Ülkenin ahvaline dair tespitler: İktisadi AhvalÜlke olarak iktisadi, siyasi, idari ve beşeri ilişkiler açısından sancılı bir süreçten geçiyoruz. Bu köşede, ülkenin ahvaline dair olacak yazıların kapsamı ve içeriği dört ana başlıktan oluşacaktır. İktisadi, siyasi, idari ve beşeri olay ve olgular masaya yatırılacak ve cevaplar aranacaktır. Bu makalenin konusu iktisadi olgular olacaktır. İktisadi krizin nedenleri ve cevapları maddeler halinde özetlenip okuyucunun bilgisine sunulmaya çalışılacaktır. Girizgâh olarak “iktisat”, insanın ihtiyaçlarını karşılama sanatıdır. Dört ana bileşenden oluşmaktadır. Doğa, emek, sermaye ve girişimcilik. Ayrıca ne üretilecek, nasıl üretilecek ve kimler tarafında ne kadar üretileceğinin cevabı ise “iktisadi sistem” belirler. Dünyada geçerli üç iktisadi sistemi vardır. Kapitalizm, sosyalizm ve diğeri ise değer ve tutumlardan oluşmuş dini veya ladini yapıların belirlemiş olduğu karma sistemdir. Aslında burada ciddi anlamda sadece İslam'ın maddi dünyaya yönelik olarak geliştirilmiş olduğu sistemin dışında diğerlerin kayda değer argümana sahip olmadıklarıdır. Türkiye'de yeni bir sistem kuruluyor. Kurulacak olan bu sistemin ana aktörleri büyük bir ihtimalle yine kamu bürokratları olacaktır. Kamu bürokratları, her zaman kendi normatif değer yargılarına göre idari mekanizmanın işleyiş biçimini belirleme imkânına sahip oldular. Bürokratların istediği sistem, “mevcut yapının nasıl korunacağı veya kurulacak sistemin kendi istek ve taleplerine ne kadar uygun” olacağına dairdir. Türkiye'de neredeyse entelektüel anlamda fikir üretmek ve eleştiride bulunmak, kamu kökenli siyasi bürokratlar tarafından suç olarak görülüyor. Kamu kökenli siyasetçiler, siyaseti salt geçimlik bir ekonomik kazanç olarak görüyorlar. Bu durum toplumu çürüttüğü gibi siyaseti de sekteye uğrattığını siyaset sınıfı maalesef göremiyor. Geminin içerisinde yer alıp da, gelmekte olan fırtınanın tehlikesi hakkında gerekli tedbirleri almamak, mürettebatı sorumlu olmaktan kurtarmadığı gibi, kaptana sağlıklı bilgiyi vermemek de en büyük mesuliyettir diye düşünüyorum. Kâinatta, fikri ve zikri olmayan insan kadar tehlikeli bir mahlûkat yoktur. Gelecekteki olası tehlikeler karşısında gerekli tedbirleri almamak, eleştirilere gözlerini kapatmak, her türlü yapıcı eleştiriyi hainlikle değerlendirmek, kişiyi sorumlu olmaktan kurtarmaz. Onun için meselelerin sebeplerini hem doğru tespit etmek, hem de yapıcı eleştirilerde bulunmak, içerisinde bulunduğumuz toplumun selameti açısında hayatıdır. Bilinen bir realitedir: Her soru kendi içerisinde kendi cevaplarını saklar. Türkiye de sağlıklı işlemeyen, her daim rant üreten ve milli gelirden pay kapmaya çalışan yapılar siyaset aracılığıyla var olmaya çalıştıkları müddetçe serbest piyasanın bir hikayeden ibaret olacağını söyleyebilirim. Yaşanan krizin nedenlerini maddeler halinde masaya yatırarak cevaplar bulmaya çalışalım. Teşhis 1: Dünyadaki ve ülkemizdeki iktisadi kriz iyi teşhis edilemiyor. Dünyada ve ülkemizdeki krizin ana müsebbibi kapitalist sistemdir. Kapitalizm, sosyoekonomik krizlerin anaforudur. Kapitalist sistem krizlere borçludur. Her kriz onu yeniden doğurur. Bu açıdan bir sistem sorunumuz vardır. Teşhis 2: Para – mal ve talep arasındaki insan unsurunun kalitesi, piyasanın işlevselliğini ve işlerliğini belirler. İktisadi ve beşeri hayatta tutum ve değerlerin zihniyet yapısı, o sistemin temelini belirler. İyi bir sistemin temelinde “söylediğini yapan ve yapacağını söyleyen” ehliyetli kadrolara ihtiyacımız vardır. Teşhis 3: Türkiye, dünyanın en büyük 18. ekonomisidir. “Ekonomik büyüklük” tek başına bir şey ifade etmiyor. Dünyadaki küresel servetin yüzde 82'si nüfusun yüzde birini oluşturan zenginlerin uhdesindedir. Yani 700.000 kişi, dünya kaynaklarının yüzde seksen ikisine hükmediyor. Ülkemizde de gelir dağılımı ciddi anlamda bozuktur ve adil olmayan bir şekilde paylaşılmaktadır. Ayrıca gelir dağılımı; fonksiyonel, bölgesel, sektörel ve kişisel açıdan da değişiklikler göstermektedir. Gelir dağılımını yeniden düzeltecek mali enstrümanlara ihtiyacımız vardır. Teşhis 4: Gelir ve servet eşitsizliği, hem yatırımların hem de krizlerin en büyük nedenidir. Çünkü servetin tek elden toplanması, sermayenin üretken olmayan alanlara açılımını tetikler. Yani kişilerin milli gelirden almış olduğu pay önemlidir. Ülkede en yoksul ile en zengin kişilerin ekonomide almış oldukları pay hem sosyal istikrar açısından hem de ülkenin kalkınması için hayatidir. Teşhis 5: Ekonomiyi sadece tüketim mallarının karşılanması olarak algılayan, gören bir bürokrasi zihniyeti ile karşı karşıyayız. “Değişen dünya ve değişmeyen kamu yönetim yapımız” la çağı yakalamayacağımız ortadadır. Üretimin hangi kalemler ve talepler üzerine olacağına dair zihinsel değişime ihtiyacımız vardır. Teşhis 6: 1980'lı yıllardan beri reel üretim bitti. Finansal mülk sahipleri ile devlet bürokrasisi birlikte fiktif olmayan sanal rantı yarattı. Dünyada reel ekonomi ile hemhal olan çok az ülke kaldı. Almanya, Çin ve Güney Kore reel ekonomi ile istikrarlı bir şekilde büyümeye devam ediyorlar. ABD, reel ekonomi ile sanal ekonomi arasında gidip geliyor. Türkiye, son 40 yıl boyunca betona ve demire yatırım yaptı. Yani gayrimenkulün dışında üretken alanlara yönelmedi. Bizdeki krizin kokusu buradan geliyor. Her türlü spekülasyona, gayrimeşru kazançlara ve dalgalanmalara karşı talep esnekliği olmayan reel ekonomiye ihtiyacımız vardır Teşhis 7: İhracatımız, ithalata bağımlıdır. Hammadde ve ara malları dışarıdan alıyoruz. İhracatımızın yüzde 80'ni neredeyse ithalat girdilerine bağlı. El cevap; ihracatımızı ithalata bağımlı olmaktan çıkarıp, yerli girdilerle diş ticaretimizi artırmaya ihtiyacımız vardır. Teşhis 8: Enerjide ve ileri teknolojide dışa bağımlıyız. Çok ciddi bir anlamda net döviz talebimizi düşürecek ileri teknolojilere ve enerji ihtiyacımızı minimize edecek yatırımlara ihtiyacımız vardır. İçte ve dışta enerji talebimizin maliyetini düşürecek yeni yatırımlara ihtiyacımız vardır. Teşhis 9: İktisadi hastalığımızın tek nedeni faiz değildir. Faiz bir neden değildir, bir sonuçtur. Ekonomik kalkınma yanlış planlandığı için borçlanmanın maliyeti artıyor. Yanlış yatırımlar ve yanlış kararlar, istikrarlı olmayan piyasa ekonomisini bunalıma sokuyor. Yani yanlış sosyoekonomik kararlar; riski, risk faizini, faizde reel yatırımları öldürüyor. Teşhis 10: Az üretiyoruz ve çok tüketiyoruz. Bu bizi borçlandırmaya götürüyor. Borçlanma demek döviz talebi demektir. Döviz talebi bizi ekstra bir maliyete götürüyor. Yani faize. O halde faiz nedir? Faizi şöyle formüle edebiliriz. Faiz: risk+maliyet+kar'dan oluşur. Sosyal ve iktisadi riskleri azaltmadan, maliyetleri düşürmeden ve aşırı karlara narh (vergi ) politikaları getirmeden faizi düşürme imkânımız yoktur. Teşhis 11: Kalkınmanın yanlış planlanması, Türkiye'nin gelişmesini olumsuz etkiliyor. GAP projesi ilk zamanlarda doğru, fakat bugün miadını doldurmuş durumda. DAP, DOKAP, KOP, Kalkınma ajansları ve benzeri bilimum cazibe merkezleri projeleriyle ile ülkenin sosyoekonomik kalkınmasının sağlanmayacağını öngörmek gerekiyor. Yeni bir kalkınma modeline ve teşvik politikasına ihtiyacımız vardır. Teşhis 12: Kamu reformu yapılmadan mevcut kurumsal zihniyet ile yatırımların rasyonel planlanması mümkün değildir. Merkezi ve yerel yapılar yeniden gözden geçirilmelidir. Birleştirilmesi gereken kurumlar bir çatının altına, lağvedilmesi gereken birimler hemen ve ihdas edilmesi gereken kurumlar ise ivedilikle kurulmalıdır. Teşhis 13: Kalkınma ile ilgili birimler ile finansal birimler aynı çatı altında oluşturulmalı ve bunların yatırımlarını ve koordinasyonunu sağlayacak ve denetleyecek özerk birimler oluşturulmalıdır. Türkiye'de, faiz, yatırım ve kredi arasında sağlıklı kurumsal yapıların olmadığı ve oluşturulmadığı bilinen bir realitedir. Örneğin kalkınma ile sermaye arasındaki dengenin sürdürülebilirliği için oluşturulmuş olan Kalkınma Bankası'nın durumu ortadadır. Kalkınma, finans ve teşvik politikaları içeren bütüncül mekanizmalara ihtiyacımız vardır. Teşhis 14: Ekonomi sadece para politikalarından ibaret değildir. Bir ülkenin sosyal gelişmişlik düzeyi, eğitim seviyesi, şehirleşme yapısı, lojistik hizmetlerin alt yapısı, hammadde kaynakları ve hammadde kaynakların pazara erişebilirlik konumları, toplumsal fırsat eşitliği, toplumun sahip olduğu hukuk düzeyi, idarenin yönetişim becerisi, talep ve katma değeri yüksek ürünlerin markalaşma düzeyi, beşeri ve entellektüel sermayenin yapısı, sektörlerin istihdam kapasiteleri, sermayenin yapısı, doğal kaynakların çeşitliliği ve toplumun ekolojik duyarlılık düzeyi ve benzeri olguların düzeyleri ileri seviyede olmadığı müddetçe ekonomik krizler kaçınılmazdır. Çok geniş bir sosyoekonomik perspektife ihtiyacımız vardır. Teşhis 15: Rantabıl olmayan yatırımların teşviki; dövizin artışına, dövizin artışı enflasyona, enflasyonun artışı yüksek faize ve faizin artışı da reel sektörü öldürdüğünü bilmek gerekiyor. Örneğin, petrolde dışa bağımlı bir ülke iseniz yapacağınız iş karayolu yapmak değildir. Bir plan dâhilinde karayolunda araç sayısını azaltıcı politikalar geliştirilmelisinizdir. İnsan ve yük taşımasını demiryolu veya deniz yolu araçlarla sağlayacak şekilde makro planlarınızı gözden geçirmek zorundasınız. Her yıl karayollarında çok ciddi anlamda milyar dolarları bulan enerji ve yatırım giderleri söz konusudur. Bu ulaşım politikaları olduğu müddetçe enerji açığını kapatma imkânımız yoktur. Yeni makro planlamalara ve yeni ulaşım politikalarına ihtiyacımız vardır. Teşhis 16: Salt iktisadi araç ve tutumlar krizlerin tetikleyicisi değildir. Her türlü toplumsal meselelerin çözümsüzlüğü ekonomik krizlere davetiyedir. Türkiye'nin kurumsal idari birimlerin yapısı, din –devlet ilişkisi, dış politikası ve Kürt meselesi hep maliyet üreten sorunlardır. Maliyet üreten sosyal sorunları rasyonalite doğrultusunda çözmeye ihtiyacımız vardır. Teşhis 17: Beşeri hayatın demokratikleşmesi sağlanmadığı müddetçe ekonomik krizlerin devam edeceğini öngörmek gerekir. Günümüzde gelişmiş ülkelere ve geçmişte yaşamış büyük medeniyetlere baktığımızda bu gerçeğin olduğunu görmekteyiz. O halde yapılması gerekenler bellidir: Ya topyekûn bir huruç hareketine (ihya ve inşa faaliyetine ) girişeceğiz, ya da mevcut yapıyla debelenip duracağız. Ben, sonuç olarak devleti yöneten aklın bu duruma kayıtsız kalmayacağını ve “aklıselim” dairesi içerisinde hareket edeceğini düşünenlerdenim. Umarım öyle olur.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|