Gözlerimizi dünyaya kapatmadan önce aklımızdan geçirdiğimiz son şey... Son arzumuz mudur, yoksa son kaygımız mı? Ne zaman bunu düşünsem, politik İngilizce'den iki kavram imdadıma yetişir. Biri ‘Legacy'dir, yani ‘Miras'. Politik dilde, ‘Siyasi Miras' şeklini alır. Diğeri de, ‘Lame Duck' tabir edilen ‘Topal Ördek'tir. Siyasi mevtalara, artık elden ayaktan düştükleri son demlerinde, ‘iş göremez' manasına böyle denir. Bir ayağı çukurda, gözü toprağa bakan gidiciler için kullanılır. Bu iki kavram, bütün hikayeyi anlatır bana. Gözlerimiz hayata açıkken gezip gördüklerimiz, bizimle gelir. Zafer ve mağlubiyetlerimizse, kalır ardımızda. Kalplerimiz mutmainse eğer; giderken fırtınalar dinmiş, yerini tatlı bir meltem esintisine bırakmışsa içimizde; huzur içinde gidiyorsak şayet... O vakit, aklımızdan geçen son şey, son arzumuzdur. Ganimetlerle zenginleşen mirasımızın, biz henüz hayattayken yerini bulduğunu görmek isteriz. Arkamızda enkaz bırakarak, yenilgi duygusunun ağırlığı altında ezilmiş, örselenmiş olarak çekiliyorsak eğer... O zaman da hissettiklerimizin adı, son kaygımızdır. Darmadağın olmuş, yağmalanmış bir hayatın metruk hatıratı, bütün kasvetiyle çöker göz kapaklarımızın üzerine. Öyle yumarız son seferinde... İkisi aynı şeydir velhasıl; son arzumuz, son kaygımızdır. Kurup büyüttüğümüz hayatı hangi şartlarda, hangi hallerde bırakarak gittiğimize bağlı... *** Herkes, birgün mutlaka bu iki duyguyu tadacaktır. Önce ‘topal ördek' olacak, sonra da miras derdine düşeceğiz. Geride, nasıl bir isim bırakmak istiyoruz? Bu soru, o gün başka her şeyin önüne geçer ama, artık geç olmuştur. Onun için, madem kaderde var, vaktinde kaygılanmak lazım. Görevdeki ABD başkanları, bu konuda iyidir. ‘Lame Duck' olduklarında şuurları yerindedir. Yerlerine yenisi seçildiğinde gideceklerini bilirler. Tarihin en bilinçli ‘Topal Ördek'leri, onların arasından çıkmıştır. Çünkü daha topal ördek oldukları ilk andan itibaren, siyasi mirasları tartışılmaya başlar. Neyle anılacakları çok önemlidir, onlar için. Mesela Clinton, Arap-İsrail ihtilafını çözen, Ortadoğu'ya nihai barış getiren başkan olarak geçmek istiyordu tarihe. Çok uğraştı, son döneminde iki defa Wye River mutabakatları imzalattı. Giderayak Camp David'de şansını zorladı. Ama muvaffak olamadı, kısmet değilmiş. Bush mesela, neo-con'lara büyük zafer armağan eden, küresel düzenin sözde ‘haydut'larını dize getiren olmaya talipti. ‘Bush Doktrini' de tutmadı. O da muradına eremeden, gözü açık gitti. Blair'in hikayesi daha başka. O, Avrupa siyasetinin önünde ‘Üçüncü Yol' diye yeni bir güzergah açmak istedi. Küreselleşmenin olumsuz yan etkilerine insani bir cevap vermekti niyeti. ‘Yeni Sol'un yürüyeceği yol, bu olacaktı. İyi bir denemeydi, olmadı. *** Parlak bir kariyer hayatı, nasıl son bulmalı? Örnekleri kasten dışardan seçtim, kimse üzerine alınmasın diye. Velakin, ‘son arzu'sunu gerçekleştirmek dururken, ‘son kaygı'sının pençesinde kıvranarak gitmekte olanları görürürüz. Hazin bir sondur. Sekerat döşeğinde, son nefesini bekleyen bir hastanın halet-i ruhiyesini düşünün. Gözü arkada kalmadan gitmek... Kalp huzuruyla... Daha büyük bir nimet var mıdır, bilmiyorum. Ardımızda nasıl bir miras bırakacağız? Kaygılı mı gideceğiz, arzulu mu? Sadece, geç olmadan karar verenler, başarma şansına sahip.
RAdikal |