KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
20 Ocak 2025 Pazartesi
°C
Gençlik spor`dan tiyatro etkinliği
Gençlik spor'dan tiyatro etkinliği
Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü, Ramazan ayı münasebetiyle bir dizi tiyatro etkinliği düzenleyeceğini bildirdi.
22.08.2009
04:01
0
1194
0
Karlıova ve sancak`ta deprem
Karlıova ve sancak'ta deprem
Bingöl'ün Karlıova İlçesi ile Sancak beldesinde 2 ayrı deprem meydana geldi. Depremde can ve mal kaybının yaşanmadığı bildirildi.
22.08.2009
03:59
0
1563
0
Tarihi değerlerin yok olmasına göz yumuluyor
Tarihi değerlerin yok olmasına göz yumuluyor
Bingöl'ün Genç ilçe merkezine 3 kilometre uzaklıkta bulunan Genç kümbetinin ilgisizlikten dolayı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı görüldü.
22.08.2009
03:57
0
1250
0
Eski ramazanlar ve eski sol tarih kadar uzaktalar
Eski ramazanlar ve eski sol tarih kadar uzaktalar
Toplumun "yazılı hafıza" sı zayıf ise, ölen kuşaklarla birlikte yakın tarih de sonsuz yolculuğa çıkar...
Hatırlayın eski radyo ve televizyon programlarındaki "Ramazan Sohbetleri" ni.
Programı sunan kişi konuğuna "Eski Ramazanlar nasıl geçerdi" diye sorunca, genellikle 19'uncu yüzyılın sonunda veya 20'nci yüzyılın başında doğmuş olan konuklar, ya "Direklerarası" nda yer alan etkinlikleri, Karagöz veya Ortaoyunu gösterilerini anlatmaya başlarlardı.
Koca Osmanlı İmparatorluğu'nun Ramazanlarının hatırlanması da bu şekilde İstanbul'un Saraçhane, Vezneciler ve Şehzadebaşı arasındaki mekânlarında yer alan eğlencelere sıkıştırılırdı.
Kimse de "Bağdat'ta veya Selanik'te nasıl geçerdi Ramazanlar" diye sormazdı konuklara.
Çünkü genellikle konuklarından daha genç olan sunucular mesela Suriye'nin veya Bulgaristan'ın bizim sınırlarımız içindeki topraklar olduğunu düşünmezlerdi bile.
Konuklar da hafızlarındaki geçmişi, İstanbul'la sınırlamış olurlardı.

Toplumsal Alzheimer
Şimdi Direklerarası'nı hatırlayıp anlatacak kişi kalmadı.
"Eski Beyoğlu" bile çok uzak bir tarihi ifade etmiyor mu?
"Uzak tarih"in geçen yıl, "Yakın tarih"in ise geçen hafta olarak anımsandığı bir hafıza ortamında, siyaset de aynı şekilde toplumsal Alzheimer hastalığının kurbanı değil mi?
Bunun yansımalarını son olarak "Kürt Açılımı" dolayısıyla Türkiye'de "Sol"u temsil ettiği varsayılan CHP'nin tutumuna ilişkin gelişme ve tartışmalarda gördük.
Nasıl eski kuşağın kendi Ramazanlarını anlatmaları "Direklerarası" merkezli oluyorduysa, eski kuşağın solcuları için de "Enternasyonalizm", yurt ve dünya sorunlarına yaklaşımın şifresiydi.
Solun ulusalcı olması ise, lodosla poyrazın birlikte esmeleri kadar imkânsız bir durumdu.

