KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
20 Ocak 2025 Pazartesi
°C
Bintso eğitim semineri verecek
Bintso eğitim semineri verecek
Yarın saat 14.30'da verilecek olan seminere tüm vatandaşların ve girişimcilerin davetli olduğu açıklandı...
03.09.2009
09:13
0
1216
0
Adaklı`da yollar yenileniyor
Adaklı'da yollar yenileniyor
Adaklı'da geçen yıl asfaltlanan yol, oluşan tahribat nedeniyle tekrardan asfaltlandı...
03.09.2009
09:11
1
1154
0
Camide ramazan şekerlemesi
Camide ramazan şekerlemesi
Ramazan yaza denk geldi, gölgelikler doldu taştı. Vakit namazları sonrası camilerde uyuyanlar ise dikkatlerden kaçmıyor...
03.09.2009
09:10
0
1156
0
Sorunu çözenin heykelini dikeriz
Sorunu çözenin heykelini dikeriz
‘Kim ne şartlarla bitirirse bitirsin, her türlü desteği vereceğiz' diyen Butaku, bölgenin huzura kavuşmasını sağlayan kim olursa olsun heykelini dahi dikmeye hazır olduklarının altını çizdi...
03.09.2009
09:08
0
1159
0
Iftar öncesi korkutan yangın
Iftar öncesi korkutan yangın
Yangının, evin yanında bulunan kilerde meydana geldiği ve buradan eve sıçradığı belirtildi...
03.09.2009
09:07
0
1237
0
Bulmuş: fıtır, sadaka ve zekâtlarını üniversite öğrencilerine verebilirsiniz
Bulmuş: fıtır, sadaka ve zekâtlarını üniversite öğrencilerine verebilirsiniz
Bingöl Din Görevlileri Derneği Başkanı Yunus Bulmuş, Ramazan ayında verilecek fıtır, sadaka ve zekâtların, üniversitelerde okuyan Bingöllü öğrencilere verilmesini istedi ve yürüttükleri kampanyaya destek çağrısında bulundu...
03.09.2009
09:06
0
1692
0
‘Kick Boks Antrenör Yetiştirme Kursu’ Açıyor
‘Kick Boks Antrenör Yetiştirme Kursu’ Açıyor
“Kurs katılım ücretini yatırmayıp banka dekontunu kurs görevlisine teslim etmeyenler diğer istenilen belgeler tamam olsa dahi kursa alınmayacaklardır”...
03.09.2009
09:05
0
1294
0
Hitler ordusu türkiye`yi de işgal etseydi ne olurdu...
Hitler ordusu türkiye'yi de işgal etseydi ne olurdu...
Bundan 70 yıl önce dün, 1 Eylül 1939'da Nazi Almanya'sı ordularının Polonya sınırını geçmeleri üzerine "2'nci Dünya Savaşı" resmen başlamıştı.
Daha önce Avusturya'nın ilhakını ve Çekoslovakya'nın yok edilmesini sessizce izleyen İngiltere ve Almanya, Nazi Almanyası'nın Polonya'ya da el atması üzerine bu ülkeye savaş ilan etmişlerdi.
Her geçen yıl uzaklaşan bu yakın tarihte olup bitenleri bilebildiğimiz ölçüde, bugünün dünyasındaki izlerini daha kolay anlarız.
Bir başka deyişle, tarih sadece tarihçilere ilgi alanına bırakılmayacak kadar insanlığın gelişimini doğrudan etkileyen ve şekillendiren bir olgudur.

Cehalet ve ümmilik
Siyasete heves edenlerin ve günlük siyaset üzerinde çeşitlemeler yapanların, sadece okur-yazar olmaları yetmiyor.
Çünkü ümmi olmamak cahil de olmamak anlamına gelmez.
Hitler Almanya'sının Stalin'in Sovyetler Birliği ile kurduğu ittifakı ve bu ittifaka dayalı olarak Polonya'nın bu iki ülke tarafından paylaşıldığını, daha sonra Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne de savaş açtığını herhalde en azından bilmek gerekiyor.
2'nci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'nın işgal ettiği ülkelerdeki işbirlikçileri, örneğin Norveç'in Quisling'ini falan bilirseniz, "Acaba Hitler'in Wehrmacht'ı Türkiye'yi de işgal etseydi bizim Quisling'imiz kim olurdu" sorusuna da cevap arayabilirsiniz.
Hitler "Barbarossa Harekatı" ile 22 Haziran 1941'de Sovyetler'e saldırmasaydı, Alman ordusu Wehrmacht, Türkiye'yi işgal etmeyi planlıyordu.
Bu çerçevede Türkiye'deki Nazi işbirlikçisi yönetimin üst isimleri ve ilk elde hangi Türk siyasetçilerinin tasfiye edilecekleri bile belirlenmişti.

