Türkiye'nin İnsani Yardımları Türk Tarihinde Bir Gelenektir: 1890'lardaki Kolera Salgınında Sultan II. Abdülhamid'in İran'a Yaptığı YardıGünümüzde bütün dünyanın maruz kaldığı Corona Virüs salgınında (Covid-19) Türkiye Cumhuriyeti'nin ırk ve din ayrımı yapmaksızın, dünyanın süper güçlerinden ABD ve İngiltere dahil, ihtiyacı olan daha birçok devlete yaptığı tıbbi yardımlar, bize tarihte yaşanmış büyük ölçekli salgın hastalıklar, doğal afetler ve katliamlar karşısında Osmanlı Devleti'nin alicenaplığını hatırlatıyor. Aşağıda sunacağım örnekler Türklerin tarih boyunca mağdur ve mazlumların yanında olduğunu göstermesi bakımından mühimdir. 1492 yılında İspanya'daki Endülüs Emevi Devleti yıkılınca İspanyollar oradaki hem Müslüman hem de Yahudileri katletmeye başlamıştı. Bunun üzerine Sultan II. Bayezid İstanbul'dan gemiler göndererek Endülüs'te büyük bir katliamla karşı karşıya kalan, çoğunluğu Arap olan, Müslümanlar ile Musevileri kurtarmış ve Osmanlı topraklarına getirtmişti. 1709 yılında Rusya karşısında zor durumda kalan ve büyük bir katliamla karşı karşıya gelen İsveç Kralı ve ordusunun yardımına Sultan III. Ahmed yetişmişti. 19. yüzyılın hemen başlarında dönemin süper gücü İngiltere'yi sarsan kıtlık felaketinde, Osmanlı Sultanı III. Selim yüklü miktarda buğday yardımında bulunmuştu. Sultan Abdülmecid 1845 yılında İrlanda'da meydana gelen kıtlıktan kırılmak üzere olan İrlanda halkına, İngilizlerin türlü türlü engellerine rağmen, 1847 yılında hem nakdi hem de ilaç ve gıda yardımında bulunmuş yine aynı dönemlerde,1849 yılında, Avusturya'nın yaptığı katliamdan kaçan Macarlara ülkesinin kapısını açmıştı. 1891'de Almanya'daki Saale Nehri'nin taşmasıyla büyük zarar gören bölge halkının imdat çığlığına, dönemin ekonomik açıdan zayıf ama insani duyguları güçlü Osmanlı Devleti ve padişahı Sultan II. Abdülhamid yetişmişti. Abdülhamid ayrıca İtalya'nın Sicilya bölgesindeki volkanik patlamadan meydana gelen mağduriyetleri gidermek için Avrupa'yı da kapsayan bir yardım kampanyası başlatmıştı. Türk Milletinin mazlumun ve mağdurun yanında olduğunu gösteren bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Biz şimdi asıl konumuza dönelim. 1889 yılında İngiliz gemilerinin Hindistan'dan, hac ibadetlerini yapmak üzere, Mekke ve Medine'ye taşıdığı Hintli hacıların Osmanlı topraklarına getirdiği kolera illeti, hac mevsiminin bitimi ve hacıların yurtlarına dönmeleriyle, dünyanın dört bir yanına yayıldı. O dönemde en fazla Müslüman nüfusu bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti, şüphesiz bu salgından en fazla etkilenen devlet oldu. Nitekim 1892 yılına gelindiğinde kolera illetinin bulaşmadığı Osmanlı beldesi neredeyse yoktu ve taşradan hükümet merkezine peşi sıra kolera vakası haberlerini içeren telgraflar gelmekteydi. Maddi bir buhranı yaşayan Osmanlı Devleti, bütün imkanlarını seferber ederek, salgının meydana geldiği yerlere başta doktor ve ilaç olmak üzere sıhhi ve tıbbi imkanlarını sevk etmekteydi. Aynı sıralarda İran'da kolera salgını ortaya çıkmış ve şiddetlenmiş olmalı ki, İranlılar koleradan kaçarak Osmanlı sınırlarında birikmeye başlamışlardı (BOA. DH.MKT. 1968/113). İşte böyle bir ortamda dünyadaki kolera salgınının da gidişatını yakından takip eden Devlet-i Aliye'nin dikkati biranda İran Devleti'ne yöneldi. Zira 20 Ağustos 1892'de Osmanlı'nın İran elçisi İran'da bazı din adamlarının öncülük ettiği kolera isyanlarının patlak verdiğini merkezi hükümete bildiriyordu (BEO. 94/6978). Bunun üzerine aynı gün, Sultan II. Abdülhamid irade-i seniyye yayımlayarak; İran'da devam etmekte