaşımlar görüyoruz. Bu paylaşımlardan birisi Tunceli ve diğeri ise Bursa ilinde geçiyor. Tunceli'deki leyleğin birisinin kanadı yaralandığı için göç edemiyor. Yaralı leyleği yalnız bırakmayarak göç etmekten vazgeçen leylek, kanadı kırık leylek ile birlikte 6 yıldır aynı yerde yaşamaya çalışıyor. Biri kanadına ve diğeri de yüreğine yenik düştüğü için yaz- kış demeden birlikte hayata tutunmaya çalışıyorlar. “Hayvanların duygusu yoktur” diyenlere karşı ibretlik bir derstir bu! Diğeri ise benim yaşadığım şehirde, Bursa'da, 14 yıldır herkesin bildiği Yaren Leylek'in öyküsüdür. Onun partneri ise kendi cinsinde birisi değil ve bir insandır. Her yıl göç mevsimiyle birlikte Âdem amcanın sandalına gelir ve ikisi sükûnet içerinde bakışarak birbirlerine özlemlerini giderirler. Çocukluğumdan beri göçmen kuşların yeri bende hep ayrı olmuştur. Ama bu kuşların içerisinde en çok ilgimi çeken hep leylek olmuştur. Nedense, onu hep "Hacı" lakabı ile birlikte anardık. O, benim için hep "Hacı leylek"ti. Göçmen kuşların içerisinde gidip, geri dönenlerin arasında bulunan, en sevdiğim varlık hiç şüphesiz leylektir. Küçük bir çocuk iken leyleklerin yuvalarını inşa etmeleri, birbirlerine kur yapmaları ve yavrularına katık taşımalarını hep merak içerisinde izlerdim. İnsanlar da kuşlar gibidir. Bazıları giderler hiç dönmezler, bazıları da asırlar geçer aramızda yaşamaya devam ederler. Eskiden insanlar zamana yenik düşmeyen eserler bırakırlardı. Bunun en güzel örneği vakıflardı. Vakıflar, günümüzde olduğu gibi bir “gelir kapısı” değildi başkalarının hacetlerini gideren yerlerdi. Ahir zamanla birlikte insanlar da değişti ve egoizm alıp başını gitti. Genelde insanlar belli bir yaştan sonra hayatlarına yeni birilerini almak istemezler. Üşenirler. Fildişi kulelerinde yaşamak isterler. Yeni şeyleri keşfetmekten korkarlar. Başkalarının onların hayatlarına neyi kattıkları veya neyi eksilttiklerine envanter defterlerine bakarak tavır geliştirler. Aslında hayata baktığımızda tüm “hesabi” ilişkiler, çıkarlar skalasını yüceltir. Kalıcı ve sanatsal ürünlerin gelişimlerini sekteye uğratır. Hesabi ilişkilere sahip olan insanlar istemeden köleliğin ve esaretin yaygınlaşmasına sebep olurlar. Oysa “hasbi” ilişkilere mensup olan insanlar özgünlüğü ve özgürlüğü tetiklerler. Özgürlük, insanın insan kalmasını ve maddi şeylere esir olmamasını sağlayan insanın tek ayrıcı niteliğidir. Özgür olan bir şahsiyet, neyin “amaç” ve neyin “araç” olduğunu bilir. Ben kişisel olarak hayatı zenginleştiren insanlara karşı ayrı bir duygu beslerim. Böyle hasbi ve harbi olan insanlara; sınır ve zaman koymam. Nerde olursa olayım, olduğum yerden fırlar çağrılarına iştirak ederim. İnsanların çoğu hayata önyargıyla bakar. Arı soktu diye bal yemekten kaçınan çocuklar gibi insan hayata küsmemelidir. İnsan ilişkilerin derecesine ve boyutuna bakarak hayatı anlamlı kılmaya çalışmalıdır. Alman filozof A. Schopenhauer insan ilişkileri hakkında geliştirdiği” kirpi metaformu” buna güzel bir örnektir. Soğuk havalarda üşüyen bir kirpinin biraz