KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
22 Ocak 2025 Çarşamba
°C
`Yılın sonlarına doğru büyüme bekliyoruz`
'Yılın sonlarına doğru büyüme bekliyoruz'
Devlet Bakanı Yılmaz, küçülmenin giderek azalıp büyümeye dönüşeceğini söyledi...
03.07.2009
08:48
0
1051
0
Hastanede promosyon sevinci
Hastanede promosyon sevinci
Maaş promosyon anlaşmasının bir nebze de olsa geçici bir ferahlık sağlayacağına inandıklarını dile getiren Hant: “Çalışanların lehine oluşabilecek her olayın savunucusuyuz” dedi...

03.07.2009
08:47
0
1104
0
Ot yüklü trafik canavarı
Ot yüklü trafik canavarı
Hasat dönemiyle birlikte şehirlerarası karayollarında tehlike çanları çalmaya başladı. Traktörlere gereğinden fazla yüklenen otlar sürücüleri tedirgin ediyor...
03.07.2009
08:45
0
1010
0
Hif müracaatları bugün son
Hif müracaatları bugün son
Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu (ASKF) Başkanı Ali Ekber Alimoğlu, HİF Ligi müracaatlarının bugün sona ereceğini söyledi...

03.07.2009
08:43
0
1078
0
Türk siyasetinde yedi yıldır
Türk siyasetinde yedi yıldır
Rahmetli Kemal Ilıcak'ın Süleyman Demirel ile Turgut Özal'ın olaylara bakış açılarını karşılaştıran gözlemini yine hatırladım.
Şöyle demişti Ilıcak:
- Demirel'e bir soru sorduğunuzda ceketinin göğüs cebinden Anayasa kitapçığını çıkartır.
Özal'a bir soru sorduğunuz zaman ise, ceketinin göğüs cebinden hesap makinesi çıkartır.
Tayyip Erdoğan Başbakan olduktan sonraki ilk dönemde bu değerlendirmeyi ona yönlendirip sormuştum:
- Acaba Erdoğan'ın ceketinin göğüs cebinde ne var?
Aradan geçen yılların ertesinde bu sorunun cevabını tam olarak alabildiğimizi söyleyemiyorum.
Ama bir gerçek var ortada.
Erdoğan yedi yıldır Başbakanı bu ülkenin.
Sırasında Anayasa'ya, sırasında hesap makinesine başvuruyor.
Aynı zamanda uluslararası konjonktürü de dikkatli biçimde değerlendiriyor.
Demirel'den de Özal'dan da farklı bir çevresi ve danışmanlar kadrosu var.
Erdoğan "Çevre"yi belirlerken en temel ayıraç maddelerini "sadakat" ve "itaat" oluşturmakta.
Ayrıca kişileri listelemeye dönük katı bir belleği var.

Belleğe kaydediyor
Kendisine, ailesine, inancına dönük haksız ve kuşak altı saldırıların faillerini bu belleğe alıyor.
Çok çalışkan.
Siyaseti gerçekten bir "Hizmet" mesleği olarak görüyor.
Ben bunu yıllar önce Korkut Özal CHP-MSP koalisyonunda Bakan olduğunda görmüştüm.
Özal'ın makam masasının üzerinde bir tane bile kâğıt veya dosya yoktu. Masanın üzeri bomboştu.
Ona "Siz hiç dosya incelemez misiniz" diye sorduğumda şu cevabı vermişti:
- Önüme gelen işi daha sonraya ve bugünün işini yarına ertelediğim zaman Allah'a hesap veremem. Şu anda üstlendiğim hizmetin gereğini eksiksiz yapmam bir çeşit ibadettir.
Erdoğan'ın "Öz-taban"ına karşı söz verip de gerçekleştiremediği iki hizmet var.
İmam Hatiplilerin üniversiteye girişteki mağduriyetlerini de, başı örtülü kızlara üniversiteye girişin yasaklı olmasını da önleyemedi.

