Toplumsal Hayatın Üç Saç Ayağı Ve AdaletYaşamın kısalığı ve belirsizliği karşısında insan sistemsizliği istemez ve her zaman istikrarlı bir dünyayı arzular. Kaos ve sistemsizlik insanı karamsarlığa iter. Sistemlilik, istikrarın ve hukukun bir gereği olarak ortaya çıkar. Keyfiyet ve kuralsızlığa geçit vermez. Sistem; rasyonalitenin, sistemsizlik ise irrasyonelitenin bir sonucudur. Sistem; akıldır, ilmi disiplindir, adalettir, ahlaktır, mizan ve dengedir. Sistemsizlik ise cehalettir, keyfiliktir, kaostur, hukuk ve ahlaktan yoksun yaşamaktır. “İnsan neden sistemli bir hayat ister?” sorusunun cevabı bellidir. Sistemsizlik, zülme ve keyfiliğe insanları sürüklediği için insanlar netliği ve huzuru hep arar olmuşlardır. İnsanoğlu varlıklar aleminde kendisini yetersiz gördüğü için ötekilere hep ihtiyaç duyar. Ötekilerle mutlu ve birlikte yaşayabilmesi için hukuka ve belirli standartlara bağlı olması hayatidir. Bu durum hem toplumsal emniyet, hem de gelişme açısından insanları olumlu şekilde etkiler. İnsan, ihtiyaçlar ve doğal kaynaklar karşısında yetersiz bir varlıktır. Kendini kainatta yetersiz gören her varlık ötekine doğru yolculuk yapar. Bu da ister istemez toplumsal ilişkileri ve ilişkiler de sosyal sistemi oluşturur. Sistem ve standartlara sahip olan toplumların tarih boyunca geliştiklerini ve medenileştiklerini ve bunlardan mahrum kalan toplumların ise bocaladıklarını görüyoruz. Duygusal zeka ile hareket eden toplumlarda hukukun gelişmediği ve aklın fonksiyonlarını icra etmediği bilinen bir vakıadır. Aklın öncü olarak kabul görülmediği toplumlarda sistem kendiliğinden oluşmaz. Bu gibi toplumlarda her şey siyasi lider, ruhani imam veya kabile şefinin iki dudağında dökülen sözlere göre belirlenmektedir. Böylesi toplumlarda adalet, hukuk ve nizam kişiye göre tecelli etmektedir. Yönetici iyi ise sistem de iyidir, yönetici kötü ise sistem de kötüdür. Kişiye göre dizayn edilen toplumlarda istişare, ehliyet, hürriyet, temsiliyet ve hukuk kendiliğinden gelişemez ve serpilemez. Sistemli bir düzenin ilk şartı, herkesi kapsayan ve hiç kimseyi dışlamayan, temel hakları amasız, şartsız herkes için olmazsa olmazı temel ilke olarak kabul etmektir. Toplumsal hayatta önemli olan herkesi kapsayan fakat olumsuz fiiller karşısında ise yine herkes için geçerli olan normların istisnasızlığıdır. Bir yerde iktidarı sınırlandıran bir müeyyide veya bağımsız bir norm yoksa, orada düzen/sistem söz konusu değildir. Keyfiyet ve otoriteleşme alır başını gider. Kaos ve toplumsal yozlaşma kaçınılmaz olur. İktidarın yozlaştırıcı etkisini minimize etmek için yürütme gücünün sınırlandırılması elzemdir. Çünkü iktidar, yöneticileri ve toplumu yozlaştırır. Onun için iktidarın gücünü sınırlandırmak için seçim, seçilme süreci, seçilme kriterleri, denge ve denetim mekanizmaları hem yetkiyi elinde bulunduranlar açısından hem de toplum açısından önemlidir ve ayrıca güce tapınmayı ve yozlaşmayı direk önleyerek şahsiyetli bireylerin toplumda ön plana çıkmasına neden olmaktadır. Günümüz dünyasında ve ülkemizde birçok insan bilimden, sanattan, felsefeden, teknolojiden ve demokratik hukuk devletinden uzak bir şekilde tarım toplumunun düşünce ufkuyla siyasal olaylara bakmaya çalışmaktadırlar. Bu da ister istemez toplumsal kırılmalara ve çatışmalara neden olmaktadır. Toplumun gelişmesi ve medenileşmesi için gücün denetim altına alınması elzemdir. Aksi takdirde toplum güce ve sahte ilahlara tapmaya başlar. İlahlık ve Rablık düşüncesi sadece Allah'a karşı şirk ve meydan okumak olarak görmemek gerekir. Günümüzde hukuk doktrini açısından “gücü nasıl sınırlarız, temel hak ve hürriyetleri yürütme gücü karşısında nasıl garantiye alırız ?” düşüncesi önem kazanmıştır. İnsanın medenileşmesi ve temel haklarının siyasi otoritenin gücüne karşı koruması için kuvvetler ayrılığı modern dünyada temel bir ilke olarak ortaya çıkmıştır. Modern toplumun ve devletin temelinde hukuk vardır. Modern toplumlar; yasama, yürütme ve yargı normlarını birbirlerinden ayırmış ve bunları bir sınıfın diğer sınıflara karşı kullanmasını denetim altına almış toplumlardır. Modern toplumun temelinde temsil gücü ve yasama kriteri önemli bir öğedir. Yasama gücü, toplumun tüm kesimlerinin kendilerini özgürce ifade edebildikleri, serbestçe örgütlenebildikleri ve temsil ettikleri kesimin taleplerini dile getirebildikleri ve kanunlaştırabildikleri üst bir organdır. Filozof Eflatun'un tabiri ile; yasa ve yasama gücünün bir sınıfın( etnik, dini, siyasi, mezhebi, bir grubun ve cemaatın…) diğer sınıflardan daha fazla fayda/hak /imkan sağlamak değil, tüm sınıfların (insanların) mutluluğunu sağlamaya çalışmaktır. Yasama gücünün temsili ve kapsayıcılığı adaletin tesisi açısında önemlidir. Yasama gücü ne kadar farklı toplumsal gruplardan oluşursa, temsil düzeyi de o kadar yüksek demektir. İkinci temel ilke ise yürütme gücüdür. Yani yasama gücünün çıkarmış olduğu yasaları uygulayan hükümettir. Günümüzde yürütmenin temsil kabiliyeti, donanımı ve işlevselliği önemli hale gelmiştir. Çünkü temsilcilerin niteliği toplumun gidişatını belirleyen en önemli bir öğedir. Temsilcilerin donanımı, olay ve olgulara bakışları sistemin fonksiyonları açısından önemlidir. Üçüncü temel ilke ise yargıdır. Yargı, birey-toplum ve idare arasında oluşan anlaşmazlıkları hukuk çerçevesinde çözen bağımsız mercidir. İslami literatürde ”halifelik” dini bir kavram olarak değil, beşeri ve siyasi bir kavram olarak doğmuştur. İslam'ın öngördüğü herhangi bir sistem söz konusu değildir. Fakat sistemin üzerinde varlık bulduğu temel ilkeler söz konusudur. Bu ilkeler ise adalettir, ehliyettir, istişaredir ve iyi uygulamalar bütünlüğüdür. Kur'an'da devletin başı “demir”/kuvvet anlamında geçmektedir. Yani burada demir; yasaları uygulayan iktidar ve hükümet anlamında kullanılmaktadır. Devletin gövdesi ise “kitap” olarak betimlenmektedir. Yani toplumun her kesiminin temsil edildiği ve toplum adına hukuka uygun kanunları çıkarma yetkisine sahip olan “yasama temsilcileri” anlamında kullanılmaktadır. Devletin temeli ise” mizan” olarak yani adalet- yargı olarak geçmektedir. Devletin ayakları adalet ve mizandır. Gövdesi ise yasama ve kitaptır. Başı ise demir ve iktidardır. Çağımızda kuvvetler ayrılığı Montesque tarafından teorileştirilmiş ve kullanılmaya sunulmuştur. Tarihin eski çağlarından beri Platon'dan Socrates'e, Socrates'ten dan Aristo'ya, Aristo'dan Montesque'ye kadar gücün tek elden toplanması ve kullanılması durumunda özgürlüğün ortadan kalkacağı ve despotizmin ortaya çıkacağı akıllı insanlar tarafından söylene gelmiştir. Aristo'ya göre eğer iktidar tek bir kişiye ait ise bu rejimin adı “monarşi”, bir zümrenin elinde ise “oligarşi”, tüm yurttaşlara ait ise “demokrasi” olarak adlandırmıştır. Sözün özü; devletin temeli, başı ve her şeyi ADALET'tir. Devletin her hangi bir dili, dini, mezhebi, siyasi ve resmi görüşü de olmamalıdır. Tek resmi görüşü, dili ve dini; yeryüzünde ilahi kelimetullah olan ADALET'i tesis etmektir. Çünkü ‘Nizam-i Alem'in temelinde ADALET vardır ve “ ADALET” ise mülkün temelidir !..” Okuyucularımın ve bütün İslam aleminin mübarek Kurban Bayramı'nı kutlarım. Selam ve dua ile… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|