İşçi sınıfı enternasyonalizmi
Türkiye Komünist Partisi'nin Genel Sekreterliğini yapmış olan Nabi Yağcı da (Haydar Kutlu) Taraf'taki bu konuya takıldığı yazısında, şu noktaları hatırlatmıştı okurlarına:
- Geçmişte hemen hemen her sol partinin açık veya örtük biçimde programında, ayrılma da içinde, kendi kaderini tayin hakkı yer alırdı. Bunu söyleyenlerin çoğunun bugün "ama emperyalizm Kürtleri kullanarak Türkiye'yi bölecek" demeye başlamaları, Kürt sorununun çözümüyle ilgili dosyalar hazırladığı halde CHP'nin bu dosyaları tozlu raflarda unutması, itiraf edilmeyen veya tam olarak farkında olunmayan bir gerçeğin ifadesidir kanımca.
- Dün henüz kendi özgürlüklerini kendilerinin alabileceği bir güce erişmemiş olan Kürt halkına özgürlüklerini tanımada bir sakınca yoktu, bir lütuf gibi duruyordu. Kürtler ayrı bir siyasi varlık olarak örgütlenmiş değillerdi. Bir başka deyişle sol, Kürt halkının da kurtarıcısı pozisyonundaydı.
- Bugün durum kökten değişmiş, farklılaşmıştır. Kürt hareketi bağımsız kitlesel siyasi bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Solun veya demokratların "kurtarıcı" misyonları ya da lütufkârlığı da böylece sona erdi. Bugün de dillerinden işçi sınıfı enternasyonalizmini düşürmeyenler Kürt sorunu karşısında ulusalcı pozisyonlara kaydılar, bölücülükten söz etmeye başladılar, Ergenekoncuların da destekçisi oldular.
Yani Kürt sorunu sahte solu ayrıştırdı.

Birlik değil katılım
- Aynı durum demokrasi anlayışları için de geçerlidir. Bu nedenle bugün çözüme ilişkin söylenen "demokrasi içinde çözüm", "birlik, beraberlik, kardeşlik", "çözüm yeri Meclis'tir" türünden söylemleri hep ikili anlamlarıyla irdelemek gerekir. Bir yanıyla doğrudur bu tespitler ama öte yandan örtük bir hegemonya anlayışını da gizleyebilir.
- Bugün Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu demokrasi veya daha fazla demokrasi herhangi bir demokrasi değil, "Katılımcı demokrasidir." Bu ise farklılıkların özgürlüğünü öngörür, barış, kardeşlik vs. adına tekrar monolitik bir toplum anlayışını restore etmeyi değil.
Nabi Yağcı'nın bu gözlemlerini okuduktan sonra, CHP'ye "Statükocu" demenin zorluğunu görmüş olmalısınız.
Çünkü CHP hem kendisini hem de sol ideolojiyi değiştirip, ulusalcı bir kimliğe yerleşmiştir.
Artık CHP'nin aynı kulvarda yarıştığı rakibi MHP'dir.

Sabah
21.08.2009
14:43
0
990
0
Bir cinayete duyulan merakın anatomisi
Bir cinayete duyulan merakın anatomisi
Ne kadar iyi eğitim almış, feleğin çemberinden geçmiş olursa olsunlar bazı insanların aklı en fazla ihtiyaç duydukları bir zamanda durabiliyor demek ki...
Bir genç kızın hayatının henüz baharındayken öldürülmesi olayında 'fâil' olarak adı geçen gencin ünlü bir işadamı olan amcasının, muhabirlere, “Bu olayla neden bu kadar ilgileniyorsunuz?” sorusunu yönelttiğini duyunca düşündüm bunu... Onun deneyimine sahip bir insanın cevabını kolayca bileceği böyle bir soruyu sormaması gerekirdi.

Kamuoyunun ilgisini çektiği için medya da ilgileniyor olayla ve ülke dışına kaçtığı düşünülen zanlı yakalanana veya teslim olana kadar da bu ilgi eksilmeden devam edecektir.

Öykünün görünen bölümünde ilginin devamlı olması için olayda her türlü unsur var da ondan: Zengin bir aileye mensup genç bir erkek, imkânları açısından da 'muhafazakâr' bir ailenin kızını -etraf evlenmelerini beklerken- öldürüyor; hem de en acımasız biçimde... Genç kızın birbirinden kopartılmış başı ile gövdesi sonradan bir çöp kutusunda bulunuyor... Zanlı sanki buharlaşmış; ne Türkiye'de ne de kırmızı bültenle arandığı halde başka bir ülkede izine rastlanabiliyor...

