Savaş, çatışma ve baskı sonucunda evlerini ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan mültecilerin sorunlarının artarak devam ettiği kaydedilen açıklamada, “Hukuki düzenlemelerin yetersiz kaldığı “mültecilik sorunu”, güvenlik duvarları, tel örgüler ve tekne faciaları ile birlikte insanlık trajedisine doğru yol almaya devam etmektedir. Öte yandan, yerinden zorla edilenler için kalıcı iyileştirme yollarına gidilmesi yerine geçici ve süreli çözümler geliştirilmeye çalışılması yeni ve bitmeyen sorunlara neden olmaktadır. Türkiye'de kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısı resmi verilere göre 1 milyon 800 bin, gayri resmi rakamlara göre ise 2 milyonu aşmıştır. Türkiye'ye Suriye'den sığınan mültecilerin 260 bini 10 ilde bulunan (Hatay, Kilis, Urfa, Antep, Maraş, Osmaniye, Adıyaman, Adana, Mardin, Malatya) 25 kampta kalırken, geri kalanlar ise Urfa, İstanbul, Antep, Kilis, Hatay başta olmak üzere neredeyse tüm illere dağılmış durumdadır. Bu grubun dışında, Irak'tan IŞİD vahşetinden canını kurtaran on binlerce Ezidi ile yine Irak'tan gelen on binlerce Türkmen, Asuri, Süryani, Kürt, Arap grupları da Türkiye'ye sığınmıştır. Ayrıca, başta Afganistan, İran ve Afrika ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerden gelen mültecilerin sayısı da 100 bini geçmiş durumdadır” denildi.
Türkiye'de Suriyeli sığınmacıların tutulduğu 25 AFAD kampının STK'lar ve siyasi partiler tarafından denetlenmesine izin verilmemesinin oldukça sorunlu bir yaklaşım olduğu belirtilen açıklamada, “Aralarında Türkiye'ye sığınma amacıyla gelen kişilerin de olduğu, sınırdışı edilmek üzere İçişleri Bakanlığı tarafından idari gözetim kararı alınarak aylarca gözaltında tutulmaktadırlar. Tutuldukları geri gönderme merkezleri insan hakları standartlarına uymayan, temel hakların sağlanamadığı gözaltı merkezleridir. Türkiye'de toplam 13 ilde 1740 kişilik kapasitesi olan, kötü koşullardaki bu merkezler halen emniyet müdürlüğü görevlileri tarafından işletilmektedir. Sığınmacı grubu içinde bulunabilecek refakatsiz küçükler, kadın ve çocuklar ve diğer hassas grupların özel korunma ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik tedbirler bir an önce alınmalıdır. Gelen sığınmacıların ülkeye kabulü ve temel ihtiyaçlarının karşılanması sürecinde etnik köken, din ve benzeri etkenler etrafında herhangi bir ayrım gözetilmeksizin eşit yaklaşılmalıdır” denildi.
Mülteci ve sığınmacıların Türkiye'de uzun süre kalacakları göz önünde bulundurularak tespitler yapılması, kalıcı politikalar üretilirken bakanlıklar, sendikalar ile STK'ların ve özellikle de mültecilerin dâhil olacağı ortak bir çalışma başlatılmasının önemli olduğu vurgulanan açıklamada, “Bu kapsamda; Türkiye mülteci/sığınmacı/göç mevzuatını yeniden düzenleyerek coğrafi sınırlama çekincesini kaldırmalı, tüm kıtalardan Türkiye'ye gelerek sığınmak zorunda kalanlara mülteci statüsü tanınmalıdır. Mültecilerin ‘umuda yolculuklarını' kabusa çeviren insan kaçakçıları ile etkili mücadele yürütülmeli, bu kişilerin işledikleri suçlarla ilgili cezalar ağırlaştırılarak etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmalıdır. Türkiye ile AB arasında imzalanan vize muafiyeti ve geri kabul anlaşması gözden geçirilmeli, Türkiye'nin mülteciler bakımından adeta bir depo ülke olma konumu kabul edilmemelidir. Bu hususta AB kendi sorumluluklarını Türkiye üzerine bırakmamalıdır. İdari gözetim kararı verilenlerin tutulduğu geri gönderme merkezleri bir an önce insani koşullara kavuşturulmalı ve buranın yönetimi göç idaresine devredilmelidir. Suriyeli sığınmacıların kaldığı AFAD kampları Göç İdaresine devredilmeli ve STK'ların denetimine açık hale getirilmelidir. Türkiye mültecilerle yaşamayı öğrenmeli, bu bağlamda nefret söylemini yasaklayarak bir an önce nefret suçlarını düzenlemelidir. Toplumların bir arada ve uyum içinde yaşayabilmesi, farklılıkların zenginliğe çevrilebilmesi, mültecilerin sığındığı ülkede düşmanlıklardan uzak bir şekilde huzuru ve güveni bulabilmesi adına, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü'nün toplumsal vicdanımız için yeni bir dönüm noktası olmasını diliyoruz” ifadelerine yer verildi.