TARİKATLERİN ÇIKMAZIKur'an, çok geniş bir inanç ve düşünce zenginliği içerir. Her asrın insanı ve her düzeydeki toplumlar (zengin, fakir, alim, cahil, erkek, kadın, vb.) Kur'an'dan yararlanacağı geniş bir anlam yelpazesi vardır. Gönül adamı Kur'an'da aşkı, bilgin Kur'an'da ilkeleri, bir genç Kur'an'da heyacanı, kadın iffeti, insanlık vicdanı bulabilir. Peygamber sonrası gelen topluluklar, bilgin ve filozoflar, kendi ait oldukları sosyal ve kültürel ögelerin etkisiyle, Kur'an ve Hadislerden esinlenerek dini anlayış ve düşünce geliştirebilmişlerdir. Tevhide ve Kur'an'ın temel esaslarına aykırı olmamak koşuluyla bu durum aslında yadırganmamalı bir zenginlik olarak görülmelidir. Ancak, bu dini akım ve anlayışların birçoğu Kur'an'ın temel esaslarıyla çelişebilmektedir. Tasavvufi hareketlerin kurumsallaşmış biçimi olana Tarikatler de İslam'ın bir anlama biçimi olarak doğmuştur. Özellikle fıkhın şekilciliğinin ve kelamın (iman ve tevhid ilmi) cedelciliğinin-(fikri tartışma, münakaşa, çekişme) insana dönük gideremediği ruhsal arınma, gönül aydınlığı ve nefsin temizlenmesi boşluğu, tasavvuffa yönelmeyi doğurmuştur. Bir hakkı teslim edelim, tarikatler tarih içerisinde belli dönemlerde önemli bir misyon da yerine getirmişlerdir. Örneğin, halk düzeyinde islamın yayılmasında, Anadolunun İslamlaşmasında, Kafkas Kartallarının Ruslara karşı mücadelesinde tarikatlerin çok büyük rolleri olmuştur. Tabi zamanla tarikatler, kişi kültü (Şeyh, halife, vb.) iktidar, güç, siyaset ve ticaret ilişkilerinin de etkisiyle yozlaşmaya başlamışlardır. Özellikle şirket, Hastahane, Okul, vb. faaliyetler sonucunda tarikatler bir nevi holdingleşmiş, kendi içerisinde makam ve mevkilerin oluşmasıyla da maddi ve manevi hiyerarşik bir yapıya dönüşmüşlerdir. Ayrıca zaman zaman yasal engeller ve baskıların da etkisiyle, kapalı devre- yer altı akçalı faaliyetler içerisinde olabilmişlerdir. Bir diğer problem de, zamanla Kitabi ve ilmi bilgiden kopan Tarikatler, popüler halk islamı dediğimiz kulaktan ve ağızdan duyma veya rüyalarla beslenen bir dini anlayışa evrilmişlerdir. Kur'an ve sahih hadis kaynaklı bilgi yoksunluğu, tüm problemlerin temelini oluşturur. Bilgi yoksunu olanları gönüllü köle haline getirmek kolaydır. Bir diğer problem de, Şeyh kültüdür. Yani Allah'a çok yakın, keramet ehli, her dediği doğru, müritlerin iradelerini ona teslim etmeleri gereken kutsal adamlara dayalı, şahıs eksenli bir hareket olmasıdır. Bu nedenle tarikatlerin bir kısmında, Peygamberi hayatta olmadığı halde, Şeyh-Mürid, bir nevi köle-efendi, ast-üst, hakim-mahkum ilişkisi tarzında hiyerarşik bir yapı gelişebilmiştir. Özgür birey yok olmuştur. Bir mürit ise şeyhinin karşısında elpençe divan durmakta, hatta şeyhinin yüzüne bakma cesareti bile gösterememektedir. Yani peygamber tarzın uzağında bir ilişki biçimi söz konusu. Peygamber bir çok konuda arkadaşlarına danışmış ve onların görüşüne de uymuştur. Bedir kuyuları olayında, Ya Resulallah, bu senin görüşün mü? Vahiy mi? diye sorabilmişler ve Peygamber daha uygun diye sahabilerin görüşüne uyarak bedir kuyularının başına ordusunu geçirmiştir. Aynı peygamber, karşısında heyecanlanan bir bedeviye “ben de sizin gibi kuru et yiyen bir kadının çocuğuyum” diyerek mütevazilik göstermiştir. Peygamber yolunun en yakın yoldaşlarından olan Hz.Ömer hutbede, “ben yanlış yaparsam ne yaparsınız?” diye sorunca, “ sahabelerden biri “seni bu kılıçlarımızla düzeltiriz” diyebilmişdir. Tarikatlerde diğer önemli bir problem de, geçmişte ve günümüzde bir kısım tarikatlerin devlet ve iktidarlarla sıkı ilişkiler içerisinde olmalarıdır. Bu da bu tür yapıların yozlaşmasını artırmıştır. Tarihe baktığımızda insanlık olarak yaşadığımız en büyük sorunlardan biri de, devlet erkinin (gücün) dini kullanmasıdır; bir diğeri de dinin devlet gücünü kullanmasıdır. Devlet dini kullanırsa kendi amaçlarına uygun bir din ister böylece din yozlaşır; din devleti kullanırsa, farklı dini anlayışlar yok sayılır, ayrımcılık başlar ve adalet zedelenir. İki durum da sorunlu bir alan oluşturur. Sayılabilecek birçok nedenler dolayısıyla tarikatlerin büyük kısmı; dünyevi arzu ve hırslardan arınma, iyi ve güzel insan yetiştirme misyonundan uzaklaşmış durumdadır. Tarikatler artık bir Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Şahı Nakşibend, A.Kadir Geylanileri yetiştiremiyor. Tarikatlere oranla daha açık ve modern yapılara sahip cemaatler de bu tür yozlaşmayla karşı karşıyadırlar. Eğer cemaatler, Kur'an ve sahih hadisler ışığında, Nebevi yöntemin temel ilkeleri ve çağın sosyo-kültürel ve siyasal yapısıyla uyum içerisinde, kendilerini yeniden kurup inşaa etmezler ise, aynı kötü akıbet onların da başına gelebilecektir. Tarikate katılmak, sorgusuz ve sualsiz tam bir iman ve teslimiyeti gerektirmektedir. Halbuki bu asrın insanı, modern dünyanın çekici değerleriyle yüzleşmiş ve çağın dine yönelik sorgulamalarına muhattap olmuş, din ve inanç konularında tereddütlerini aşamamış ve zihinlerinde cevaplanması gereken sorular bulunmaktadır. Tarikatlerin ancak dar bir alandaki toplumsal kesime hitap etmelerinin nedeni budur. Kendisini ve dünyayı tanımış, okuyup sorgulayan birinin tarikate yönelmesi daha az görülmektedir. İşte bu nedenle zaman tarikat zamanı olmaktan çok hakikat zamanıdır. İnsanları, sorunlu dini anlayışlardan ve tarikat türü yapılardan korunmanın yo; Kur'an ve sahih hadislere dayalı, Peygamberi hayattan esinlenen, çağı anlayıp yorumlayan doğru İslamı sunabilecek bilgilerin, topluma sağlıklı bir şekilde ulaştırılması, yani toplumun ilmi, akli ve vicdani olarak doğru bir İslam ile aydınlatılması gerekiyor. Bu görev başta diyanet işleri başkanlığına ve hakiki din bilginleri iler samimi tüm dindarlara düşmektedir. Bugün tarikatlerin başında bulunanların ilmi seviyeleri çok tartışmalıdır. Takipçileri ise büyük oranda sosyo-kültürel alt tabaka denilen avam insanlardan oluşmaktadır. Maalesef bu tür yapılar, din üzerinden artık çıkar ve güç üretiyor, kendini manevi boşlukta hissedenler yanında, özellikle toplumun alt katmanlarından gelen insanlara güçlü bir aidiyet şemsiyesi oluşturan bu yapılar, İslam'ın gerçek bilgi ve ilkeleriyle düzgün bir zemine çekilmelidir. Tarikat ve cemaatler birer sosyal olgudur, bunları yok saymak veya yasaklamak çözüm olmaktan uzaktır. Birer dini realiteler olarak var olmuşlardır. İnsanlar, dini duygularını ve dini eksikliklerini kendileri gibi düşünen insanlarla bir araya gelerek yaşamak ve gidermek isterler, bu nedenle bu tür yapılar her zaman kendilerini var edegelmişlerdir. Dini anlama ve yaşama yollarının en problemli olanlarından biri olarak Tarikatler, yolun sonuna gelmiş durumdalar. Yapılması gereken, modern bir devlete yakışır şekilde, demokratik hukuk devleti içerisinde çözüm üretmektir. Yasaklamak, kapatmak veya ceza vermekle, kanayan yara iyleştirilemez. Geçmişte yapıldı ve bir sonuç alınamadı. İnanç ve fikir hürriyeti çerçevesinde kalarak, bu yapılara ilmi ve yasal yollarla çeki düzen verilmelidir. Öncelikle, bu tür yapıların şeffaf, açık ve denetlenebilir olmasının sağlayacak yasal zeminlerin oluşturulması gerekiyor. Bu tür yapılar Vakıf ve Sivil Toplum Kuruluşları olarak yasal zemine çekilmeli, tarikat ve cemaatleri yozlaştıran holdingleşmelerinin önüne geçilmeli, ticaret yapmaları yasaklanmalı ve ticaret, siyaset ve dini ilişkileri yasalarla belirlenmelidir. Artık bu tür yapıların, samimi dindar insanların duygularını suistimal etmelerine fırsat verilmemelidir. Tarikatler, asli görevleri olan inançlı, erdemli ve güzel insan yetiştirme, insani yardım gibi alanlara yönelerek, çürümüş yapılardan kurtulmalı, 21.yüzyıl sosyo-kültürel özelliklerine uygun bir şekilde ve yasal zeminde kalarak, kendilerini yeniden inşaa etme arayışına girmelidirler. Düşünün, bu dinin Resulü olan peygamberimiz, kendisine inananlara arkadaşlarım (sahabe) ve bir hadiste de kendisinden sonra gelenlere kardeşlerim dediği halde; bir tarikat mensubu olarak Şeyhinin müridi olması, yani iradesini şeyhine teslim etmesi, Şeyhin de onu kul gibi kullanması doğru olur mu? Ey ülkemin güzel insanları, Kur'an'ın şu ayetine kulak verelim, Allah Kaf Suresi 16.ayette, kullarına hitaben “Ben size Şah damarınızdan daha yakınım” dediği halde, neden O'nunla aranıza Şeyh, Lider ve büyüklerinizi perde ediyorsunuz? Ey ülkemin güzel insanları, bu dinin Resulü, kendisine inanlara arkadaşım (sahabem) ve kendisinden sonraki inananlara “Kardeşim” dediği halde, sen neden birilerini kulun veya birilerini kendi sahibin gibi görüyorsun? Ey hakikat arayışında olan kardeşlerim, unutmayın bu din; ancak senin sağlam inancın, doğru muhakemen ve gerçek İslami bilginle sonsuza dek yaşayaşayabilecektir. Sevgi ve saygılarımla.
Bünyamin BAYRAM Maarif Müfettişi Eğitim ve Denetim Uzmanı YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|