İlginç bir olay bu; bundan çok daha az ilginçlikte ayrıntılar milyonlarca satan polisiye romanlara, çok tutulan televizyon dizilerine konu oluyor...

Merak unsuru da önemli doğal olarak: Cinayete kadar gidilmesinin sebepleri... Planlı bir cinayet olup olmadığı... Zanlının yalnız mı, yoksa başkalarıyla birlikte mi cinayeti işlediği... Baş kesme hunharlığının ardında ne yattığı... Cesedin evden nasıl çıkarıldığı... Çöp kutusunun neden seçildiği... Kaçışın nasıl ve kimler tarafından kotarıldığı... Zanlının o gün bugündür nerede saklandığı...

Ayrıntıların herbiri tek başına olaya merak duyulması için yeterli. Dünyada hâlâ en çok satılan kitaplar listesinin başında 'Agatha Christie' romanları geliyor... 'Kaçak' adlı Amerikan dizisinin televizyonda yayınlandığı dönemde sokakların boşaldığı ne çabuk unutuldu?

Zanlı gencin ailesi unutulacağını sanıyor ve o günü bekliyorsa yanılıyor: Cinayete kurban giden genç kızın ailesi peşini takip etmekten vazgeçse bile merakı ayaklanmış olan kamuoyu bu olayı kolayca unutmayacaktır.

Aile şunu da anlamalı: Polisin aile üyeleri ve yakınlarının ifadesine başvurması, işin yönünü bütünüyle değiştirecek yeni bir gelişme; şimdiden sonra polis daha az, aile daha fazla suçlanacaktır. Kamuoyunun bu denli yakından izlediği bir olayda bütün üyeleri ve yakınları suçlamalardan nasiplerini alacak, bu da herbirinin sosyal hayatlarını olağanüstü zorlaştıracaktır.

Bir önemli nokta daha var: Merak artıp sorulara beklenen cevaplar alınamayınca kamuoyu zanlının da cinayete uğrayıp uğramadığını soruşturmaya başlayacaktır...

Polisiye bir öykü gibi geliyorsa, öyledir... Çok uzun zamandır bu denli merakı azdıran ayrıntılara sahip bir olayla karşılaşmamış bir kamuoyu için, telli-duvaklı gelinliğe hazırlanırken başı gövdesinden koparılmış bir ceset olarak çöp tenekesinde hayatı son bulan genç kızın uğradığı haksızlık bir gerilim romanından veya bir polisiye diziden daha ilgi çekicidir.

Öyle olmaya da devam edeceğine hiç kuşkunuz olmasın.

Herhalde kamuoyunun bu olayı ne kadar merakla izlediğini ve ilgisini azaltmadan sürekli izleyeceğini şimdi anlamıştır zanlının ailesi; “Keşke daha önce anlasaydık” diyecekleri günler de fazla uzakta değil...

Yeni Şafak

21.08.2009
14:41
0
1090
0
Muhalif
Muhalif
Bu ülkede iki türlü muhalefet vardır.

Biri, bu sistemin özüne muhalefet eder, demokrasinin gelmesini, eşitliğin sağlanmasını, baskının bitmesini ister.

İkincisi, hükümetlere muhalefet eder, sistemin özüyle bir sorunu yoktur, hatta o sistemin devamından yanadır, değişmesini istediği tek şey iktidardaki partidir.

Birinci türden muhaliflerin başı dertten hiç kurtulmaz.

Bu cumhuriyet kurulduğundan beri onlar hep yargılanırlar, hapislere atılırlar, işsiz kalırlar.

İkinci türdeki muhaliflere kolay kolay bir şey olmaz.

Onlar sistemin sağlam adamlarıdır.

Bizim medya, bu konuda gerçekten ahlaksız bir “el çabukluğu” ile olayları çarpıtır.

Muhalefet denince hep “hükümete” muhalefeti öne çıkarırlar, sisteme muhalif olanları da ya yok sayarlar ya da onları “hain, düşman” falan ilan ederler.

Neredeyse cumhuriyet tarihi boyunca bu el çabukluğu sürmüş, “gerçek” muhalefet bir kenara itilirken Deniz Baykal türü “sistemin has adamları” muhalefet olarak sunulmuştur.

Aslında bu oyun uzunca zaman iyi de oynanmıştır.

Oyunun ilk bozulduğu yer Özal'ın iktidarı oldu.

Çünkü Özal “sistemi” önemli ölçüde değiştirdi.

Türkiye'yi dünyaya açtı.

O güne dek “iktidarla muhalefet” elele sistemi koruyup gül gibi geçinerek, kayıkçı kavgalarıyla halkı oyalarken birden iktidar “sistem muhalifliğini” yüklenince roller karışıverdi.

İktidar “sistemin muhalifi” oldu, muhalefet de “sistemin muhafızı” haline geldi.

İlk kez böyle bir olayla karşılaşmaktan dolayı “sistemin muhafızları” şaşkınlığa düştüğünden Özal'ın her yaptığına karşı çıktılar.

Döviz bulundurmanın serbest olmasından muz ithalatına kadar karşı çıkmadıkları hiçbir şey kalmadı.

Halbuki bugün Türkiye'deki genç neslin doğal bir şekilde yaşadığı değişikliklerin neredeyse tümü Özal tarafından gerçekleştirilmişti.

Avrupa'da ya da Amerika'da piyasaya çıkan filmleri aynı anda burada da seyredebilmek, cep telefonları, çim futbol sahaları, herkesin cebinde döviz bulundurabilmesi, Avrupa Birliği üyeliğinin hızlandırılması, “federasyonu da tartışabilmeliyiz” türünden radikal açılımlar hep Özal'ın döneminde yaşandı.

O zamanki gazetelere bugün baktığınızda “sistemin muhafızı” olan muhalefetin ve “hükümete muhalefet” etmenin tek muhalefet biçimi olduğunu iddia eden gazetelerin söylediklerine kahkahalarla gülersiniz.

O zamanki “muhalefet” ve medya bu değişimin kaçınılmaz olduğunu kavrayamamıştı.

Özal'ın her yaptığına karşı çıktıklarından, “doğru” yaptıklarını da aynı ihtirasla eleştirip kendilerini zavallı durumuna düşürmüşlerdi.

Hiçbiri o gün savunduklarını bugün savunamaz.

Sadece “muz” tartışmaları bile yeter onların hayatı algılamakta ne kadar kısır kaldıklarını göstermeye.

O günlere benzer bir şaşkınlığı gene yaşıyorlar.

Hükümet sistemi değiştirmeye uğraşıyor, muhalefet sistemi savunuyor.

En büyük fark, medyanın artık “yekpare” olmaması.

Bugün medyanın önemli bir kesimi değişimi ve demokrasiyi savunuyor.

“Sistem muhafızlığı” yapan muhalefetin zavallılığı ise aynen sürüyor.

Başbakan Erdoğan'ın her yaptığına karşı çıktıklarından, doğru yaptıklarını da eleştirip kendilerini bir zavallılığa teslim ediyorlar.

Ama Erdoğan'ın her yaptığını eleştirmeyi vazife bilmelerine rağmen bazen “bu vazifeyi” aksatıyorlar.

Muhalefetin aslında muhalefet olmadığı da aslında en çok bu durumlarda ortaya çıkıyor.

Siz Erdoğan'ın Şemdinli konusundaki tutumunu eleştiren bir Deniz Baykal konuşması duydunuz mu?

Siz Erdoğan'ın Avrupa Birliği kriterlerine boş veren İhale Yasası'nı çıkarmasını eleştiren muhalefet partisi gördünüz mü?

Onları eleştirmiyorlar çünkü o hamleler “sistemi” koruyordu.

Erdoğan'ın tarihî bir adım atarak ülkenin geleceğini değiştirecek bir Kürt açılımı başlatmasını ise alabildiğine eleştiriyorlar.

Çünkü bu adım, sistemi tümden sarsacak, Türkiye'yi demokratikleştirecek.

Onlar bunları istemiyorlar.

Sistem aynen devam etsin, demokrasi olmasın derdindeler.

Erdoğan'ın Kürt açılımına karşı çıkarken, “Kürt sorunu öyle çözülmez, böyle çözülür” deyip bir barış projesi ortaya koyan bir muhalefet partisine rastladınız mı?

Onlar “çözüm yollarını” tartışmıyorlar, onlar çözüme karşı çıkıyorlar.

Çünkü istiyorlar ki bugünkü düzen devam etsin.

Halk ezilsin.

Çocuklar ölsün.

Generallerle bürokratlar da ülkenin “efendileri” olarak hayatlarını sürdürsünler.

Gazetelerin bir kısmı da, “sistem muhafızlığını” gerçek bir muhalefet gibi sunmaya, halkı kandırmaya uğraşıyor.

Halk artık kanmıyor ama.

“Muhalefet” görünümlü “sistem muhafızlığı” zavallılaşıyor, çaresizleşiyor.

Elerinden başka da bir şey gelmez, korumaya çalıştıkları sistem yanlış çünkü.

Erdoğan doğruyu yaptıkça, onlar yanlışı savunuyorlar.

Ve iktidar gerçek bir “muhalefet” gibi davrandıkça, gerçek muhaliflerin desteğini alıyor

Taraf
21.08.2009
14:39
0
1078
0
`Eğer kalbin oruç tutmuyorsa...
'Eğer kalbin oruç tutmuyorsa...
Bu ramazanın gelişi, alayı vala ile önden duyurulmadı.
Bin parçaya bölünmüş gündem, açılımların ağırlığı altında ezilirken...
Çat kapı, çıkageldi.
Haber vermeye de, ramazana hazırlık yapmaya da kimsenin fırsatı olmamış gibi.
Belki böylesi çok daha iyi oldu.
Dün gördüğüm üç ramazan haberi, bu yüzden çok anlamlı geldi bana.
İlki, Büyükada'dandı...
Ada sakinleri, ‘Saygı ve sevgiyle yaşıyoruz' mesajı veren pankartlar asmış.
Gayrimüslim vatandaşlar, Müslüman komşularının ramazanını böyle kutluyor.
Soranlara da ‘En güzel açılım budur' diyorlar.
İkincisi, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ‘Paylaşmak güzeldir' temalı kampanyası.
Afişlerin birindeki fotoğraf, başka söze gerek bırakmıyor.
Üzerinde, heavy metal grubu ‘Iron Maiden' yazılı siyah tişört giyen uzun saçlı bir genç, yaşlı bir adama sarılıyor.
Gencin yüzünde şefkatli bir gülümseme var, yaşlı adamın başında da takkesi...
Üçüncüsü, Yeni Aktüel'in bu haftaki kapak dosyasıydı.
Dergi, ‘Dinler ve Oruç' başlıklı  bir dosyayla çıktı, dün.
İçeride kullandıklarıysa, bugüne kadar okuduğum en güzel ramazan başlıklarından biriydi;
‘Eğer kalbin oruç tutmuyorsa...'
Bunu, kapak fotoğrafıyla birlikte düşünmelisiniz.
Gözleri kadrajın dışında kalmış hoş bir kadın yüzü...
Zarif bir burun, kiraza benzer bir meyveyi ısıran hafif rujlu dudaklar...
Yeme, içme ve cinsel hazzı birarada anlatan sade bir görüntü.
Spotta, şöyle diyor:
‘Oruç, Müslümanlara mahsus bir ibadet olmadığı gibi; salt yeme, içme  ve cinsel ilişkiden sakınmaktan da ibaret ***
H H H
Bir ağustos ramazanında daha beraberiz.
Sonuncusu, bundan 33 yıl evveldi.
Ramazan, önümüzdeki 8 yıl boyunca yaz aylarında kalmaya devam edecek.
Bir dahaki yaz turunu görmeye ömür yeter mi, bilinmez.
Malum, yaşadığımız yaz mevsimleri sayılı.
Ortalama yaşam süremize vurduğunuzda, toplam 60, 70 yazımız var.
Bunların ikisinden, bilemediniz en fazla üçünden gelip, geçiyor ramazan.
Yazın sıcak ve uzun günlerinde oruç tutmak, gerçek bir deneyimdir.
Açlık ve susuzlukla değil, aslında sabırla imtihan edilirsiniz.
Sınırlarınızın zorlandığını, iliklerinize kadar hissedersiniz.
Uzun bekleyiş, ertelenmiş bir haz gibi, iftar sofrasının lezzetini artırır.
***
İlk yaz ramazanım, çocukluktan ergenliğe geçiş çağıma denk gelmişti.
Dakikaların uzayıp saatler olduğu günbatımlarında, saniyeleri sayarak beklerdim sofra başlarında.
Top atışları, minarelerden yükselen ezan sesleri, mahyaların parıltılı yazıları, ışıklarla süslenmiş şerefelerin huzurlu görüntüsü, o hatıraların ayrılmaz bir parçasıdır.
Ne zaman görsem, o sonu gelmez bekleyişlerimi hatırlarım.
Son 10-15 yıl, ramazan  hatıralarıma yeni ve karışık duygular da ekledi.
Her ramazanla birlikte ‘irtica mevsimi' de getirildi, mesela.
Oruç tutanlarla tutmayanları ayrıştıran haberler, başkalarının tercihlerine müdahale eden yayınlar...
Gergin geçti, son yılların ramazanları.
Merak ediyorum, acaba bu yıl ramazan nasıl geçecek?
Yine, yaşam biçimi tartışmaları olacak mı?
***
Çocukça bir heves var içimde.
Bu yaz ramazanı, huzurlu geçse...
Bedenen tutup tutmamak, herkesin kendi bileceği iştir.
Ama kalplerimiz, birlikte oruç tutsa, diyorum.
‘Ramazan dolayısıyla kapalıyız' yazıları, asılmasa kapılarımıza.
Tutan tutmayana, tutmayan da tutana kem gözle bakmasa...
En azından tadını kaçırmasak, bu ramazanın.
‘Ramazan geldi, hoş geldi' demeyen haberlere fırsat vermesek, hiçbirimiz.
Fena başlamadık.
Merakla bekliyorum.
Bakalım, arkası nasıl gelecek?

Radikal

21.08.2009
14:36
0
1079
0
Atama bekleyen öğretmenler isyanda
Atama bekleyen öğretmenler isyanda
Nimet Çubukçu'nun 8 bini okul öncesi toplam 15 bin öğretmen alınacak açıklaması atama bekleyen mezunları şok etti...
21.08.2009
08:47
0
1128
0
Insanlar oruç tutarken neden asabi olur?
Insanlar oruç tutarken neden asabi olur?
Oruç döneminde kan şekeri düştüğü için insanların her zamankinden biraz daha sinirli ve öfkeli olabileceği belirtilirken, bunun önüne nasıl geçilebileceği sıralandı...
21.08.2009
08:46
0
1078
0
Demokratik açılım sürecinde ekonomide sıçrama
Demokratik açılım sürecinde ekonomide sıçrama
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'demokratik açılım'ın gerçekleştirildiğinde 'Türkiye ekonomisinin de sıçrama yapacağını' söyledi...
21.08.2009
08:45
0
1039
0
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın