Efendim, halk arzetmez azleder !“Çok çalışıyoruz, sevdiklerimize vakit bile ayıramıyoruz” diyorlar. Evet, çok çalışıyorlar, kendilerine bile vakit bulamıyorlar, ne hikmetse ürettikleri hizmetten memnun olan da yok ! Son zamanlarda kamu bürokrasisinden ve siyasetçilerden en çok duyduğumuz sözler bu. Ne İlginçtir ki, görünürde bu kimseler köşelerine çekilip sevdikleriyle hemhal oldukları da görülmüyor. Bir zamanlar teftiş ile bir görevde çalışırken tipik bir bürokratla tanışmıştım ve tartışmıştım. Yüce Devletlü şahıs, sırtını devlete dayamış ve saltanatını sürdürmekte maharet sahibi birisiydi. Oruç tutan personeli cezalandırmak için yemekhaneyi hep Ramazan ayında tadilat ederdi. Ne hikmet ise ahçıyı da hep Ramazan ayında yıllık izine gönderirdi. Zat-i alinin personel alım kriterleri de çok farklıydı. Özellikle 28 Şubat karanlığında yapmadığı kötülük yoktu. Kalemim bunları yazmaya varmaz. Yeni evli çiftlerin çocuk yapmalarına müdahale eder, 5 yıl çocuk yapmama şartı koşardı. Zannederdiniz ki, sarayının saltanatını yıkacak çocuk onun sarayında doğacak kadar kehanet sahibi idi. Halbuki bilmezdi ki her firavunun sarayında bir Musa'nın doğacağıydı. Ankara'dan taşraya görev icabı gelen üst düzey görevlilere karşı mütevazi, hürmetkar ve el pençe durmakta mahirdi. Onları karşılar, yedirir ve hediyelere boğardı. Ankara'ya kadar altlarına kamunun aracını tahsis eder ve şehrin çıkışına kadar onları yolcu etmekten üşenmezdi. Zamanla bu hizmetlerle de yetinmedi. Ankara'da onları daha fazla nasıl “memnun” ederim düşüncesiyle Gölbaşı'nda bir sosyal tesis satın aldı. Bununla da kalmadı Yüce Devletlüleri(!) kış mevsiminde nasıl rahatlatırım düşüncesiyle Uludağ zirvesinde otelciliğe soyundu. Artık sırtı yere gelmez birisiydi. “Üstlerine kedi, astlarına aslan kesilen bir protipti.” İlginç bir kişiliği vardı. Herkes korkardı kendisinden. Zenginleri paraya boğar ve fakirlere karşı Neron kesilirdi. Ne hikmetse bizim zenginlerimiz bizden daha fakir, asa( iktidar) sahibi olanlar ise bizden daha aciz halde idiler. Oldum olası yıldızım bu tür yöneticilerle hiç bir zaman barışmadı. Bir gün karşısına dikildim. Beni sevmediğini biliyordum. “Neden böyle yapıyorsun?” diye sorduğumda aldığım cevap; Olimpus Dağ'ında oturan tanrıların kişnemesi gibi gelmişti. Kötülüğün de insana öğreteceği şeyler vardı. İş hayatında onun yaptıklarının tam aksini yaptım. Rabbim, beni çeşitli makamlara gelmemi nasip eyledi. Acı çektim; fakat sevildim, sevdim. Hayata karşı bakış açım hep farklıydı. Hizmet almak için değil, hizmet vermek için o koltuklarda olduğumun bilincindeydim. “Ne zulmedin, ne de zulme rıza gösterin!” ilkesiyle hareket etmenin meyvelerini fazlasıyla alacaktım hayattan. Dedim ya ilginç bir kişiydi. Her Ankara'ya gittiğinde aynı ceketi giyerdi. Ankara'dakiler bu zatın tutumlu, kamu kaynaklarını israf etmeyen birisi olarak bilirlerdi. Çalıştığı müddetçe hiç izin kullanmadığını dillendirirdi. Bende bir gün dayanamadım: “Sen kendine ve çocuklarına zulmediyorsun; iyi bir insan kendisine ve çocuklarına zaman ayıran, çalışmasını, dinlenmesini bilen bir insandır” demiştim. Bu tip yöneticiler ekip çalışmasını bilmezler, birlikte iş görmezler, kendilerini vazgeçilmez olarak görürler. Üstlerini methederler, astlarını hep hor görürler. Liyakatin ve ehliyetin ne olduğunu bilmezler. Son zamanlarda kamu bürokrasisinde bu tip yöneticilerin çoğaldığını görüyoruz. Sadece üstlerini hoşnut tutmaya çalışan ve ahalinin dilek ve şikayetlerini dikkate almayan yönetici tiplerin arz-ı endam ettiklerini görmekteyiz. Üstlerini memnun etmeye çalışan bu tip yöneticiler, ne yazık ki bir türlü halkın istek ve taleplerine vakit bulamıyorlar. Çünkü, yeni ilişki biçiminin liyakat ve ehliyetten geçmeğini çok iyi biliyorlar. Sırtını bir yakın siyasetçiye dayandıran, hizmet vermekten kendini muaf görüyor. Onların tek bir amaçları vardır; sırtlarını dayadıkları dayılarına hizmet etmekten kusur etmemeleri… Allah var, bunu da çok iyi beceriyorlar! Ey aziz okuyucu! Bir dönemin sonuna geldik ve yeni bir sabahın arefesindeyiz. Bunu neden söylüyorum: Çünkü yeni anayasa değişikliği ile birlikte, artık hiç kimsenin koltuğunun garantili olmadığı görülüyor. Deniz bitti. EFENDİM, ARTIK HALK ARZETMEZ, AZLEDER! Hamiş: Bir varmış bir yokmuş memleketin birisinde bir Devletlü Zat varmış. Bir gün ahali Devletlü Zat'tan kurtulmak için kendi aralarında 65 Anka kuşunu Kaf Dağın ardındaki Simurg'a şikayete yollamışlar. Bir de ne görsünler, onlar Kaf Dağ'ına daha ulaşmadan bizim Devletlü Zat bir çırpıda Simurg'un saraya varmış. Varmış da ne olmuş demeyin Yüce Devletlü Zat şirin mi şirin bir lisanla Simurg'a yaptıkları hizmetlerini birer birer saymadan önce övgü dolu methiyelerleri birer birer dökmeye başlamış: “ şevketlü, kudretlü, kerametlü, koruyucumuz” diye saymaya başlamış. Gün bitmiş, ay sararmış, güneş solmuş…tam aradan 15 yıl geçmiş. Devran dönmüş, Simurg yaşlanmış, Bir gün dayanamamış hele bi'çağırın bu Devletlüyü bir dinleyelim demiş… ARKASI YARIN. ( Hani bizim zamanımızda radyo tiyatroları vardı ya, hikayenin en meraklı kısmı hep yarıda bırakılırdı. Bunun gibi bir şey.)
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|