Sabır taşı çatlarsa
Arkasındaki oy ve halk desteğine karşı mesela Anayasa Mahkemesi'ndeki AK Parti'yi kapatma davası sırasında veya başörtüsü konulu Anayasa değişikliğinin iptalinde bu desteğin bazı durumlarda hiçbir kıymet-i harbiyesi olmadığını anladı.
Ama gerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin engellenmesine, gerekse 27 Nisan emuhtırasına karşı verdiği tepki ile "Sabır taşı"nın fazla da zorlanmaması gerektiğini herkese hatırlattı.
Kürt realitesinin bölücü terör olgusundan soyutlanması, Kıbrıs'ın bir çözüme kavuşturularak Türkiye'nin AB üyeliğinin engeli olmaktan çıkartılması, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması ve benzeri konularda kendisine "Derin Devlet" tarafından kısıtlı karar yetkisi tanınmasını daha ne kadar kabul edeceğini kestirmek mümkün değil.
Bir çarpıcı gerçek var ki bunu mutlaka değerlendirmek gerekiyor.
Tayyip Erdoğan kendilerini "Yenilikçi" ve "Batıcı" olarak niteleyen kesimlerden daha çok "Yenilikçi" ve "Batılı" bir siyasetçi şu anda.

Liberal demokratların sesi
Daha da ötesi ister beğenin ister karşı olun, Erdoğan'ın AK Parti'si şu anda Türkiye'nin en sivil, en özgürlükçü ve en dünyalı siyasal örgütü.
Eğer bir kesim militarist eğilimlere karşı şimdiye kadar görülmemiş sert üslup içinde tepki koymaktaysa, bunun tek güvencesi Erdoğan'ın ve AK Parti'nin iktidarı değil midir?
AK Parti iktidarda olmasa, Susurluk'tan Güneydoğu'daki fail-i meçhul cinayetlere uzanan, çeşitli darbe girişimlerini içeren eylemlere dönük adli soruşturmanın bir sonuca ulaşacağını düşünebiliyor musunuz?
Neticede bu süreçte Türkiye'de medya da "Çok sesli" olmadı mı?
Ve bu süreçte "Liberal Demokrat" görüşler ilk kez ülke siyasetine dolaylı da olsa ağırlıklarını koymadılar mı?
Evet... Erdoğan'ın ceketinin göğüs cebinde nelerin olduğunu tam olarak bilemiyor

Sabah
02.07.2009
16:10
0
990
0
Gül hakem olsun
Gül hakem olsun

Dün birden fazla gazete, izlenimi Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısına katılanlardan aldığını belli ederek, “Gül hakem olsun” manşetiyle çıktı. Anayasa'nın (m. 104) cumhurbaşkanına verdiği 'devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını sağlamak' görevi bir yönüyle 'hakemlik' demek zaten. Abdullah Gül de Çankaya'ya çıktığından buyana 'hakem' konumunu korumak için özel bir gayret gösteriyor. MGK'dan çıkan bu arzuya uygun davranacağına kuşkum yok...

“Gül hakem olsun” arzusunu acaba kim dile getirdi: MGK'nın sivil üyeleri mi, yoksa askerler mi?

Siviller eski arkadaşları olduğu ve kendi aleyhine gelişecek olsa bile doğrulardan şaşmayacağını yakından bildikleri için “Gül hakem olsun” demekte fazla zorlanmamışlardır; aynı arzu MGK'nın asker üyelerinden geldiyse, işte bu çok önemli bir gelişmedir.

Önemi şurada: Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) adına açıklanmış konuyla ilgili kurumsal görüş 27 Nisan (2007) 'e-muhtırası' idi; Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine geceyarısı konan metin, adını vermeden, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığına karşı çıkmaktaydı.