olan kolera illetinden dolayı İslamiyet ve insanlık adına İran'a yardım yapılmasını emretti. Sultan'ın bu emri üzerine ilk olarak Meclis-i Vükela 2 Eylül'de toplanarak İran'a ne tür yardımların yapılabileceğini görüştü. Meclis-i Vükela'nın tavsiyeleri üzerine; Sadaret ve Seraskerlik Makamları ile Dahiliye, Tıbbiye ve Maliye Nezaretleri 21 Eylül'de İran'a gönderilecek sıhhi personel ve tıbbi malzemenin detaylarını belirlediler. Buna göre, İran'a tümü rızaları alınan rütbeli eczacı ve doktorlardan oluşan 8 kişilik bir heyet ile 200 liralık tıbbi malzeme sevk edilecekti. Bu heyetin maaşı, İran'da çalıştıkları süre içinde Osmanlı Devleti tarafından ödenecek, ilaçlar da İstanbul'daki eczanelerden tedarik edilecek ve heyetin yol masrafları ile tıbbi malzemenin nakliyatı için ayrıca 70 bin kuruş tahsis edilecekti. Heyetin başına Mirliva Halim Paşa getirildi. Görev süreleri boyunca heyet reisi Halim Paşa'ya aylık 4 bin kuruş, heyetteki doktorlardan Miralay İbrahim, Şevki ve Şakir Beylere 3'er bin, Binbaşı Halid Hüsrev, Kolağası Refik ve İbrahim Beylere ise aylık 1.500'er kuruş ödenecekti. Ayrıca Halim Paşa'ya postaya verilen tıbbi malzemenin ücreti için 15 bin kuruş verildi. 9 Ekim'de İstanbul'dan gemi ile yola çıkan heyet önce Trabzon'a oradan karayolu ile 28 Ekim'de Erzurum'a ulaştı. Yolculuk esnasında güzergahları üzerinde karşılaştıkları hastaları tedavi eden heyet Erzurum'a ulaştığında, İran'dan salgının kontrol altına alındığı haberi geldi. Bu gelişme üzerine heyet Erzurum'da bekletildi. Heyet 24 Kasım'da, Erzurum'da oldukça yaygın olan kolera illeti ile mücadele etmek üzere 4. Ordu'nun emrine verildi. Tıbbi malzeme ise İran'a gönderildi. Ancak kısa bir süre sonra kolera İran'da bir daha şiddetini artırdı. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti merkezi Erzurum'da olan 4. Ordu'ya, ordu bünyesinde görevli doktor ve eczacılardan bir heyet oluşturularak İran'a gönderilmesi talimatı verdi. (BOA. DH.MKT. 2004/74., 2012/38., 2015/7., 2033/88., Y.A.HUS. 267/9). Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti'nin şahsında Türk Milleti'nin alicenaplığını bu örneklerle anlamak yetersiz kalabilir. Bunun için tarihte yaşanmış benzeri vakalarda, diğer devletlerin takındıkları tutumu, kadirşinas Türk Milleti'nin insani eylemleriyle karşılaştırmak gerekir. Buna açık ve net bir örnek olarak, Rusya'nın 1864 yılında Kafkasya'da yaptığı katliamda sessiz kalan dönemin süper güçlerinden İngilizlerin tavrı gösterilebilir. Zira yüz binlerce Müslüman'ın Ruslar tarafından Kafkasya'da katledildiği ve yüz binlercesinin de Osmanlı topraklarına kendilerini zor attıkları bu büyük katliam esnasında Osmanlı Devleti İngiltere'den ilaç ve gıda yardımı talebinde bulunmuştu. İlk etapta bunu kabul etmeyen İngiltere ancak kendi kamuoyunun baskısıyla 5 bin sterlin tutarında peksimeti (bkz: Nazan Çiçek, Talihsiz Çerkeslere İngiliz Peksimeti…) mağdur Kafkas halkına göndermeyi şartlı kabul etmişti: Peksimeti İstanbul'a taşıyacak İngiliz gemilerinin nakliyat ücretini Osmanlı Devleti karşılayacaktı. Asalet, medeniyet ve insanlık para ve güçte mi kanda mı? Varın siz kıymetli okurlar karar verin. Dr. Öğretim Üyesi Muhammed KÖSE Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Tarih Bölümü muhammedkose@erzincan.edu.tr
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 15 Ocak 2024 Bol Odalı Boş Masalı Sağlık Müdürlüğü26 Kasım 2023 2023 Seçimlerinin Kazananları ve 2024 Seçimlerine Kısa Bir Bakış21 Kasım 2023 Bingöl'den Almanya'nın en iyi üniversitelerinden birine….21 Kasım 2023 Belediye Başkanı ve Meclisi….
|