Varlık vergisi
O dönemde uygulanan Varlık Vergisi'nin yoğun biçimde Türk Yahudilerini hedef alması ile, Nazizmin "anti-Semitizm"i arasında bağlantı kurmamak, tarihe dönük cehaleti de kanıtlamaz mı? Veya 2'nci Dünya Savaşı'nın Başbakanı Şükrü Saracoğlu'na "faşist" damgası vuran sol kesimin, o dönem dünyasının faşist veya anti-faşist siyasetçileri hakkında neden suskun oldukları, cehaletle mi, yoksa tarihe ideolojik yandaşlık açısından bakmaları ile mi açıklanabilir.
Örneğin bir kuşak solcularının yaygın olarak Marksizm üzerindeki teorik çalışmalarını okudukları Kuusinen'in de, 2'nci Dünya Savaşı'nda işgal edilen Finlandiya'nın Sovyet işbirlikçisi "Terijoki" kukla hükümetinin lideri olduğu görmezden gelinebilir mi?

Tek partiden demokrasiye
Ya da Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldırdığı güne kadar kendi ülkelerinin de Wehrmacht tarafından işgaline seyirci kalan Fransız komünistlerinin (PCF), ancak bu saldırısı sonrasında Fransız Direnişi'ne (Resistance) aktif olarak katılmaları da herhalde bilinmeli değil midir?
Türkiye 2'nci Dünya Savaşı dışında "Tarafsız" kalabilen ülkelerden sadece bir tanesidir.
O dönemde Franco İspanyası da, Salazar Portekiz'i de savaş dışı kaldılar. İsviçre de, İsveç de savaşa katılmadılar.
Tek partili rejimlerden (İspanya ve Portekiz) sadece Türkiye'de, savaş sonunda çok partili demokrasiye geçildi.
Ama 2'nci Dünya Savaşı dışında kalmayı başaran ülkelerden hiçbirinin yönetimi daha sonra "Bizi savaşa sokmayıp, erkekliğimizi öldürdüler" söylemi ile eleştirilmedi.
Ama bunun yanında siyasetteki ve toplum hayatındaki Nazizmin etkileri konusu da en az Türkiye'de incelendi.
Zaten daha sonra içine girilen Soğuk Savaş'ta faşizm (veya nazizm) komünizme göre ehven-i şer sistemler olarak algılanacaktır.
Ne demiş Mehmet Akif?
"Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi."

Sabah
02.09.2009
13:34
0
1175
0
`Ermeni açılımı`nın anlamı
'Ermeni açılımı'nın anlamı
Bugün gelinen noktada, Türkiye, istese de kulağının üstüne yatamıyor, üç maymunları oynayamıyor veya birikmiş sorunları halının altına itemiyor. Tarafı olduğu olayların ciddiliği, bugünkü uluslararası şartlar ve dış politikada benimsenen 'vizyoner yaklaşım' buna izin vermiyor da ondan...

'Ermeni açılımı'na, yani İsviçre'nin arabuluculuğunda Türkiye ile Ermenistan'ın üzerinde uzlaştıkları iki protokole bu açıdan yaklaşmak gerekiyor.

Açılımı duyar duymaz hemen ayağa kalkanlara ilk uyarı: Bu açılımı başlatanlar da sizin kadar konunun hassasiyetinden haberdarlar. Evet, Ermenistan Türkiye ile sınırlarını içine sindiremiyor, 'soykırım' iddiasını anayasasına geçirmiş bir ülke ve en yakın müttefiğimiz Azerbaycan'ın topraklarını da işgali altında tutuyor... Bunların hepsi doğru; ancak girişim de tam bu amaçla başlatıldı işte: Türkiye, 'Ermeni açılımı' ile, komşusu Ermenistan'la arasındaki bütün sorunları makul bir zemine oturtup varolan ihtilâfları ortadan kaldırmayı amaçlıyor.

Parlametoların devreye girmesi öncesinde, kamuoylarının konuyu hazmetmesi için altı haftalık bir süre öngörülmüş... Bu süre, öncelikle Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan'ın iki ülke milli takımlarının altı hafta sonra yapacakları karşılaşmayı izlemek üzere Türkiye'ye gelmeye kendini hazırlaması için verilmiş bir süre gibi. İlk karşılaşmaya Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Erivan'a kadar giderek katılmıştı; Sarkisyan ise ziyaretini anlamsız şartlara bağlama eğiliminde gibi...

İlk güven sınavını o ziyaretin gerçekleşip gerçekleşmemesiyle verecek Ermenistan...

Protokolde Ermenistan için 'samimiyet sınavı' sayılabilecek başka unsurlar da var: Ermenistan için en önemli sorun, Türkiye ile sınırının açılması ve diplomatik ilişkinin başlaması; protokoller o noktaya varılmasını amaçlıyor, ama bölgedeki bütün ülkeler arasında sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulması şartıyla... Bununla arzulanan, Ermenistan'ın Azerbaycan'la olan Karabağ ihtilâfını ortadan kaldırması...

Diplomatik ilişkiler kurmak için ülkelerin birbiriyle can ciğer kuzu sarması olması gerekmiyor elbette; ancak komşusunun topraklarının kapılarını sonuna kadar açmasını bekleyen ülkenin komşu topraklarında gözü olması ve komşusunu 'soykırım' gibi uluslararası ayıplanmış bir suçla itham etmesi herhalde normal karşılanamaz.

Normalleşme, ancak iki tarafın da birbirine anlayış ve samimiyetle yaklaşmasıyla gelebilir...

Türkiye, diplomasiyle erişilen 'protokollere' taraf olmakla, Ermenistan'a ve uluslararası camiaya bunu sağlama fırsatı veriyor.

Bunun için de, Ankara, kapsamlı ve kalıcı bir bölgesel düzen arayışına girişilmesini bekliyor. Yeni düzenin uluslararası hukuka saygı, karşılıklı bağımlılık, ekonomik işbirliği, ihtilâfların diyalogla çözümü, teknik ve kültürel alanlarda işbirliği gibi yapı taşları olmasını öngörüyor. 'Mezopotamya Havzası' projesinin bir tür Kafkasya izdüşümü bu.

“Peki ya Azerbaycan?” sorusunun tek bir cevabı var: 17 yıldır süren işgalle 'donmuş' görünen Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ihtilâf da, Ankara'nın Erivan'la karşılıklı atacağı diplomatik adımlarla çözülmüş olacak...

Azerbaycan'ın rahatsız olması değil, açılımı desteklemesi kendisi için daha akıllıca...

Süreç aslında uluslararası camianın köklü ihtilâfların çözümü konusunda da bir samimiyet sınavı olacak. Dünyanın dört bir tarafından gelen baskılarla girilen bir yol bu açılım; imzalanan protokolün sonuç alması için mızıkçılık yapan ülke üzerinde aynı türden baskıların devam etmesi şart. Ermenistan-Türkiye ve Ermenistan-Azerbaycan arasındaki ihtilâfların çözümüyle Kafkas bölgesine gelecek huzur ve güven ortamı uluslararası camiayı da rahatlatacaktır.

Unutmayalım: Dünya enerji hatları bu bölgeden geçiyor ve Türkiye de bölgenin kilit ülkesi...

Yenişafak

02.09.2009
13:33
0
1196
0
Savaş ve barış
Savaş ve barış
Aslında savaş, barıştan çok daha net bir durumdur.

Düşman bellidir, amaç da belidir.

İnsanın ölmesine aldırmıyorsan, “acaba bu çocukların kurtulması için bir yol var mıydı” diye soracak bir vicdanın yoksa savaştan iyisi yoktur.

Senden çok uzaklarda olan, sana bir zararı dokunamayacak “düşmanına” verip veriştirirsin, düşmana en iyi hakaret eden en kahraman olur.

Falih Rıfkı'nın anlatımıyla söylersek, “cephede her çocuk öldüğünde senin göğsünde bir madalya pırıldar.”

Gerçek kahramanlar toprağa ve unutulmaya bırakılırken sen şan şöhret kazanırsın.

Hatta oy bile kazanırsın.

Alçalmak, alçaklaşmak, çocukları ölüme yollamak seni yeni makamlara, yeni mertebelere yükseltir.

Alçaldıkça yükselirsin.

Vicdanı olmayan insanlar için savaş muhteşem bir fırsattır.

Barış öyle değildir ama.

Çok daha zordur, karmaşıktır.