TSK kendisinden önceki cumhurbaşkanlarından farklı davranışını seçimden sonra sürdürdü Abdullah Gül'le olan ilişkilerinde; sözgelimi, ne kadar önemli olursa olsun Çankaya'da verilen 'eşli davetlere' hâlâ katılmıyor komutanlar... Cumhuriyet Bayramı gibi 'birleştirici' olması beklenen bir vesilenin Çankaya Köşkü'ndeki kutlamaları, askerleri zor durumda bırakmak istemeyen Cumhurbaşkanı Gül'ün nezaketiyle, komutanların katılabilmesi için gündüz eşsiz yapılıyor; gece yapılan eşli büyük davete ise komutanlar gelmiyor.

Türkiye'nin 'first lady'si Hayrünnisa Gül ile komutan eşlerinin tanıştıklarını bile sanmıyorum.

Cumhurbaşkanının devlet adına çıktığı gezilerde, Ankara Garnizon Komutanının da uğurlama ve karşılama heyeti içerisinde yer alması mutattan olduğu için, gezi eşliyse, apronda köşe kapmaca oynama tuhaflığı yaşandığı oluyor.

Bütün bunların tek bir sebebi var: Cumhurbaşkanı Gül'ün eşinin başının örtülü oluşu... Eşi başörtülü olduğu için kendisi de belli bir 'kategoriye' yerleştiriliyor ve ne yaparsa yapsın kendisine hep önyargıyla yaklaşılıyor.

Süreç içerisinde en keskin önyargıları bile yıkmaya yarayacak onlarca kritik olay birlikte yaşandığı halde... Bütün o olaylarda Cumhurbaşkanı Gül'ün ne kadar sağduyulu davrandığını, anayasayla biçilmiş görev anlayışından milim sapmadığını, daha da önemlisi sözüyle özünün bir olduğunu yakından gördükleri halde...

Gazetelerin manşetlerine yerleştirdikleri “Gül hakem olsun” dileği, hele bir de askerî cenahın da dileği ise, bu sebepten önemli işte...

Bazı çevrelerin askerler ile sivillerin arasını açmak ve birini diğerine kırdırmak için özel çaba gösterdiği bir dönemden geçiyoruz; kritik dönem Türkiye'nin dünyadaki değerinin artışıyla paralellik arzediyor. Önümüze çıkan, yüzlerce yılda bir karşılaşılabilecek değerde bir büyük fırsat ve asker-sivil çekişmesi bu fırsatın elimizden kaçmasına yol açabilir.

Asker-sivil uyuşması ise risklerin dahi fırsata çevrilmesini sağlayabilir.

Uyuşma yolunda atılacak ilk adım önyargıları yeniden gözden geçirmektir. 'Eşi başörtülü olanı' otomatik 'karşı cepheye' yerleştirme, ya da 'başörtüsü' ile 'çağdışılık' arasında doğrudan ilişki kurma önyargısı varsa, o yargıyı sınama imkânı bugün... Abdullah Gül ile Hayrunnisa Gül'e biraz daha yakından bakılınca insanları belli bir 'kalıba' yerleştirme kolaycılığı iflâs edecektir.

Abdullah Gül ilkokul sonrası askeri okula gitseydi pekâlâ bugünkü komuta kademesinden biri olabilirdi; komuta kademesinden olanlar da onun yetişme tarzı ve çevresine sahip olsalardı Abdullah Gül'le yer değiştirebilirlerdi. Benzer sınıfsal kök ve aile yapısından geliyorlar çünkü...

Hiç değilse bu görülse ya!

Şimdilik 'hakem cumhurbaşkanı' ile yetineceğiz. Bu da önemli bir adım...


Yeni Şafak

02.07.2009
16:08
0
1042
0
Bunun nesi kötü?
Bunun nesi kötü?
en sıradan bir adamım.

Bana sıradan, basit cümlelerle anlatırsanız anlarım.

Şimdi politikanın ve medyanın konuşkan insanları mümkünse bana basit bir şekilde, “darbeci askerlerin sivil mahkemede yargılanmasının” niye kötü olduğunu anlatabilir mi acaba?

“Darbeci askerlerin sivil mahkemede yargılanması neden kötü?”

Bence bu iyi ve doğru bir karar.

