Siyaset, medeniyet inşa edebilir mi ?Siyaset, yeni bir medeniyeti inşa edebilir mi? Bu sorunun cevabı verebilmek için o toplumun siyasetle olan ilişkisinin derecesine bakmak gerekir diye düşünüyorum. Bir kere siyasetin doğası emredicidir, doktrinerdir. Medeniyet ise doktriner yapıdan hoşlanmaz ve özgür bir ortamda gelişir. Rahmetli Prof. Dr. Erol Güngör Hoca önemsediğim bir düşünürdür. Ve onun bu konu ile çok güzel bir tespiti vardır : “Medeniyeti politikacılar yaratmaz. Medeniyet, alimlerle sanatkarların işidir” der. Türkiye'de istisnasız tüm ideolojik örgütlemeler ve siyasi partiler de dahil olmak üzere tahakküm koyucu ve norm sahibidirler. Devlet, fikirler karşısında gayrişahsi bir konuma sahip olamadığı için tüm fikri örgütlenmelere karşı kendini konumlayarak meşruiyetini ve resmiliğini üretmektedir. Kendisine göre “makul olan ve olmayan düşünceler” peşinde ömür tüketerek insanları ayrıştırmaktadır. İnsanları, “çıktılarına” göre değil nasıl düşündükleri üzerine politikalar ve kendisine ait olmayan yeni görevler ihdas etmektedir. Onun için bu topraklarda tüm fikirler ve siyasi örgütlenmeler ayrıştırıcıdır, reaksiyonerdirler ve aksiyoner olma özelliklere sahip değildirler. Çünkü varlıklarını, düşmanına göre konumlayarak varlık bulacaklarını sanmaktadırlar. Halbuki “resmi ideoloji” dediğimiz kavram da belli bir zaman, belli bir mekan ve belli insan kitlesinde peyda olmuş fikirler manzumesidir. Her düşüncenin doğruluğu ve yanlışlığı tartışıldığı gibi bu görüşlerin geçerliliği de zamanla değişmektedir. Şimdi böyle bir sistematik geleneğe sahip olan bir toplumda; “İtiraz eden insan makbul mu?” sorusunun cevabını bulmak için, o toplumun genel geçer kabullerine bakmak gerekir. Grek düşüncesinin büyük filozofu Xenocrates (Zenon) bir gün bir öğrencisi ile konuşuyor. Filozof ne derse öğrencisi sürekli onu onaylıyormuş. Bir gün filozofun sabrı tükenmiş ve bağırmış: -Hiç olmazsa bir kere itiraz et, başka bir fikir söyle de iki kişi olduğumuzu anlayayım! Toplum farklı seslerle zenginleşir ve güzelleşir. Herkesin aynı şeyi düşündüğü yerde gelişme olmaz. Bizim fikirlerimizin gerçeğin bütünü teşkil ettiğine dair hiçbirimizin elinde geçerli bir ölçümüz yoktur ve mutlak bilgiye de sahip değiliz. Bunun idraki içinde hareket ederek, ancak medeni bir topluma ulaşabiliriz.. Bizim toplum “itiraz eden insanı” pek sevmez. İtiraz ve eleştiriyi şirk ile eş değer olarak görür. Çünkü bizim kültürde düello ve itiraf müessesi yoktur. Siyaset ile ilgili hileler bile “devletin varlık sebebi hatta maslahatı olarak görülmüştür. Böyle bir geçmişe sahip olan toplumda; itaat ve biat kültürü hep kutsanmıştır. Kendi yönetimini sağlamaya çalışmak için “siyaseten katl” olgusunu içselleştirmiş bir toplumuz. Demokrasi yolunda almamız gereken daha çok yol vardır. Halbuki “kim masum bir insani öldürürse bütün bir alemi öldürmüş gibi” gören bir kitabın hilafına ait fetvalar bizim tarihimizde övünç meselesi olarak yer almıştır. Halbuki Allah, sorgulayan, hakkını arayan, kimseye kul olmayan, kendisi ile yetinen, günah işleyen, pişmanlık duyan ve tövbe eden, ayakları üzerinde hareket eden, sorumluluğunun bilincinde olan ve beynini kimseye kiraya vermeyen, yeryüzünde halife olabilecek bir varlıktan bahsediyor. Yani isyanla harmanlanmış bir insanda bahsediyor. Böyle kitabi bir referansa sahip olan bir toplumda, isyanı olmayan insana,” insan mıdır?” sorusunun cevabı bile zuldur. İstinasız çok az yönetici dışında, ama herkes, fikri- zikri olmayan memurlardan oluşmuş bir toplumu arzuluyor. Bu yönetenler açısından anlaşılır bir durumdur, ya yönetilenler açısından sahiden bu sorunun cevabı nedir ? Aşilin topuğunun ipucu buradadır. Eğer hayatın bütün alanlarını siyasi bir renkle boyamak istiyorsak, varacağımız yer kendi cehennemimiz olur. Gelişmiş olan toplumlar, bu sorunun cevabını bulmuş toplumlardır. Kamusal alan ile özel alan arasında devletin işlevi bellidir ve hayatidir. Hayatın tüm alanlarını doktriner yapı ile doldurmaya çalışırsak hayat çekilmez olur, toplum çürür ve varacağımız nokta ise bürokratik totalitarizm olur. Bu sadece politik toplum ile ilişkili bir durum değildir; din için de ve diğer görüşler için de geçerli bir durumdur. Aslolan insanın emniyet ve özgürlük içinde yaşamasıdır, yoksa yeni zindanlar icat etmek değildir. Siyaset, asla tahkim ve hakim bir olgu olmamalıdır. Siyaset kurumu, “hakem” olduğunda toplum nefes alır. Siyaseti bir toplumsal disiplin aracı olarak ele almamak gerekir. Muhalefet ve iktidar arasındaki ilişkinin birbirinin alternatifi olarak görmek gerekir. Aksi takdirde toplum kutuplaşır, ülke yönetilemez duruma gelir, toplumsal doku parçalanır ve kuşatıcı olma özelliklerimizi yitiririz. Artık iyilikte değil de kötülükte yarıştıklarını görürüz… Tüm doktriner yapılar, tabiatları gereği özgürlüğe ve gelişmeye engeldirler. İstinasız her total düşüncenin varacağı yer, totalitarizmdir ! Sınanmaya müsadele edilmeyen her fikir, illegal yollara başvurur. Ve her fikir doğası gereği görünür olmak için çırpınır durur. Yapmamız gereken her fikirlerin, toplum tarafında özgürce sınanmasına müsaade edilmesidir. Müsaade edilmeyen eylemin ahlakiliği de tartışma konusudur. İtiraz ve eleştiri, medeni toplumlara özgü bir haslettir. Kapalı toplumlarda bu tür hasletler “ nifak” olarak görülür. Aklın ve özeleştirinin kullanımı politik toplumlarda “onarıcı” değil, “yıpratıcı” olarak işlev görür. Açık toplumun düşmanı bağnazlıktır. Ve tüm bağnazlıkların panzehiri de açık toplumdur. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|