Siyahi SolukHani dünyada, özellikle batıda modernite ile birlikte, toplumların dinden ve vahiyden kopuşu, değer ve inançlarda yaşanan savrulma vardı ya!.. İşte biz bugün bunun bir benzerini yaşamaktayız. Bizim gibi Müslüman toplumlar yaşam felsefeleri ve moral değerlerinin büyük kısmını, evrensel değerlerden çok dinden almaktadırlar. Bu nedenle, toplumun dinle ilişkisinin sağlıklı kurulması; yani toplumun dine bakış açısı olumsuz ve dine mesafeliyse veya dinin özüne aykırı ve sorunlu bir dini sosyal görünürlük söz konusuysa; toplumun dinle ilişkisi bozulmakta ve toplumsal manevi boşluklar, sarsıntı ve hatta savrulma yaşayabilmektedirler. Bu adeta, anne ve babasına güvenmeyen bireyin ailesini veya öğretmenine inanmayan öğrencinin eğitimini yitirmesi gibi bir duruma benzemektedir. Dine ve dindarlara (dinine bağlı yaşayanlara) olumsuz bakış açısını doğuran problemli dinsel anlayış ve çarpık dini kamusal görünürlük realitesinin var olduğu; ayrıca ağırlıklı olarak seküler ve evrensel değerlerden beslenen azımsanmayacak bir kitle olduğu, bu kitlenin de dindar kesim gibi yaşamsal ve değersel dejenerasyon, yani anlam yoksunluğu, bencillik, ahlaki zafiyetler, merhamet azlığı, gençliğin uyuşturucu ve eğlence tutkunluğu, boşanmalar, aile çözümlenmesi, vb. yaşadığı gerçeği göz ardı etmiyorum. (Bu konuda yazdığım “Mahallemiz İle Kanma ve Kandırılma”, “Tarikatlerin Çıkmazı” ve “Modern İnsanın Anlamsızlık Girdabı” gibi Makalelerime bakılabilir) Ancak, ben bu yazımda, toplumda dine ve dindarlara olumsuz bakış açısını ve dinin, problemli toplumsal görünürlüğünü düzeltecek, iyileştirici ve diriltici soluğun, Peygamberi hayatın pratiğinde ve İslam'ın özünde var olduğunu; toplumda bu soluğa derinden ihtiyaç duyulduğunu; İslam'ın, umut vaat eden bir din olarak, toplumda yeniden var olmasını sağlayacak bu soluğun, çağa uygun yeni bir dil geliştirilerek aşılabileceğine dikkat çekmek istiyorum. Bizim gençlik dönemlerimizde insanların büyük kısmı, dindarlara, özellikle kötü hayatını bırakıp İslam'a uygun yaşayanlara “vay be adam ne dönüş yapmış; içkiyi, kumarı bırakmış, temiz bir insan olmuş, vb.” denir ve saygıyla karşılanırdı. Yani anlayacağınız, İslama uygun bir hayat yaşama arzusu herkesin az çok özlem duyduğu ve dindarların da takdir edildiği bir dönem yaşadık. O günden bugüne zamanla dindarlar çoğaldı ve toplumda etkili olmaya da başladılar. Ancak, dindarların makam ve mevki düşkünlüğü, zengince ve lüks bir hayat yaşama arzuları, mütevazılıkten uzak şatafatlı hayatları, bencilce davranışları ve İslama hizmet ettiğini iddia eden cemaat ve grupların güç mücadelesine girişmeleri, çıkar hesapları, nimetlerden (hayırlar, sadaka, zekât, kadro vb.) ve özellikle devletin dağıttığı nimetlerden ayrıcalıklı yararlanma girişimleri; dindarları ihlas ve samimiyetten ve dinin özünden uzaklaştırdığı gibi; toplumda dine ve dindarlara bakış açısını çok olumsuz etkiledi ve gençliğin de manevi buhran yaşamasına yol açtı. İslam karşıtı olan güçlerin stratejik hesapları ve sosyal medyanın da marifetiyle bu durum çok iyi kullanıldı; böylece dine ve dindarlara olumsuz bir bakış açısı alabildiğince gelişti. Beş yanlış on yanlışa çıkarıldı. Maalesef, samimi ve gerçek dindar olanlar da bu havadan nasibini aldı. Özetle, Müslümanların dini ritüelleri çoğunlukla şekilsel düzeyde kalmış. (Samimi olanları tenzih ederim, sözüm böyle olanlaradır) İman, insanı özgür kılar ve haksızlığa karşı direnç verir, ancak Müslümanlar kişi, grup, meşrep ve gücün esiri olmuşlar. İbadet, insanı tüm kötülüklerden temizler; ancak Müslümanlar hala kötülük yapabiliyor. Oruç, insanı yoksullara el uzatmaya iter; ancak yoksullar ve yetimler hala çokça varlar. Bunları çoğaltmak mümkündür. Elbette sorun İslam'da değildi… İslam, zaten en güzel esaslarıyla varlığını koruyor. Sorun İslam'a uygun yaşamayan Müslümanlardaydı. Sonuçta bu din, hakiki Müslümanlarla hayat bulabilirdi. İnsanlığa huzur ve refahı İslam değil; Müslümanca yaşayanlar getirebilirdi. İslam sevdası olanlar, dindarlar ve tüm Müslümanlar oturup yeniden düşünmelidirler. Neden bu hale geldik? Sorusunu sormalıdırlar. Peygamber efendimizin Kur'an'a dayanarak pratiğe aktardığı, İslam'ın özündeki diriltici nefesi yeniden duyarak ve çağın anlayacağı bir İslami dil geliştirerek; öncelikle, siyasi ve dünyevi çıkarlardan uzak, din ve dindar kimlikle toplumsal güç elde etme hevesinde olmayan; merhamet, şefkat, adalet, insan hakları, yardımseverlik, kardeşlik, dayanışma, mütevazı yaşam gibi, gerçek dindarlığın göstergeleri olan bu özelliklere sahip ve bunları ön plana çıkaran bir anlayışla, Müslümanların kendilerini yeniden var etmelerini sağlayacak diriltici ruhun; samimiyet ve gerçek dindarlığı göstermesi bakımından; Peygamberi yaşantının bir anlamda yansıması olan “Siyahi Soluk” örneğinde kısmen de olsa yattığını düşünüyorum: Gençlik yıllarımız 1985… Bu yıllarda Müslüman olmuş Yüksek Elektrik Mühendisi SİYAHİ olan Abdurrahim, İslam'ın kendisini nasıl etkilediğini ve hayatını nasıl değiştirdiğini şöyle anlatıyordu: “Ben Müslüman olmadan büyük bir israf içindeydim, herşeyi kredi kartları ve taksitle alırdım, öde öde borçlarım bitmezdi, bütçem yetmez para yetiştiremezdim, gece alemleri, içki, kadın, ne dersen vardı, evimle de yeterince ilgilenmezdim, etrafımdaki muhtaçları da düşünmezdim, ancak içimde manevi bir boşluk vardı ve hayatımın doğru yolda olmadığını içten içe hissediyordum. Birgün İslam'la ilgili büroşürler elime geçmişti, orada dile getirilen konular çok ilgimi çekmişti, sonrasında Hz. Peygamberin hayatın ve değiştirdiği o insanların yaşantısıyla ilgili kitaplar okudum ve İslam'ın gerçek bir din olduğunu, batak yaşantımdan kurtulmanın çıkış yolunun, İslam'da olduğu anladım ve çok şükür Müslüman oldum. Müslüman olmaktan aldığım manevi heyecanla, benim gibi Müslüman arkadaşlara; sinemalarda, parklarda İslamı anlatalım, konferansalar verelim diyorum, onlar da bana, Müslümanların hali ortada, peki, sana Müslüman oldun da ne kazandın? derlerse, sen onlara ne diyeceksin? Bu işten vazgeç deyince; ben de zaten bu suali sorsunlar diye bu çalışmaları yapmak istiyorum, onlara Hz. Bilal'in hayatını ve kendi hayatımı anlatacağım, o da benim gibi bir SİYAHİYDİ ve aynı zamanda da köleydi, benim gibi yüksek elektrik mühendisi de değildi, ama Peygamberimiz Miraç dönüşünde, “Ey Bilal, dün Cebrail ile alemi melekutte gezerken senin çok tatlı billur gibi tatlı sesini duydum” sözüne muhattap olacak düzeyde Peygamber arkadaşı olmuştu. İşte o Bilal, Mekke fethinde Kabe gibi kutsal bir evin damına çıkarak ezan okuduğunda, Hz.Ömer, kendisine “Ya seyyidena Bilal” diye hitap ettiğinde; yanındakiler, neden böyle hitap ettiğini sorduklarında Hz. Ömer, “Mekke'de İslam'ın ilk yayılma dönemlerinde Müslüman olan Bilal, azılı Müslüman düşmanı Ümeyye ibn-i Halef'in kölesiydi, Bilal'e dinini değişmesi için yapılan işkenceyi gördüm, eğer bana yapılsaydı dayanamazdım, ama o tahammül etti, dinini değiştirmedi bu nedenle o bizim efendimizdir” diyordu. Düşünün bir köle kocaman halifenin efendisi haline geliyor. Çağın medeniyetini temsil ettiğini iddia eden Amerika'da ve Avrupa'da hala birçok yerde, siyahiler buraya giremez, bu parka, bu lokantaya giremez, yazıyor. Çalıştığım şirket, beni Fas'a bir iş kontrolü için gönderdi, Fas'ta bir ay kaldım, Müslüman olduğumu öğrenince, bir kuruş harcatmadılar, hergün biri beni evine davet etti, hep bana Abdurrahim kardeş, Abdurrahim kardeş diyorlarlardı, ben kucaktan kucağa aldılar, İslam ne güzel bir dinmiş, kardeşlik ve letafet veriyor, orada “Tirit ne güzeldir” diye bir hadis gördüm, onlara sordum Tirit nasıldır, dediler çok basittir, kuru ekmeği küçük lokmalara ayırırsın, et suyu dökersin, bir de üzerine yoğurt tökersin, Peygamber taamı olur, eve geldikten sonra hanıma dedim ki, kuru ekmekleri dökmek yok, bundan sonra onları peygamber taamı yapacağız, kuru ekmeği israf etmeyenin parası biter mi? Müslüman olduktan sonra evime bereket yağdı… Param artmaya başladı, siyahi kardeşlerime faizsiz borç para veriyorum, “Karz-ı Hasen” yapıyorum, bundan dolayı birçok siyahi Müslüman oldu, bu ne güzel din ki kardeşliği ve yardımı önermiş, diyorlardı.” Abdurrahim, İslam'ın Siyahi Soluğuydu. İşte İslam bu!.. Hayatınızı değiştiriyorsa, siz gerçek Müslüman olmuşsunuzdur. Çünkü İslam hayatı değiştiren ve yeniden var eden bir dindir. Siyasal, sloganik ve hamaset dolu bir dil veya sadece saç, sakal, kıyafet, vb. biçimsel ve namaz, oruç, vb. gibi dini ritüel ve seremoniyle yetinen bir Müslümanlık, bu toplumda umut olamaz. Peygamberimiz, azadlı kölesi Usame'yi ordu komutanı olarak görevlendirmişti, kendilerini ayrıcalıklı görenler itiraz ettiğinde, Hz. Peygamber çok üzülmüş, ölüm döşeğinden kalkıp mescide gelmiş, “yazıklar olsun hala cahiliye adetlerini atamadınız” şeklinde konuşarak onları uyarmıştı. İşte bu din Hz. Bilal, Yasir, Ammar, Zeyd, Usame, Habbab, vb. ezilip hor görülen insanlara iman ve özgürlük ahlakı vererek büyük bir insani çıkış yapmıştı. Ancak, bugün Müslümanlar bu çıkışı yapamıyorlar…. Siyahi Bilal'in soluğundan beslenen Siyahi Müslüman Abdurrahim de kötülüklerden uzak kalarak, parasını muhtaçlarla paylaşarak, ailesiyle mütevazı yaşayarak, israf ve savurganlıktan kurtularak, huzurlu bir Müslüman olarak hayatını yeniden kurmuştu… İşte İslam bu: Sade ve huzur dolu bir yaşam… Bugün, dinden ve seküler ahlaktan beslenen insanımızın, tüm Müslümanların; bir köle olan Hz. Bilal'den esinlenerek hayatını değiştiren samimi bir Müslüman olan Abdurrahim'in; “SİYAHİ SOLUĞUNA” ihtiyaçları var, hem de çok var… İslam'ın toplumsal ve bireysel düzeyde yeniden umut vaad eden bir din olmasının yolu; İslam'ın özünü yakalamaktan geçiyor. Daha doğrusu manevi buhran ve bunalımdan kurtulmanın yolu; israftan, çılgınlıktan, duyarsızlıktan, bencillikten şekilci, gösteriş ve gardrop dindarlıktan kurtulup; ahlaki dindarlığa geçiş yapmaktan; insanlığı, özgürlüğü, hukukun üstünlüğünü, barışı, kardeşliği, sevgiyi, yardımseverliği ve dayanışmayı esas alan anlayış ve kavramlarla yeniden var olmaktan geçiyor… Sevgi ve saygılarımla…
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|