Ordunun içinde birileri cunta kuruyorsa, darbe planlıyorsa, suç örgütlerine katılıyorsa, bu insanlar sivil mahkemede yargılanmalı.

Deniz Baykal, CHP ve medyanın yazarları buna niye karşı?

Tabii aynı soruyu tersten bana sorabilirler.

“Darbecilerle, cuntacılar neden sivil mahkemede yargılansın?”

Benim sade ve net cevabım var buna.

“Darbecilerle cuntacılar sivil mahkemede yargılanmalı çünkü askerî mahkemeler emir komuta zinciri içinde çalışıyorlar... Bağımsız değiller... Adalete uygun kararlar vermiyorlar.”

Neye dayanarak bunları söylüyorum?

İzninizle hemen onu da açıklayayım.

Şemdinli'de ne oldu?

İki astsubay, bir itirafçıyla birlikte Şemdinli'de bir kitabevini bombalarken suçüstü yakalandı.

Sivil mahkeme, bu adamları 39 yıla mahkûm etti.

Askerî mahkeme ne yaptı?

Bu adamları serbest bıraktı.

Hemen taze bir örnek daha vereyim.

Şu bizim yayınladığımız son “eylem planının” altında imzası olan albayla ilgili olarak Genelkurmay Askerî Savcılığı ne dedi?

“Kovuşturmaya gerek yoktur” dedi.

Sivil savcılık ne dedi?

“Tutuklanmalı” dedi.

Sivil mahkeme ne yaptı?

Daha sonra bıraksa da önce tutukladı.

Ve yargılanmasına karar verdi.

Bu iki örnek, askerî yargıyla sivil yargı arasındaki farkı anlatmaya yeterli mi acaba?

Şimdi siz de bana anlatın lütfen, neden darbecilerin sivil mahkemede yargılanmasına karşısınız?

Basit kelimelerle söyleyin.

Sıradan, sakin, basit cümlelerle konuşamazsınız bu konularda, öyle yaptığınızda, niyetiniz çok açık bir şekilde ortaya çıkar çünkü.

Bakın, bu ülkenin ordusu, devletten ve devleti yöneten hükümetten bağımsızlığını ilan etmiş bir ordu.

Ortam müsait olduğunda darbe yapıyor.

Ortam müsait olmadığında darbe planları hazırlayıp koşulları zorluyor.

28 Şubat “post modern” darbesiyle bankaları köküne kadar soyduruyor.

Kürt sorunu gibi karmaşık bir konuyla karşılaştığında çözümü cinayetlerde arıyor, takır takır adam öldürtüyor, canileri cezalandırmıyor, üstelik bir de onlara madalya veriyor.

Susurluk, Ergenekon gibi çetelere karışan elemanlarını engellemiyor, mafyayla ilişkisi Susurluk döneminde saptanan Veli Küçük'ü generalliğe terfi ettiriyor.

Cumhurbaşkanlığı gibi hiç üstüne vazife olmayan işlere karışıp muhtıralar yayınlıyor.

Bütün bunların hukukla bir ilişkisi var mı?

Peki, hukuksuz bir ordu olabilir mi?

Orduyla çeteyi birbirinden ayıran çizgi hukuktur, hukuku ortadan kaldırırsanız ordu çeteleşir.

Çok uzun yıllar önce ben Afrika'da dolaşırken, Zaire'de turistlerin en korktukları şey sokaklarda askerlerle karşılaşmaktı çünkü askerler sokakta rastladıklarını soyuyorlardı.

Bu çok abartılı bir örnek olarak mı gözüktü size?

Açın bir okuyun bakalım Susurluk raporunu, kim kimden ne haraçlar almış.

Açın bir okuyun JİTEM davasının dosyalarını, kim kimi nasıl vurup öldürmüş.

Ordu bağımsız olmaz, olamaz.

Silahlı bir gücü “denetimsiz” bırakırsanız kaçınılmaz olarak çeteleşir, elindeki silahı kendi iktidarı ve çıkarı için kullanmaya başlar.

Hukukun kurumsal denetimi olmadan da herhangi bir komutanın “iyi niyeti” suçu önlemeye yetmez, Orgeneral Özkök bu ordunun gördüğü en iyi komutanlardan biriydi, onun zamanında darbe planları hazırlandı.

Orgeneral Başbuğ, “Ben demokrasinin güvencesiyim” dedi, karargâhından Ergenekon sanığı çıktı.

“Darbecilerin, ağır suçlara bulaşan askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına” karşı çıkanlar, siz, bunların devamını mı istiyorsunuz?

Bunların devamı orduyu prestijli, saygıdeğer ve “yıpranmamış” bir ordu mu yapar?

Ben “darbecilerin, ağır suçlara karışanların” sivil mahkemede yargılanmasını istiyorum.

Bir orduyu ordu yapan hukuktur, silah değil.

Silah, çetede de var çünkü.

Taraf
02.07.2009
16:05
0
899
0
Ankara`nın umumi manzarası
Ankara'nın umumi manzarası
Bugünlerde Kızılay'a bir iskemle çekip, kenardan, gelen geçeni seyretmek vardı...
Genelkurmay kavşağı, bakanlıklar... Karşı kaldırımlarda, seyyar satıcıların arasına saklansam...
Kısa bir tatil kaçamağı yapıyorum, ama aklım Ankara'da.
Bir merak, bir merak...
Umumi manzara nasıl görünüyordur?
***
Balıkgözü objektifle şöyle bir baksam...
Panoramik manoramik, ne kareler yakalarım?
Kaldırımdan trafiği seyre
dalmak, bura gecelerinin rengârenk, ışıltılı ambiyansından daha çok çekiyor beni.
Acaba komutanlık forslu, plakasında yıldızlar olan, siyah makam arabaları ne sıklıkta geçiyor?
Hangi istikametlerde yoğunluk var?
Trafik, ne yönde daha akışkan?
Kırmızı plakalar, acı acı çalan sirenler, yanar döner ışıklı  konvoylar, cayır cayır kaçışıyor mu sağa sola?...
***
Eskiden iş kolaydı.
Yön tayini için, Genelkurmay karargahının ışıklarına bakılırdı.
Gece yanıyorsa ışıklar, faaliyet var...
Harp zamanı değil... Acep neden harıl harıl çalışıyorlar?...
Gece, pencerelerden görünen lambalar, deniz feneri yerine geçerdi.
Lakin, köprü altından çok sular aktı.
Devran değişti... Dem, o dem değil.
Asker, medyanın köpürttüğü yalancı dalgalara değil, millete verdi sırtını.
Siyaset, aynı milletten bel alıyor.
Kıbleler bir olunca, araya nifak sokmak daha zor.
***
Ciddi bir boşluk görüyorum...
Niye aklıevvel bir yazar, sezgileri kuvvetli bir yayıncı olsun, kimseler daha ayıkmadı?
Oysa çok basit... ‘Gazeteci için yeni dönem el kitabı' yazılsa, haftasında bestseller olur.
Çünkü yeni trend, yoldaki işaretleri okumak.
Şimdilerde ne varsa, gündüz trafiğinde... Aleni, uluorta, gözler önünde yaşanıyor.
Anladınız herhalde!...
Yani bakmayın siz bana, aslında Ankara'da cay-ı dikkat bir durum yok.
Ben de tatili yarıda kesip, dönme niyetinde falan değilim.
Anladınız herhalde!...
Ankara gazetecileri, kendilerine iş çıkarmaya çalışıyor.
Şu siyah Mercedes'ler garajlara çekilse, ne yapacaklarını şaşıracaklar.
İyi ki devlet ricalimiz, ekseriya tatil yapmayı bilmiyor.
Allah eksikliklerini göstermesin... Ortalıktan bir çekilseler, haber merkezlerinde yaprak kımıldamayacak.
***
Aklıma o fıkra geliyor.
George, Hans, bir de bizim Temel, ıssız bir adaya düşmüşler.
Usuldendir, bizim kadrolu köle olan cin, çıkmış karşılarına... Dileklerini sormuş.
Çoluk çocuk hasreti işte, dayanılmıyor...
Biri Londra'ya, diğeri Berlin'e... Sıcak yuvalarına, ailelerinin yanına dönmek istemişler.
Siyahi cin, ‘Bundan kolay ne var?' deyip, parmaklarını şıplatmış, dileklerini anında yerine getirmiş.
Sıra Temel'e gelince...
‘Kuş uçmuyor, kervan geçmiyor. Ben burada yalnız sıkılırım, ikisini de geri çağır' diye buyurmuş.
Gazeteciler de can sıkıntısına gelmez.
Asker, kışladan çıkmıyor; hükümet, meydanı boşaltmıyor...
Ne yapar, ne eder, herkesi Ankara'ya toplarlar.