ısınmak için diğer kirpilere yaklaşmaya çalıştığı gözlemlenir. Fakat her denemesinde hem kendi hem de diğerlerinin dikenleri ona acı verir ve uzaklaşmak zorunda kalır. Yine de soğuk onu geri iter ve böylece ısınma ihtiyacı ile acıdan kaçma arzusu arasında sürekli gidip gelir. Bu ikilemin sonunda kirpi bir çözüm bulur; güvenli bir mesafeyi bulup korumak! Ne çok yakın olup acı çekmek ne de çok uzak olup donmaktır bu mesafe. Başka bir tabirle ne izole eden dondurucu bir yalnızlık, ne de bizi boğacak kadar bir yakınlık. Bütün mesele insan ilişkilerinde bu hassas dengeyi bulup korumaktır. Artık fazla yargılamıyorum kimseleri. Çünkü kendi fıtratıyla yabancılaşan bir insanın başkalarıyla gerçek anlamda bir ilişki kurması zordur. Yaşıtlarıma baktığımda, övünmek gibi olmasın ama ben hala çocuk kalbimle büyümeye çalışıyorum. Belki fıtratım öyle olduğu içindir hep çocuk kaldım. Unutmamak gerekiyor. Ki, her insanın kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk kalbi mutlaka vardır. Fakat insanlar büyüyünce bu duygu kaybolur; kalpler mühürlenir, kulaklar işitmez olur ve gözler görmez olur. Siz, siz olun, sizi seven insanları arayın ve hâl hatırlarını sorun! Onları, o rahat koltuklarında yalnız bırakmayın. Onlar bahaneler bulabilirler. Bahanelerin olduğu yerde mesafelerin kendiliğinden oluştuğunu unutmayınız. Onları, o rahat koltuklarında rahatsız ediniz ki ahir zamanın yorucu ilişkileri onları yormasın. Modern dünyada insanların çoğu etrafında insan bulamamaktan şikayetçidirler. Bunda kısmen haklı olabilirler. Fakat asıl kendi içlerinde kimseleri büyütüp beslemedikleri için içlerinin çölleştiğini unuturlar. Onun için çağımız insanı hep yalnızdır. Çünkü modern insanın bakışı kendisine yöneliktir. Asosyaldir. Narsizmin kuyusu içerisinde debelenip durduğunun bile farkında değildir. Diğer varlıkların onun hayatına neler kattıklarını pek anlayamaz; anlamak da istemez. Kendi davranışlarına yönelik her eleştiriyi de “haksızlık” olarak damgalar. Çıkarcıdır ve her şeyi bir "seyirlik" öğesi olarak görür. Hep kazanmaya meyillidir; anlamaya ve hayatı güzelleştirmeye meyilli değildir. Yaşama arzusu ve anlamın kalmadığı bir yerde hayat kısırdır. Oradan uzaklaşmak gerekir. Çünkü yaşamın kendisi inançtır, mücadeledir ve paylaşmaktır. Kötü niyetli kişilere karşı hayatı Donkişot gibi savunmak ve savaşmak gerektiğini de unutmamak gerekiyor. Bazen sözün ve değerin kalmadığı bir yerde, vitesi boşa alıp, gitmek en akıllıca çözüm olduğunu da unutmamak gerekir. İnsan bazen kendine döndüğünde veya “gidemem” dediği yerden gittiğinde; bazen de “kaldığı” yerde ve değiştirilemez dediği şeyleri değiştirdiğinde, hayatın nasıl farklılaştığını ve güzelleştiğini zaman içerisinde anlar. Sözün özü; siz, siz olun; size değer katanlara kapınızı her daim (habitat alanınızı) açık tutunuz! Yoksa izler kalır. İzler kalırsınız!
YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 24 Şubat 2025 Özgül Ağırlığa Sahip Olmayan İnsanların Dünyasına Hoşgeldiniz25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)
|