Ülkenin Ahvaline Dair Tespitler: Beşeri AhvalBütün peygamberler, zamanla bozulan insan fıtratını düzeltmek için gelmişlerdir. Peygamberler, âlimler, filozoflar ve bilge yöneticiler fıtrat ile bağlantısı kopan, kendi özüne yabancılaşan insanları fıtratlarına dönmeleri için çağrıda bulunmuşlardır. Oysa tüm insanların fıtratları ve duyarlılıkları aynıdır. Çalmak, öldürmek, zulmetmek, kişinin onur ve izzetini çiğnemek her toplumda hor görülmüştür. Mutlaka her toplumun kendine özgü özellikleri vardır. Toplumların kazanmış olduğu tarihi bilgiler, birikimler ister istemez diğer kuşaklara aktarılır. Bütün bu tarihi birikimlerin iyi olduğunu söylemek mümkün değildir. Her toplum zamanla bozulur. Beşeri ilişkiler, insanın insanla, insanın kâinatla ve insanın toplumla olan manevi ilişkiler bütünüdür. Beşeri ilişkiler; sosyal, kültürel, coğrafi ve üretim güçlerinin bir sonucu olarak gelişirler. Aslında bilinen bir kuraldır; toplumların üretim ilişkileri beşeri ilişkileri belirler. Bugünkü kişiliğimizin özelliği; geçmiş kadim medeniyetimizin izleri ve içinde bulunduğumuzun halin (batılılaşma) bir neticesidir. Bugün sahip olduğumuz kimlik, ne tam garp kültürünü, ne de tam şark kültürünü arz ediyor. Her ikisinden de izler taşıyor, ama hiçbirisi değildir. En batılı olarak bildiğimiz bir kişide hiç beklemediğimiz bir anda şark kültürünün izlerini görmek mümkündür. Toplumların geçirmiş olduğu aşamalar bireye bazı özellikler kazandırabilir, fakat belli bazı özelliklerin herkesi kapsadığını söylemek mümkün değildir. Zamana, mekâna, genetik yapıya bağlı olarak bu özellikler de değişir. Beşeri ilişkiler açısından insanımızın sosyopsikolojik yapısını masaya yatırırsak çok farklı parametrelere sahip bir kimlikle karşı karşıya olduğumuzu görürüz. Bu makalede olumlu özelliklerden (misafirperver, merhamet sahibi, vatana bağlılık, kutsal değerlere olan saygınlık vb. niteliklerden) ziyade, olumsuz niteliklere sahip toplumsal özelliklerimiz masaya yatırılacaktır. Her insan mevcut sistemin bir ürünüdür. Tarım toplumunda yetişen bir insanın beşeri ilişkisi ile sanayi toplumunda yaşayan bir insanın beşeri ilişkisi aynı olamaz. Türk toplumu son yüzyıl içinde üç toplumsal evrenin içinde evrilerek şekillenmiştir. Tarım, sanayi, bilişim ve bir de Cumhuriyetle birlikte buna ilave edilen kültürel değişimi eklediğimizde manzaranın sosyolojik açıdan ne kadar çetrefilli olduğunu görürüz. Tüm bu olumsuz enstrümanlara karşı yine insanımız bu üstün insani meziyetlerini koruyabilmiştir. Her toplum bu şokları kolay atlatamaz. Beşeri ahvalımıza dair tespitler: 1. Otorite/Devlet ilişkisi: Otorite ile ilişkisi ikirciklidir. Güçten yanadır. Genelde otoriteyi kutsal olarak görür. Eğer kişi sistemin bir parçası ise yapılan yanlışı görmez ve düzeltmez, eleştirenleri de hor görür. Eğer kendisi sistemin dışında ise yapılan doğru işleri bile yanlış olarak değerlendirir ve ağır eleştirilerde bulunur. Dahili olduğu otoriteye sonsuz inanır. Sahip olduğu otoritenin her tarafa sirayet etmesini ister. Farklı katmanların nefes almasını engeller. Herkesten mutlak itaatı ve biatı ister. Uzlaşma ve karşılıklı kazan/kazan kültürüne sahip değildir. Ötekilerle birlikte yaşamanın yollarını arayamaz. 2. Sistem kurma/ geliştirme becerisi: Sistem ve norm oluşturmada isteksizdir. Genelde başkalarından bekler. Standartları sevmez, sistem kurmaz. Sistemsizliği “sistem” olarak görür. “Kervan yolda düzelir.” inancına sahiptir. Normlara tabi olma ilişkisi görecelidir. Zamana, mekâna ve kişiye göre bu normlar değişir. 3. Kamu ve özel alanla ilişkisi: Kamu ve özel alan sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini kestiremez. Başkalarının hayatları hakkında her şeyi bilme arzusuna sahip olmak ister. Şahsiyetin bir nitelik olduğu ve kişiye mahsus olduğunu idrak etmez ve bu alana hep müdahil olmak ister. Onun için ne özel ve ne de kamusal alanında sistematik ahlaki kurallara sahip değildir. Bildiği ve yaşadığı şeylere herkesi inandırmaya ve yaşamaya zorlar. Örneğin, kamusal alanlarda kolaylıkla davullu zurnalı düğün yapmayı, yollarda araç konvoyu yapmayı ve trafikte korna çalmayı bir hak olarak görür. Hasta, yolcu ve yaşlıları düşünmez. Kendi eğlencesinin başkalarının haklarını ihlal ettiğini ve zarar vereceğini akletmez. 4. Düşünme ve inanç ilişkisi: İnancın, zamanla kazanılan bir bilginin sonucu olduğunu düşünmez. Akıl olmadan bilgi ve bilgi olmadan inancın olamayacağını tahayyül edemez. Düşünce açısından kendisinin en doğru bilgiye sahip olduğuna inanır, düşünür. İnandığının yanlış olabileceğine ihtimal dahi vermez. Başkalarının da kendisi gibi belli bazı doğrulara sahip olabileceğini ihtimal vermez. Bilgi sahibi olmadığı halde birçok konuda görüş sahibidir. Eleştiriyi, yol gösterici olarak değil, hakaret olarak görür. Eleştirel düşünceye kapalıdır. İdeolojik ve verili düşünceyi kutsar. Araştırmayı ve incelemeyi pek sevmez, taklit yeteneği gelişmiştir. 5. Öteki ile ilişkisi: Empati ve başkalarıyla ilişkisi sağlıklı olmayan bir yapı arz eder. Kendisinde olmayan fakat başkalarından olan nitelikleri kolayca kötü olarak görmeye yatkındır. Kendi kabilesi, kendi cemaati, kendi mezhebi, kendi etnik kimliğini ve hatta doğduğu yeri, hemşerilik ilişkisini, temel baz olarak ele alır. Öteki ile ilişkisini hısımlıktan ziyade hasımlık olarak konumlamaya meyillidir. Bazen de tam bunun aksi söz konusudur. Başkalarına karşı aşırı tevazu sahibidir ama kendi yakınlarına aşırı mesafelidir. Başkaları ile birlikte yaşamanın yollarını aramaz, müzakere kültürüne yabancıdır. Anlaşma ve uzlaşmayı yenilgi olarak görür. Başkalarının temel ve devredilmez haklarına sahip çıkmaz. Fakat ucu kendi haklarına dokununca feryat eder. 6. Özgürlük, özgüven ve itiraf etme becerisi: Özgürlüğüne düşkündür, ama kendi özgürlüğünün sınırlarını nereden başlayıp bittiğini pek anlayamaz. Başkalarının özgürlüğüne müdahil olmaktan kaçınmaz. Özgüveni ise fazla gelişmemiştir. Çünkü cemaat kültüründen kurtulup, cemiyet kültürüne geçişi tamamlayamamıştır. Güçsüz kişilere karşı aslan, güçlüye karşı ise itaatkârdır. Eğer hükmeden güçlü ise onunla yaşadığı problemleri, eleştirileri açıkça yapmaz ve kapalı kapılarda yapar. Suç işlediğinde itiraf etmez, pişmanlık duymaz. Ruhunu arınmayı, tövbe etmeyi ve suçunu itiraf etmeyi zayıflık olarak görür. Günahlarıyla yaşar, özür dilemenin yüce bir erdem olduğunu ikrar etmez. 7. Yaşam sevgisi ve duygu ilişkisi: Aşırı duygusaldır, çabuk gaza gelir. Sevdiği şeylerle ilişkisi sahiplik üzerinedir. Sahipse iyidir, sahip değilse kötüdür. Sahip olmadığı şeyi sevemez. Eşitler arası beşeri ilişkilere sahip değildir. Sahip olmadığı şeye murdar derecesinde düşman kesilir. Başkalarının başarısını küçümser, aşağılar veya görmemezlikten gelir. Bunu böyle yaptığında kendisinin yüceleceğini düşünür. 8. Zaman kavramı ile ilişkisi: Geçmiş, bugün ve gelecek arasında sağlam bir nedensellik bağı kuramaz, kadercidir. Böyle gelmiş böyle gideceğine inanır, iradesini ortaya koymaz. Birilerinin gelip işleri düzelteceğine inanır. Kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmez, başkalarının yapmasını bekler. Çalışma ile ilişkisi sistematik ve disipliner değildir. Kısa yoldan köşeyi dönmeyi sever. Bugünün sorunlarını yarına erteler, yarının işini bugünden planlamaz. Bahane ve mazeret üretmekte mahirdir. 9. Estetik ile olan ilişkisi: Beşeri ve sosyal hayatta görebildiğim kadar insanımızın en çok bozulan, dumura uğrayan ve en az gelişen yeteneğinin estetik duygusu olduğudur. Estetik duygusunun bu kadar yıpranmış olması, almış olduğu eğitim ve içinde bulunduğu maddi kültürdür. Sanata ve düşünce ürünlerine olan uzaklığı; yaşamı, yaşam -sosyal ilişkileri ve sosyal ilişkilerde psikolojik yapıyı sekteye uğratmıştır. İşini en güzel şekilde yapmaz. İş geliştirmeyi ve karşıdaki insanın memnuniyetini fazla kaale almaz. Toplumsal kalitenin ne olduğunu bilmez. Bütün bunların doğal sonucu olarak güzellik duygusundan mahrum kaldığı için, yaşamdan haz duymaz ve her şeyi tüketmeye meyillidir. Çevre, iş ve yaşam ilişkisine baktığımızda bunu net bir şekilde görüyoruz. Bir insanın kalitesi iş tutuşunda belli olur. Bu da estetik duygunun gelişmesine bağlıdır. Estetikten mahrum bir iş/ fikir, ancak form üretir. Form da sadece taklit ve şekilcilik gelişir. Belli bir derinliğe sahip olmayan bir kişiliğin, eşyadaki güzelliği görmesi mümkün değildir. Güzelliği göremeyen bir göz, hakikati göremez. Hakikati keşfetmeyen bir ruh ise hayattan haz alamaz. Bizim insanımızın en büyük meselesi budur! 10. Üretim ve infak ilişkisi: İnsanımızın son yüzyılda edindiği kültürün sonucu olarak çalışmak ve zenginleşmekle olan ilişkisi ihmalkârlığa varan bir yapıya sahiptir. Adeta “veren el değil, alan el” olmak için çırpınmaktadır. Nerede ise, en zenginimiz en fakirimiz pozisyonundadır. Çünkü zenginlerimiz hep devletten beslenmelidir ve kamunun mallarını kendi çıkarı için kullanmaktan çekinmemektedirler. Toplumda üretim ve rekabet duygusunun gelişmesi gerekirken, bunun böyle olmadığını görmekteyiz. Çünkü bunun sebebi vergilendirme ve rantın devlet tarafından haklı olmayan bir şekilde dağıtılmasıdır. Bir yerde devlet hakem değilse ve tarafsa, orada sistem, hep adil olmayan bir kişiliğin üretimini sağlar. Bu tür kişiliğin ödüllendirilmesi, iyiliğin ve hakikatin çürümesine sebep olur. Bunun doğal sonucu olarak fertler, haktan ve hakikat yana tavır almazlar, pragmatist davranış geliştirirler. 11.Fırsat ve ganimet ile ilişkisi: Fırsatçıdır, eline geçen her fırsatı ganimet olarak görür. Fırsatlarla olan ilişkisi ehliyet ve liyakat üzerine değildir. Ehliyet ve liyakat sahibi olmadığı halde, kendini her türlü konuda yeterli olarak görür. “Bal tutan parmağını yalar” felsefesine inanır. 12. Kâinat- çevre ile olan ilişkisi: Kâinatla kurduğu ilişki tek taraflı olup tüketim üzerinedir. Kâinata bir şey ilave etmez, ondan hep koparmaya çalışır. Kendisinden sonra torunların nasıl bir dünyada yaşaması gerektiğini düşünmez ve karar alamaz. Dereleri, denizleri, toprağı ve suyu kirletmekten çekinmez. Bazen de rüzgârlı havalarda sigaranın külleri uçmasın diye küllüğe su koyar, ama arabasından çöp atmaktan çekinmez! Yaşadığı yeri güzelleştirmez. Gölgesinde dinlenebileceği bir ağaç dikmeyi bile düşünemez. Var olanı da kesmekten çekinmez. Sonuç olarak, tüm bu olumsuz özellikleri olumlu bir yapıya çevirmek mümkün müdür? Mümkündür! Yeter ki “devlet” dediğimiz aklın, düzgün bir şekilde tekrar çalıştırılmasıdır. Ben yine son Nebi'den (Hz Muhammed (sav)) kalma bir hadis ile sözlerimi tamamlayayım: “Âlimlerin ve amirlerin bozulması ümmetimin bozulmasına, onların düzelmesi ümmetimin düzelmesine sebep olur.” Not: Tüm okuyucularımın Kurban Bayramı'nı kutlarım. Sevgi ve saygılarımla…
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|