Tüm Modern Anlatıların Durduğu Yerde Muhammedi Müjdeİnsanın emelleri ve arzuları alemin aktarına dağılmış. İnsan bir çiçeği arzuladığı gibi güzel bir bahçeyi de arzular, bir bahçeyi arzuladığı gibi cennet gibi güzel bir yeri ve o yerde bütün dost ve sevdikleriyle huzurlu bir şekilde ebediyen yaşamayı da arzular. Ama hayatın ölümlü ve sonlu gerçeği onun bu arzu ve isteklerini kursağında bırakır. Yaşayan ölür giden gelmez ve insan sevdiği annesinden babasından çocuklarından, eşinden, dostlarından ve biricik hayattan ölüm hakikatiyle ayrılır ve ayrılık ateşi onu yakar. İnsan “batsın bu dünya” şarkıları veya “ayrılık olmasaydı ölüm ruhlarımıza yol bulamazdı” şiirlerini okumaya başlar nafile gelen gider, giden gelmez… Çocukluktan gençliğe gençlikten yaşlılığa ve ölümle kabre yolculuk bitmez. İnsanın tutunduğu bütün dallar (gençlik, makam, mal ve mülk) ve nesneler zaman içerisinde adım adım elinden birer birer uçar gider… İnsanlığın tarihi hep bu acı tabloyu yansıtır. Yani, “İnsan doğar, yaşar ve ölür. Ölen gider giden gelmez” ümitsizlik girdabına düşmüş bakışlar bir içler acısı olarak insanlığı derinden etkiler. ‘Tarihin derinliklerinde, acaba ölümü öldürmek mümkün mü?' diye sormuştur, sorgulamıştır ve çareler arayışı içerisine girmiştir insanoğlu. Tarih içerisinde Firavunlar bedenlerini mumyalayıp saklamış ve ruhlarının tekrar geri geleceği ümidiyle Piramitleri bunun için inşa etmişler. Çinli komutanlar, askerleriyle toprağa gömülmüş mumyalanmışlar. Tarihte olduğu gibi bugün de modern insanın en büyük arzusu ve bilimsel çalışmaların en büyük hedefi ölümü öldürmek, ölüme bir çare bulmak yani hücre dezenformasyonunu durdurmak, hayatın sonluluğuna son vermek olmuştur. Ama ne çare. İlahi dinlerin dışında tüm antik ve modern anlatılar bu konuda yetersiz kalmıştır. Ölümden sonraki hayata ve ölüm gerçeğine, canlıların ve evrenin nereden gelip nereye gittiği konularında, dinlerin söylemleri dışında ortaya konan bütün anlatılar (fikirler ve ideolojiler vb) zaman içinde anlamsızlaşmıştır. Modern dünya tüm şaşaa ve teknolojik debdebesiyle ulaştığı büyüleyici enstrümanlarıyla toplumların anlam dünyalarını dolduramamıştır. Hiçbir ideoloji ve fikir akımı tarih içerisinde din olgusu kadar ve özelde İslam Dini kadar gönülleri doyurabilme şansını bulabilmiş değildir. Madem ölüm öldürülememekte, kabre giden yolculuk durdurulamamakta, öyle ise bu konuda gerçek söz hakkına sahip peygamberleri ve Hz. Muhammed aleyhisselamı dinleyelim. Çünkü O Zat aleyhisselam görüyor ve öylece konuşuyor ve bütün insanlara müjde vererek hitap ediyor ve davet ediyor. Acıklı ayrılıklı ve kederli bu hayatın gerçeğini en derinden yüreğinden hisseden diğer bütün canlılardan farklı olan nazik ve nazenin bu insanın ölümlü ve anlamsız dünyasına Hz. Muhammed (a.s.v.) Kur'an ile getirdiği “ölüm hiçlik değil yokluk değil ebedi bir hayata geçişin kapısıdır, bütün sevdiklerinize kavuşma yoludur. Ölüm tezkeresiyle dünya vazifeniz bitecek, sizi bekleyen bütün dost ve sevdiklerinize kavuşacaksınız, taptaze vücudunuzla kükürt ve gül kokan bir genç olarak, hem de bütün arzularınızın karşılandığı cennete gideceksiniz” müjdesi; İnsanın ölümlü, ayrılık acısıyla oluşan karanlıklı dünyasını, bir anda ters yüz ederek aydınlığa, sevince ve ümide dönüştürecektir. Ölüm olgusu Mevlana'nın deyimiyle “Şeb-i Aruza” (düğün gecesine) dönüşür. Allah'ın (c.c.), “Ey Resulum biz seni bütün insanlara bir rahmet olarak gönderdik” ayetinin sırrı insanlık âlemine sağlanan bu müjdelerle daha iyi anlaşılmış olur. Bu peygamberi mesaj, hayatın ölümle son bulacağı düşüncesinin ters yüz edilmesi bakımından büyük bir anlam taşıyor. Peygamberimizin “Ölüm hiçlik değil, yokluk değil, ebedi bir âlemin geçiş kapısıdır, bütün sevdiklerinize kavuşma yoludur” söylemiyle, dillendirdiği ruhları okşayan bu ümit dolu mesajı, benim dini duygularımın oluşmasında çok önemli bir değer olarak yer almıştır. Düşünün, sizin en sevdiğiniz bir evladınız çok hasta ve ölmek üzere doktorlar çare bulmaktan aciz siz evladınızdan ayrılmanın ayrılık ateşiyle yanıyorsunuz, ümitleriniz tükenmiş tam o esnada Hekimi Lokman gibi bir Zat gelse çocuğunuza bir ilaç içirse ve çocuğunuz iyileşip ayağa kalksa ne kadar sevinirsiniz. O hekime karşı ne minnettar olursunuz. O Zata karşı sevginizi ve memnuniyetinizi en içten duygularla bildirirsiniz. Aynen bunun gibi insanlık ayrılık ve sonlu hayat acısıyla kıvranırken, Hz. Muhammed (a.s.) getirdiği müjdeyle, insanlık büyük bir umut ve heyecanla kendini yeniden bulmakta, ölüm ve ayrılık acısını dindirmekle yeniden doğmaktadır adeta. İnsanların bu durum karşısında Hz. Muhammed (a.s.) karşı sevgi ve saygısını, memnuniyetini bildirmesi, lebbeyke-buyur ya Resulullah demesi, yaralarına ilaç olan bu Zatı içten kucaklaması gerekirken ona karşı ilgisiz kalmakla yetinmeyip, bir de üstüne hakaretler yağdırması (nitekim tarihte ve her devirde olmuştur) nasıl izah edilebilir artık siz düşünün. Ayrıca, Hz. Muhammed'in (a.s.) getirdiği anlatı ile hayata, insana ve evrene bakmadığınız zaman her şey tesadüflerin amaçsızlığına dönüşecek, kâinatın ve insanın nereden gelip nereye gittiğine anlamlı bir cevap bulmakta güçlük çekecektir. Hz. Peygamberin Kur'an ile ortaya koyduğu mesaj ile muhteşem bu kainat ve garip bu insan anlamsızlıktan başıboşluktan kurtulur ve varlık Yaratıcı Zatın (c.c) birer sanat eserine, mektubuna ve mesajına dönüşerek bir anlam kazanır. Her olay ve olgu onu güzel isimlerini gösteren birer ayete döner. İnsan, Allah'ın (c.c.) yeryüzündeki şuurlu bir muhatabı, halifesi, Yaratıcı'yı anlayan ve O'na (c.c) anlayışını sevgi ve saygıyla gösteren, ebediyete namzet-aday bir varlığa dönüşür. Acaba o masum Nebi, söylediği hakikatlerin doğruluğunu nasıl ilan etmektedir? O'nun her hali mucize olmasa da söylediği hakikatlerin doğruluğuna delildir. Çocukluğu ve gençliği çok masum geçmiştir. Koyunların yanında çobanlık yaparken bir düğün sesi duyar çocuk haliyle oraya yönelir ama yolda uyuyakalır ve düğüne gidemez. Gençliğinde öyle iffetli bir hayat geçirir ki kendinden büyük kırk yaşlarında olan Hz. Hatice ile evlendiği halde hiç kimse onun iffete aykırı bir davranışından söz edemez. Peygamberin elli yaşlarından sonra yaptığı evliliklerinin dini ve sosyal amaçlı olduğunu nefsani olmadığını, elli yaşlarına kadar kendinden büyük bir kadın ile geçirdiği iffetli hayatından da anlamak mümkün. Öyle dürüst ve güvenilir bir hayat ortaya koymuştur ki Mekkeli düşmanları O'na “Muhammed-ül Emin” (güvenilir insan) demişlerdir. İnsanlar ve hatta düşmanları da eşyalarını O'na teslim edebilmişlerdir. Nitekim kavmini toplayıp kendisinin bir peygamber olduğunu onlara açıklayıp inanmaya davet ettiğinde, Mekkeliler “sana çok güveniriz, sen emin ve doğru bir insansın, ama din konusu biraz farklı, biz atalarımızın dinini değiştirmek istemeyiz” demek durumunda kalmışlardır. Yirmi üç yıl gibi kısa bir zaman içerisinde Mekke'nin ve Arap yarımadasının tamamının İslam'ı kabul etmesi, kendisin din konusunun da güvenilir olduğunu ortaya koymuştur. O Zatı saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Minnettarım ben Ona… Muhabbetle kalın.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|