Onca zaman savaşmış olanlar barıştan en kârlı çıkmak isterler, bedava kahramanlık arayanlar seni “hain” ilan ederler, kimse tam memnun olmaz, savaş boyunca ruhu intikam isteğiyle dolanlar sana kızarlar.

Her adımda bir engelle karılaşırsın.

Bütün bunlara rağmen direnirsen çocukları kurtarırsın, insanları huzura kavuşturursun, toplum ve tarih sana ödülünü verir.

Ama barış elde edilene dek çok hırpalanır ve yaralanırsın. Onun için ucuz politikacılar savaşı barıştan daha çok severler.

Şimdi ülkemizde bir barış hareketi başladı.

Politikacılığın en sefil örnekleri de bununla birlikte tedavüle girdi.

Hiçbir çözüm önermeyen, ırkçılığa, ilkelliğe sıkı sıkıya yapışmış, hamasetin en kanlı, en sefil örneklerini diline pelesenk etmiş politikacı tayfası, akan kandan kendine biraz oy derlemek için her rezilliği deniyor.

Barışın öncülüğünü üstlenmiş olan AKP bir yandan hayatın da zorlamasıyla ileriye doğru hamle yaparken, bir yandan da karşılaştığı saldırılarla oy ve güç kaybetmemek için dengeli davranmaya çalışıyor.

Bu aşamada “çok dengeli” olmaya çalışmak hem ülke için hem de “barışın öncülüğünü” üstlenmiş parti için tehlikeli sonuçlar verir.

Çünkü “barışın” ödülü, uzun yolculuğun en sonundadır, barışı sağlarsanız o güne kadar savaşın acısını çeken toplum, barışın ne olduğunu görür, barışın getirdiği huzur ve zenginliği fark eder ve sizi ödüllendirir.

Ama “barış yolunda” ödül ararsanız bulamazsınız.

O yola çıktıktan sonra yapılabilecek tek şey kararlı biçimde barışa doğru yürümektir.

Eğer o kararlılığı gösteremezseniz, barışı elde edemezseniz, o yolda yürürken aldığınız yaraları iyileştirecek ve lehinize çevirecek tek imkân olan barıştan yoksun kalır ve ezilirsiniz.

O yola çıkan ya hedefe varır, barışı sağlar ve ödülünü kazanır ya da hedefine varamaz ve ufalanır.

Arada bir sendeleyen, tedirginleşen, denge aramaya çalışan AKP'nin ciddi bir yardıma ve desteğe ihtiyacı var.

Bu toplumun vicdan sahibi insanları AKP'nin bu girişimini açıkça destekliyor ve bu insanların sayısı da epey kalabalık.

Ama siyaset sahnesinden de destek gelmesi gerekiyor.

Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, çoğunun evladı dağa çıkıp asker tarafından öldürülmüş insanların karşısında, “askere sıkılacak kurşun bana sıkılsın” dedi.

Sonra da ekledi, “devlet de, gerillaya sıkılacak kurşun bana sıkılsın desin.”

Baydemir'in sözleri barış girişimini çok kuvvetlendirecek.

Şu aşamada benim görebildiğim kadarıyla en önemli şey, “barış yolunda bir mutabakat” sağlamaktır, o mutabakat sağlandıktan, o irade beyan edildikten, toplumda destek bulunduktan sonra adımlar daha kolay atılacaktır.

Şimdilik AKP bir “barış iradesini” seslendiriyor, bunun içini doldurmakta zorlanıyor, anayasa değişimini iki yıl sonraya bırakıyor.

12 Eylül anayasasıyla bu ülkede ne Türklerin ne Kürtlerin mutlu olması mümkün, bu askerî anayasayla köklü bir barış da olmaz ama barışın ilk adımları en zor olanlarıdır, bu dönemde “iradeyi” kuvvetli tutmak bile büyük aşamadır.

Bu barış olacak.

Bunun aksi mümkün değil, hayat ve tarih Türkiye'yi barışa zorluyor.

Baydemir büyük bir adım attı.

Umarım “devletten” biri de aynı cesareti gösterip “dağdaki çocuklara sıkılacak kurşun bana sıkılsın” der.

Biliyorum benim bir önemim, sözümün bu işlerde bir değeri yok ama gene de Baydemir'in sözlerini tekrarlamadan, içimden geçeni söylemeden duramayacağım.

Askere de, dağdaki çocuklara da sıkılacak kurşun bana sıkılsın.

Yeter ki şu çocuklar kurtulsun.

Ahmet Altan

02.09.2009
13:32
0
1373
0
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın