Sanat/Çı ve SiyasetYazdıklarını severek okuduğum bir arkadaşım vardı. Daha çok varlık alemini, değerler dünyasını, insanın tekâmül macerasını ahlaki ve felsefi bilgilerle donatılmış yazılar yazardı. Zamanla siyasete ısındı. Günlük siyasetle ilgilenmeye başladı. Kalemini kadim değerlerden, güncel meselelere doğru sivriltti. Artık yazılarından sanat, felsefe, hikmet, bilgi ve insanlığın ortak paydası olan değerler gitmiş, başkalarına söz yetiştirmeye çalışan bir kaleme dönüşmüştü. Aksiyonerliği gitmiş, reaksiyoner kişiliği zuhur etmişti. Üzülmüştüm. Bir alimi /şairi öldürmek istiyorsanız, ona, ya “köşe yazarlığı veya siyasete giden yolu açın” o zaman kolaylıkla işini bitirirsiniz. Büyük düşünür ve sanatçıların gelip yenildikleri ve boğuldukları “hendek”te burasıdır! Siyaset felsefesiyle ilgilenmek ile politikacı olmaya karar vermek, idari ve hukuki alt yapısı oturmamış ülkelerde sorunludur. Bu iki olgu arasında iyi bir denge kurulamaz ise kişinin varacağı yer kendi elleriyle kazdığı mezarı olur. Siyaset ile entelektüel dünya arasında ölçü bellidir. Yazılarımda kaç kere alıntıladığımı ben bile hatırlamakta zorlanıyorum. “Kimlerin sizlerle beraber olduğunuzdan ziyade, sizlerin kimlerle beraber olduğunuz önemlidir”. Bizim kuşağımızda yetişen güçlü kalemler vardı. Hem batı hem de doğu kaynaklarını okuyan, analiz eden insan sayısı epey fazla idi. Zamanla siyasetin ve köşe yazarlığın bu beyinleri nasıl ölüme sevk ettiğini yaşayarak deneyimledim. Hakk'ın hakkına olan hatır gitmiş, kula olan minnettarlık baş köşeye oturmuştu. Artık yanlışa yanlış diyecek, gerçeğe şahitlik edecek, insanları ortak paydada buluşturacak söylemler gitmiş, “ya bendensin ya da kara toprağınsın” diyecek kerteye ulaşmış bir medya diline sahip oldular. Keskin sirkenin küpüne zarar vereceği ne çabuk unutulmuştu. Bu tavrın ve bu dilin insanlığı felaha götüremeyeceği ortadadır. Bu topraklarda fikri hür, irfanı hür nesillerin yetişmesi için, nefes alabilecek ortamların olmaması her kesimdeki aydını ister istemez siyasallaştıracaktır. Onun için Türkiye'nin bağımsız aydını hiçbir zaman olmadı. Bu onların da suçu değildi. Türk aydını, hiçbir zaman stajyer devlet memurluğundan kendisini terfi ettiremedi. Çünkü bizde Batı gibi sivil ara kurumlar hiç olmadı. Bizim aydınımız hayatını idame ettirebilmek için siyasete ve kurumsal bir güce yaslanmak zorundadır. Bu onların suçu değildir. Düşüncenin, sanatın ve estetiğin dışlandığı, horlandığı yerde bağımsız bir aydın tipinin ortaya çıkması zaten pek mümkün değildir. Eğitimin paralı hala geldiği, bilgisayar kutuları gibi bina yapanların kutsandığı ve insanlığın ortak paydasına katkı koyanların horlandığı bir yerde, yeni bir medeniyet kolay kolay neşet etmez. Türkiye'de Kültür…Bakanlığı ne yazık ki sadece turistik tesislere bakar; kültürel değerlere kulak asmaz. Eğer bir devlet aklı, sanatçısının üretmiş olduğu eserlerine sahip çıkmaz ise - ve en vahimi, kendi aydınları arasında taraf tutarsa- orada hakikat ile insanları buluşturacak aracılarını da kaybeder. Tarihimizde bu hususla ilgili birçok örnek vardır. Mehmet Akif Ersoy yokluk içinde, Necip Fazıl Kısakürek borç içinde, namuslu enteljansiya ise müflis bir tacir gibi ekmeğe muhtaç oldu. Rahmetli Cemil Meriç avazı çıkıncaya kadar bu temayı eserlerinde dillendirmeye çalıştı. Duyan olmadı. Şimdi ise Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bu konuyu dillendiriyor ve yetkili birimler bu sesi bir türlü duymuyorlar !.. Devlet, düşünceler karşısında tarafsız ve düşünce ürünleri karşısında ise (şiir, deneme, roman, öykü, tiyatro, sinema, reklam vb.) destekleyici bir işlev görmelidir. Büyük devletler, liderler her zaman yaratıcı fikirleri desteklemişlerdir. Bunun başka bir yolu da yoktur. Bilginlerini yokluğa muhtaç eden bir düzen, yeni bir medeniyet oluşturamaz Eğitim ve kültür politikası olmayan bir yapı, verili kültüre meydan okuyamaz. Okuyamadığı gibi ve yeni bir kültürel havza da inşa edemez. Siyaset, yeni bir medeniyet inşa edemez. Siyasetin doğası çatışma kültürü üzerinde vücud bulur. Medeniyet ise değerler üzerinde yükselir. Siyaset, somut ihtiyaçlara seslenir, sanat ise ulvi (soyut) değerlere hitap eder. Siyasetin amacı kültürel olgular karşısında taraf tutmak değil, onlara zemin hazırlamaktır. Sanatın boy verdiği bahçe, her türlü fikrin özgürce ve korkusuzca yarıştığı tam rekabet piyasa şartlarının oluştuğu piyasadır. Genelde politikacılar, kendilerini, toplumun vazgeçilmezleri olarak görürler. Böyle gördükleri için realiteye yabancılaştıklarını bir türlü fark etmezler. Halbuki insan, en çok kendisine bakarken körleşir. Hakikat ile olan bağlantısı sekteye uğrar, hakikati göremez olur. Her türlü fikri eleştiriyi hakaret ve kendisine yapılmış kötü bir muamele olarak görmeye başlar… Varlık aleminde kişinin kendisine yabancılaşması kadar korkunç bir şey olamaz. Sanat/çı bu alanda siyasetçileri uyarır, kendilerini toparlanmalarını sağlar, yanlış yapmalarını önler ve toplumun sağlıklı bir şekilde yönetilmesini sağlar. Ayrıca bize öğretilmiş bir yanlışlık daha vardır: “Siyasetin doğası, ister istemez pragmatizmi içerir” diye. Bu kendi zaaflarımızın ve açmazlığımızın bir yanılsamasıdır. İnsan hangi değere sahip ise, siyaseti de o değere göre dizayn eder. Örneğin bir inanca bağlıysanız ve o inanç size “yalan söylemeyi haram kılmışsa”, siz de tam onun aksini yapıyorsanız burada bir çelişki vardır demektir. Maslahat her zaman geçerli bir mazeret teşkil etmez. Maslahatın istisnai durumlardan çıkıp genelleşmesi kadar tehlikeli bir iş yoktur. Hayatın anlamı ve zenginliği, yalana teslim olacak kadar küçük değildir. Siyaset, mümkünler dünyasında mümkünü geçerli kılma sanatıdır. Oportinist ve pragmatist olma hünerbazlığı hiç değildir. Siyaset, aslında erdemli, faziletli ve bilge kişilerin sanatı olarak olagelmiştir. Peygamberler, filozoflar, büyük düşünürler ve bilge insanların sanatı olarak bilinmiştir. Siyasetin “hükmetme” ve “rant kapısı” olarak görülmesi beraberinde çeşitli sorunlara neden olmaktadır. Siyaset, temel ilkeler üzerinde yapıldığında güzel ve anlamlıdır. Salt çıkarların üzerinde yapıldığında ise çirkin ve ayrıştırıcı bir şeydir. Küresel ve bölgesel düzlemde siyaset; rantın, imtiyazın, keyfiliğin ve haksız kazancın kapısına dönüşmüş olması, değerlerden yoksun popülist insanların sığındığı bir liman olmuştur. Popülist söylemler ve aynı havuzda olmanın verdiği haz, siyaseti bir kazanç kapısı yapmıştır. Bu birey için iyi olabilir fakat ülkenin ve toplumun geleceği açısından sancılı bir durumdur. Siyaset, rant kapısı olduğu müddetçe, yetersiz ve donanımsız kişiler için siyaset vazgeçilmez değerdedir. Siyaset temel ilkeler üzerinde dizayn edilirse dalkavukların sığınacağı bir liman olmaktan çıkar. Bir toplumun siyaset tarafından rehin alınması, o toplumu çürümüşlüğe götürür. Siyasetin kendisi özne değildir, özne olan hayattır. Siyaset bir araçtır, amaç değildir. Amaç olarak görüldüğünde insanların yaratıcı özelliklerini öldürür; toplum kutuplaşır, düşünce kaybolur, çatışma kültürü oluşur. Ünlü İslam alimi Farabi'nın değişiyle, “Siyaset; hayatın güzel idamesi için icat edilen erdemli insanların bir uğraş alanıdır.” İnsana yeni zindanlar, yeni dünyalıklar ve yeni düşmanlıklar yaratan alışkanlıklar kapısı asla olmamalıdır.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|