Ramazan ayı ve oruç ibadeti-2Ramazan ayı münasebetiyle Ramazan ayı ve Oruç İbadeti konulu bir yazı kaleme Solhan Müftüsü İbrahim Özdemirin dün verdiğimiz yazısının devamını siz değerli okurlarımızın beğenisine sunuyoruz.Ramazan ayı ve Oruç İbadeti konulu yazısının bu bölümünde Müftü Özdemir, Orucun Hikmetleri ve İbadet Ahlak Bütünlüğüne vurgu yaptı. İşte Müftü Özdemir'in yazısının devamı: ORUCUN HİKMETLERİ İslam'ın bütün emir ve yasaklarında insanlara yönelik birçok dinî ve dünyevî maslahatlar gözetildiği gibi oruç ibadetinde de insana yönelik birtakım maslahatlar gözetilmiştir. Zira Cenâb-ı Hakk hikmet sıfatı gereği bütün fiil ve hükümlerinde insanlara dönük bu tür maslahatları gözetmiş, hiçbir şeyi yok ve boş yere yaratmamış ve hiçbir anlamsız emir ve yasağı koymamıştır. Oruç ibadetinin insanları ilgilendiren dinî ve dünyevî maslahatlarını kısaca şöyle ifade etmek mümkündür: Oruç tutmakla Allah'ın emir ve yasaklarına riayet eden kişinin kendi nefsini tezkiye etmesini, kötü hasletlerden arındırmasını ve Allah'a kulluk etme noktasında kendini eğitmesini sağlamaktadır. Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyururlar: Allah'a yemin ederim ki, oruçlu insanın ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha güzeldir. Zira o yemesini, içmesini ve isteklerini Allah için terk etmiştir.” Bu hadiste ifade edildiği gibi, kulun, istek ve arzularını Allah rızası için terk etmesi yani Allah'a itaat etme noktasında kendini eğitmesi onu Allah katında sevimli kılıyor ve ona ilahî rızayı ve uhrevi maslahatları kazandırıyor. Bugünkü modern tıbbın verilerine göre orucun insan bedenine sağladığı sayısız yararlar olduğu gibi manevi ve ruhî açıdan da insana birçok faydası söz konusudur. Aslında insanın nasıl bir varlık olduğu bilinmeden orucun da nasıl bir ibadet olduğunu ve ne tür bir işleve sahip bulunduğunu da bilmek mümkün değildir. Diğer bir ifadeyle insanın ruhî yönü olan bir yapıya sahip olduğu bilinmeden ve bu yön dikkate alınmadan orucun nasıl bir ibadet olduğu ve gerekli olup olmadığı da bilinmez. Nitekim insan salt maddeden yani et ve kemikten oluşan bir varlık olmadığı gibi, salt ruhtan da ibaret bir varlık değildir. İnsan maddî yönünün yanı sıra manevi yönü olan ve çok hassas bir ruh yapısı bulunan iki boyutlu müstesna bir varlıktır. Hatta insanı insan kılan maddî boyutu değil Allah'ın bedenine üflediği ruhudur yani ruhî boyutudur. Ebu Hayyân Tevhidî şöyle der: Nefsine yönel ahlakî açıdan onu olgunlaştır ey insan Çünkü sen bedeninle değil ruhunla olmuşsun insan Topraktan yaratılan insan bedeni onu yeryüzüne doğru çekerek toprağı ve maddeyi ona cazip kılarken ruhu semavî olduğu için onu semaya ve yüce şeylere doğru çekmektedir. İnsandaki madde unsuru öncelenir ve egemen kılınırsa insanı aşağılara ve hayvani arzulara doğru itelerken, ruh unsuru öncelenir ve egemen kılınırsa onu ulvî değerlere ve yüce anlamlara doğru yükseltir. Dolayısıyla oruç maddeye karşı ruha, şehvete karşı da akla destek ve kuvvet olmaktadır. Nitekim melek salt akıldan, şeytan salt nefisten yaratılırken insan ise melekteki akıl ile şeytandaki nefisten yaratılan iki boyutlu bir varlıktır. Bu nedenledir ki melek sadece iyiliği, şeytan sadece kötülüğü yapabilirken insan hem iyiliği hem de kötülüğü yapabilmektedir. Ve bu nedenledir ki insan yeryüzüne halife kılınmış, imtihana tabi tutulmuş ve mükellef kılınmıştır. Şayet insan meleksi yönünü egemen kılarsa eşref-i mahlûkat derecesine ulaşırken şeytanî yönünü yani nefsi arzu ve isteklerini egemen kılarsa esfel-i safilîn derekesine düşmektedir. İşte insanı eğiten ve olgunlaştıran oruç ve diğer ibadetler bu bağlamda anlam kazanır. Çünkü insanı muhatap alan İslam insanın fıtratından gelen insanî duyguları ne inkâr eder ne engeller ne de büsbütün serbest bırakır. Aksine ibadet yoluyla onları dizginler. Ve bunun için de insana zarar veren haramı ve harama götüren bütün yolları kapatırken insana fayda veren farz, vacib, mendup ve mubah olanı ve bunlara götüren bütün yolları da açık tutar. Zira İslam sadece haram kılan, yasaklayan ve insanların eğilim ve duygularına ket vuran bir din değil, meşru alternatif yolları beyan edip insanların üstlendikleri emanet ve hilafet vazifelerini yapabilecek yöntemleri sunan bir dindir. Bu nedenledir her haramın bir değil birçok alternatif helâlı vardır ve İslam'da helâl olan şeyler değil haram olanlar sayılır. Nitekim “Eşyada aslolan mubahlıktır” anlamındaki fıkhî kural bu hususu veciz bir biçimde ifade etmektedir. Oruç insanın iradesini eğitir, insan nefsini dizginler, insanı musibet ve zorluklara karşı sabretmeye alıştırır ve onu alışkanlıkların esaretinden kurtarır. Nitekim insan denen varlık da aslında iradesiyle inkişaf eder ve iradesiyle gerçek anlamda insan olur. Çünkü insan sahip olduğu irade nedeniyle sorumlu kılınmış ve gökyüzünün, yeryüzünün ve dağların yüklenmesinden çekindikleri emaneti yani ilahi emir ve yasakları iradeye dayalı olarak üstlenmeyi ve yeryüzünü ilahî murada göre imar etmeyi yüklenmiştir. Namaz, oruç vb ibadetler insanı bu kıvama getirmek ve onu arındırıp olgunlaştırmak için konulan İslami eğitim yöntemleridir. Nitekim oruç ayetinde, orucun farz kılındığının hikmeti olarak müminlerin ilahî emir ve yasakları uygulamak suretiyle kendilerini eğitmek ve Allah'a karşı sorumluluklarını tas tamam yerine getirmek(takvâ) olarak belirtilmektedir. Bütün insanlar değişmeyen bir tabiatı paylaşınca oruç da mezkûr ayette ifade edildiği gibi bütün insan topluluklarına farz kılınmıştır. Zira insan tabiatı böyle bir ibadeti hatta İslam'daki bütün ibadetleri iktiza ediyor. İBADET ve AHLAK BÜTÜNLÜĞÜ Yukarıda verilen bu bilgiler İslam'daki ibadetlerin amel ve ahlaktan ayrı tasavvur edilemeyeceğini yani ibadetlerin insanı amel ve ahlak bakımından kâmil bir noktaya getirmesi gerektiğini bize göstermektedir. Bu nedenle namaz kılan, oruç tutan vb ibadetlerde bulunan bir Müslümanın bu ibadetleri yapmayan sıradan bir insan gibi davranması yapılan ibadetlerin tam olmadığını gösterir. Böyle bir Müslüman'ın kendini ciddi bir eleştiriye/muhasebeye tabi tutması İslami bir zorunluluk arz etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz(sav) “oruç ateşten koruyan bir kalkandır” buyurmaktadır. Nasıl ki kalkan sahibini düşmanın silahına karşı koruyorsa oruç da Müslüman'ı kötülüklere ve haramlara karşı korumaktadır. Bu da orucun salt mideyi ilgilendiren bir ibadet olmadığını aksine insanın bütün organlarını ilgilendirdiğini göstermektedir. Peygamber Efendimiz(sav)'in “Kim yalan konuşmayı ve onu hayat formu yapmayı bırakmazsa Allah'ın onun yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur”, “Bazı oruçlu insanların oruçlarından aldıkları hisse sadece aç ve susuz kalmalarıdır” mealindeki hadisleri bu bağlamda anlamını ifade etmektedir. Bu husus sadece oruç için geçerli değildir. Belki bütün ibadetler için de söz konusudur. Diyebiliriz ki İslamî ibadetlerin temel maksadı insanı şeytanın, nefsin, maddenin ve kötü duyguların egemenliğinden kurtarıp kendi iradesine malik kılmak, murad-ı ilahî çerçevesinde bir hayata kavuşturmak ve onu böylece iki dünya mutluluğuna kavuşturmaktır. Bütün bu hususları düşündüğümüzde Peygamber Efendimiz(sav)'in “ Her kim inanarak ve sevabını Allah'tan dileyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır”, “Her kim inanarak ve sevabını Allah'tan dileyerek Ramazan gecelerini ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır” mealindeki hadisleri daha iyi anlamış oluruz. Çünkü bu iki hadis ve bu anlamdaki diğer hadisler Ramazan ikliminde yaşadığı atmosferi bütün hayatına yansıtan Müslümanlar için geçerlidir. Yoksa bu nebevî müjdeler, sadece Ramazan ayını ibadetle geçirip Ramazan ayı dışındaki hayatını istediği şekilde yaşayanlar için söz konusu değildir. Bu tür insanlar için biraz önce zikredilen ve nebevî eleştirileri içeren hadisler geçerlidir. Çünkü ibadetler dinî ve dünyevî açıdan faydalı davranışlarda bulunmayı bizlerde sürekli bir hale getirmelidir. Aksi halde ibadetlerimiz davranışlarımıza yansımayacak, bizler tarafından din ve dünya birbirinden bağımsız olarak algılanacak ve neticede dine ve dünyaya farklı pencerelerden bakılacaktır ki, bu din-dünya ayrışması bu günkü Müslümanların karşı karşıya kaldıkları en tehlikeli sorunu oluşturmaktadır. Dolayısıyla yukarıda zikredilen Ramazana dair hadislere ibadet ve davranış bütünlüğü perspektifinden bakmak gerekir. Aksi takdirde özelde oruç genelde din yanlış algılanır, yanlış uygulanır ve sonunda dinin temel maksatları gerçekleşmiş olmaz. Ve bu durumda asıl zarar eden de –maazallah- biz insanlar oluruz. Zira din çift taraflı kesen bir bıçak gibidir. Şayet doğru anlaşılır ve yaşanırsa rahmet olur, yanlış algılanır ve yaşanırsa da sıkıntı oluşturur. Bu yanlış yorumlama ve yaşama biçimine dair tarihte ve günümüzde birçok örnek görmek mümkündür. SONUÇ Sonuç itibariyle şunu söylememiz mümkündür: Ramazan ayı; orucuyla, kıyamıyla, içinde indirilen Kur'an'ın tilavet edilmesiyle, fitre ve yardımlaşma faaliyetiyle her yıl Müslümanlar için açılan ve belli bir programı olan rabbanî bir medresedir. Müslümanlar bu medresede manevî ve yüce değerleri kazanmak için pratik bir eğitime tabi tutulmaktadırlar. Tabi tutuldukları bu maddî ve manevî eğitim süreci sonucunda Müslümanlar, önce rahmete namzet bir duruma gelirler, sonra ilahî mağfiret kapsamına girerler ve en sonunda da azaptan beraat etme diplomasını almaya hak kazanırlar. Yeryüzü okullarında verilen hiçbir diploma bu diploma kadar değerli değildir ve dünyada hiçbir meslek, iş ve ticaret de azaptan kurtulma karını kazandıran bu iş ve ticaret kadar karlı olamaz. Nitekim “Peygamber Efendimiz(sav) çok cömert idi. Cömertliği Ramazan ayında daha da artıyordu. Hatta O bu ayda her hayra ulaşmak için hızlı esen rüzgâr gibi esiyordu” mealindeki hadisi düşündüğümüzde Ramazan medresesinde insanın nasıl başarılı olup mezkûr kazanımları elde edileceğinin yol ve yöntemini anlamış oluruz. Cenâb- ı Hakk hepimize bu kutlu ve mutlu ticareti nasip eylesin, Ramazan ayını hepimiz için hayırlı kılsın ve bizleri bu ayı hakkıyla değerlendirip o paha biçilmez kazanımlara nail olan bahtiyar kullarından eylesin. Tüm Müslümanların Ramazan ayını tebrik ediyorum. YORUM YAZIN
|
|