Bizim sokağın liderleri
Farazi bir soruyla başlayalım;
Dar geçitlerden, karanlık yollardan geçeceksiniz...
Etraf, görünmez tehlikelerle
dolu... Her an, herşey olabilir...
Yanınıza şu isimlerden birini alacaksınız:
Barack Obama, İlham Aliyev, Mahmud Ahmedinecad, Beşar Esad, Hüsnü Mübarek, Angela Merkel, Vladimir Putin ve Tayyip Erdoğan.
Hangisinin liderliğine daha çok güvenirsiniz?
Bu tehlikeli yolculukta, kimi klavuz seçersiniz?
***
Amerikan World Public Opinion firması, 20 ülkede buna benzer bir anket yapmış.
Dün, bazı gazetelerde sonuçları yayımlandı.
Dikkat çekici verilerden biri şuydu:
Bütün o ‘Davos fatihi' tezahüratlarına rağmen, Başbakan Erdoğan, Arap sokağında liste başı değil.
Ama ‘en güvenilir liderler' sıralamasında, derece alıyor.
Hatta bazı müslüman memleketlerdeki şahsi puanı, yerli rakiplerinin bile üzerinde.
Yani, kredibilitesi hayli yüksek.
***
Gelgelelim Türkiye'ye...
Bence en çarpıcı kısmı bu.
Anlıyoruz ki ne Ahmedinecad, ne Esad, ne Putin, ne de bir başkası halkımızın gönlünde yok.
Bu isimler, bizim hanede çok az güvene mazhar olmuş.
Obama ile Aliyev, nispeten daha iyi durumda.
İlkini, Ahmedinecad'a; ikincisini de Esad'a tercih ediyormuşuz.
Yani hamaset, bir yere kadar...
Sırf  ‘delikanlı', sırf  ‘ona
buna kafa tutuyor' diye...
Sütçüye, tüpçüye meyletme ihtimalimiz görünmüyor.
Hem, körü körüne kimsenin peşine takılıp gitmiyoruz...
Hem de,
her ulusalcı komploya
teşne olsak bile, Amerika'dan  ölümüne
nefret ettiğimiz görülmemiş.
***
Gönlümüzü çelen, gene
bizim mahalleden...
Evimize, barkımıza sadakatimiz tescillenmiş oldu.
Gerçi Baykal, ‘Sana güvenim yok' dedi, ama...
Belli ki milletin güvenini kazanmış.
Tayyip Erdoğan, yüzde 57 ile açık ara önde...
Sağlıklı bir gösterge
değil mi?
Toplumsal sıhhate işaret eder.

Radikal
02.07.2009
16:00
0
1113
0
Işte bu okulda ameleydim
Işte bu okulda ameleydim
İbrahim Tatlıses'in “İbo Show”u, bu akşam Star TV'de yeniden başlıyor...
02.07.2009
10:18
0
2100
0
Güneşi yoğurtla sıvamayın, yanarsınız
Güneşi yoğurtla sıvamayın, yanarsınız
Güneş yanıklarına bulunan inanılmaz çözüm yolları her zaman doğru mu, çözüm yolu yoğurt sürmek mi? Uzmanlar uyarıyor!...
02.07.2009
10:16
0
1041
0
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın