Ontolojimiz ve yönetilme hastalığımızÜnlü Alman filozofu Heidegger “İnsan dünyaya fırlatılmış varlıktır.” der. Aslında fırlatılan şey, tekrar istenilen, arzulanan bir şey değildir. Fırlatılan şey artık onarılmaz bir şekilde nihilizmin esiridir. İnsanın dünyaya sürgün edilmesi, bence bir” fırlatılmış”lık değil, bir “ kopuş”u ifade eder. İnsan bir yerden koptu. Ki koptuğu varlıkta kendisini tamamlamak istiyor! Dünyaya gelişindeki ağlayış ve ölüm yolundaki suskunluğuna baktığımızda bu hikmeti görüyoruz. Bilinen bir dünyadan (cennet) bilinmeyen bir dünyaya (yaşadığımız gezegen) insanın gönderilmesi, ontolojik olarak Yüce Varlık'tan kopuşu ifade etmektedir. İnsandaki merak duygusu ve kendini tamamlama isteği, bu tanrısal varlıktan kaynaklanmaktadır. Bu dünyadaki arayış, her ne kadar varlığını tamamlama uğraşısı ise de bulduğu sandığı şeyin aslında aradığı şey olmadığını deneyimleyerek yaşamaktadır. Başka bir tabirle bu dünyadaki arayışı ,gerçek anlamda bulmak değil bulmaya yönelik muazzam çalışma uğraşısı olduğunu görüyoruz. Çünkü bu alemin çeşitli görüntülerden, yanılsamalardan ve sanalın spektrumlarından ibaret olduğunu biliyoruz. Bütün bunlara rağmen insan kainatta bir ferd-i vahittir ve özgül bir ağırlığa sahiptir. Fakat buna rağmen yalnızdır ve eksiktir. İnsanın bu alemdeki keşfetme iştiyakı bu tamamlanmamışlığından kaynaklamaktadır. Bu alemdeki son arayış durağı ise ölümdür. Ve ölüm, bu dünyada eksik kalan yanını başka bir şeyle tamamlama (vuslat,erişme) sürecidir. İnsan yönetilmek için değil yönetmek için yaratıldı. Yeryüzüne halife olarak gönderilmesinin altında bu hikmet yatıyor. Eşref-i mahlukat olarak yaratılan bir mahlukatın başka bir mahlukatın egemenliği altında olması onun ontolojik yapısına aykırıdır. Arzusu sınırsız olan bu mahlukatın başka bir mahlukat tarafından yönetilmesi, fıtratında onarılmaz yaraların açılmasına neden olmaktadır. Mutlaka yönetsel gücün bir yerde sınırlandırılması gerekiyor. Gücü kutsayıp, hakikatla bağlantısı kesilen bir fikrin bir yapının asli şeyleri unutup tali şeylerin peşinde koşmayacağı ne malum ! Günümüz dünyasında kurulu düzenler insanın bu yapısını bildikleri için leviathanvari bir otorite ile bireyi ıslah etmeye çabalıyorlar. Bu sahada bayağı bir mesafe kat etmiş durumdadırlar. İnsanlar artık kendilerini yönetmeyi, aramayı ve keşfetmeyi sevmiyorlar. Onlara tahsis edilen kabuğun içinde yaşamayı seviyorlar. Kabuğun içinde yaşayanın varlığı, kabuğa bağlıdır. Bu tip insanlarda kurtuluşu beklemek, beyhuda bir çabadır. Asaf Halet Çelebi'nin “İbrahim” adlı şiirinde terennüm ettiği bir dikotomi ile karşı karşıyayız. “İbrahim İçimdeki putları devir Elindeki baltayla Kırılan putların yerine Yenileri koyan kim? Güneş buzdan evimi yıktı Koca buzlar düştü Putların boyunları kırıldı İbrahim Güneşi evime sokan kim?” İnsanlar yüzyıllardır alıştırılmış bir şekilde hür iradelerini ortaya koymadan bir şeyler talep ederler. İradelerinin sergilenmesine müsaade etmeyen güç merkezlerinden kaçmadıkları müddetçe kendilerine yabancılaşacakları ortadadır. İstemenin, özgürlüğü alıp götüren bir şey olduğunu unutuyorlar!.. Bu fasit dairede insanın kaçışı ancak yeryüzünün halifesi olmasıyla mümkündür. Yani kendi iradesini hiçbir kulun iradesinin boyundurluğunun altına almamaları ile mümkündür. Bizim medeniyet literatürümüzde insanın insana kulluğu şirk olarak görülmüştür. İyiliğin, doğruluğun ve güzelliğin icrası için itaat esastır; zulmün, çirkinliğin ve yalanın hükümdarlığına karşı ise isyan farzdır. Halık'a isyan olan konuda mahlukata itaat edilmez. Biat bir sözleşmedir; bid'ata biyat etmemek esastır. Sözleşme yoksa itaat da yoktur. Kimin tarafından değil nasıl yönetileceğiz meselesi hayati bir temadır. Kurumlardan ve kurallarda yoksun her hareket, insanı keyfiliğe sürükleyeceği bilinmelidir. Ki, İslam coğrafyasının kanamasının altında bu gün bu saik yatmaktadır. Batı medeniyetinin büyüklüğü buradan kaynaklamaktadır. Özellikle ABD'nin yapısı buna güzel bir örnektir.(önümüzdeki günlerde inşallah bunu dile getireceğim) Kabuğun dışında yaşayan birilerinin insana seslenmesi gerekiyor. Çağımızda sur'a üfleyen yeni bir liderliğe ihtiyaç vardır. Sadece yeni lidere değil, yeni bir insan tipine de ihtiyaç vardır. Karşı kıyıyı keşfetmeye meraklı, bir şeylere bağlı ve bir şeylerin esiri olmayan, dünya hayatına bir seyyah gibi fanilik nazarında temaşa eden ve bulduğu güzellikleri başkalarıyla paylaşan yeni insan tipine ihtiyacımız vardır. Ahlaktan soyutlanmış sadece ritüel şekillere indirgenmiş bir dini anlayışın toplumu kurtuluşa götürmeyeceği ortadadır. İnsan bir şeyler hakkında tercihte /seçimde bulunurken, arafta bulunmaya hakkı yoktur. Sadece fitne zamanlarında arafta bulunmak güzeldir, diğer zamanlarda arafta kalmak kötüdür. Bizim bütün meselemiz; bizden birşeyler alıp dünyaya bir şeyler bırakmayan insanları kendimize yönetici kılmamızdan kaynaklanmaktadır. Mesele “alan elin değil veren elin” üstün olduğunu ve “ içinizde en hayırlınızın insanlara en faydalı olanın” olduğunu idrak ettiğimiz zamanlarda kurtuluşa erişeceğimizi unutmaktır… Serveti tek elden toplayan (karun), bilgiyi tek yerde enforme eden (bel'am), tüm yönetsel yetkileri kendi tekelinde toplayan (firavun) insanları kendi içimizde yönetici olarak seçerken ve yaptıkları şeyleri sorumsuz bir şekilde içselleştirerek kurtuluşa erişeceğimizi sanıyoruz. Maalesef bu mümkün değildir. Mesele Musa olmaktır. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|