Müteahhit tipi toplumlarHer şey zihniyet ile başlar. Hangi pencerede olay ve olgulara baktığınıza göre değişir gerçekler. Nasıl düşünürseniz, öyle inanır ve öyle de yaşarsınız! Alışılagelmiş verilerin doğrultusunda düşünmek, insanı tembelliğe ve mevcudu korumaya ve savunmaya sürükler. İnsan, ihtiyaçlarını karşılamak için çalışmak zorundadır. Üretim ise bireyin kendi ihtiyaçlarını karşılamak için giriştiği faaliyetler dizisidir. Bu faaliyetlerin olabilmesi için bilgi, emek, doğal kaynaklar, sermaye ve iyi işleyen bir hukuk sisteminin olması gerekiyor. İnsanoğlunun bu dünyadaki temel uğraşı “özne” olabilmektir; insan, yönetmek ve yönetilmek için yaratılmadı. Çünkü o öyle bir varlıktan geliyor ki, başka hiçbir şeye bağımlı olmak istemiyor. Bu onun fıtratından kaynaklanan bir şeydir. İnsanın bir şeyler tasarlaması ve bir şeyler yapma isteği onun fıtratından kaynaklanıyor. Üretmek; insanı özne kılar, tüketmek ise onu nesneleştirir. Müteahhit tipi toplumlar, üretmezler varolan pastadan pay kapmaya çalışırlar. Müteahhit tipi toplumlar üretici değil, tüketici toplumlardır. Güçlerini, başka bir güçten alırlar ve o güç adına iş yaparlar. Kendi varlıklarından güçlerini alamadıkları için her türlü eğilime açıktırlar. Oysa bir fabrika sahibi ile bir müteahhiti kıyasladığımızda, üretim ve değerler açısından müthiş farklılıklara sebep olduklarını görürüz. Örneğin bir fabrikatör, üretim yapabilmek için hammaddeyi bulmaya çalışır, kaliteli eleman istihdam etmeye gayret gösterir, tasarım ve markayı önemser, ürettiği ürünü tüketicinin ihtiyacını karşılayacak şekilde tasarlar ve fiyatlandırır, değişik pazarları bulmaya çalışır, devlete vergisini zamanında vermek zorunda hissettiğinden dolayısı kayıtlı ekonominin bir bireyi olarak beşeri ilişkileri de uzlaşma ve karşılıklı kazanma kültürü üzerinde inşa etmeye çalışır. Müteahhit ise üretmediğinden dolayı kazanmak için her türlü yolu dener ve toplumun üretici yeteneklerini öldürdüğünden dolayı toplumun da çürümesine neden olur. Müteahhit tipi toplumlarda özne olmak bir suçtur. Sistem, öznenin güçsüz ve hükümsüz olmasını ister. Kişi, piyasada kendini bir meta gibi konumlandırıp fiyatlandırıyor. Sürekli bir pazarlık konusu edilen özne, artık etken değil edilgendir; kendini tanıyamadığı gibi ötekini de anlayamaz; empati kuramaz, etik değerlere değer vermez, hakikat ile kendisini sınamaz. Müteahhit tipi toplumlarda kişiler kendi duruşları ile ortaya çıkmazlar; çünkü başkalarının yaptıkları tasarımların uygulayıcıları olarak ortaya çıktıkları için hakikat ile ilişkileri zayıftır. Hakikat ile sağlam bir ilişki sahibi olamayanlar ya bir markanın veya bir ideolojinin gönüllü neferleri olmaya can atarlar. Ömür boyunca bir lidere ve çarpık ilişkilere bağımlı olurlar. Bu tip toplumlarda düşünce sıradanlaşmaya ve herkes bir grup içinde kendini konumlandırmaya çalışır. Kişinin kendisini bir cemaatle ve siyasi parti ile tanımladığı an öznenin yavaş yavaş ölüme yattığının bir kanıtıdır. Eğer bir yerde insanlar sürüye sığınarak kazanç ve dokunulmazlık zırhına bürünmeye çalışıyorsa, orada düşünce suça, özgürlük ihanete, eleştiri nifaka ve empati de aptallık olarak görülmeye başlar. Böylece toplumun çürümesi kaçınılmaz olur. Tarihte nesne olarak değil özne olarak kalmak istiyorsanız, başkalarının sizi temsil etmesine izin vermeyin; çünkü her temsil, özneyi edilgenleştirir !.. Gerçeğin taşıyıcıları ve temsilcileri, her zaman özgül bir ağırlığa ve özgürlüğe düşkün olurlar. Bir insan emek, para ve makine ekipmanı kullanarak başarılı bir şey yaptığında hepimiz onu alkışlarız. İş, devlete geldiğinde, “devlet beceremez “diyoruz. Hiç kimse de bunu sorgulama ihtiyacında bulunmuyor: Özel sektörün yaptığı veya yapacağı işleri acaba devlet neden yapamıyor? Devlet dediğimiz aygıtı yürüten insanların kalitesi ile ilgili ciddi bir soru var ve bu sorunun sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Kimleri istihdam ediyoruz, istihdam ettiğimiz insanların özellikleri nelerdir, nasıl bir ücret sistemini uyguluyoruz, yöneticilerimizin ve çalışanlarımızın potansiyelleri nedir bu sorularının bir cevabı mutlaka olmalıdır. “Devletin yapamadığını özel sektörün yapabileceği” masalını kimler bize fısıldıyor ve empoze ediyor. Neo liberalizmin yalanına hepimizi inandırmak istiyorlar. Yani özel sektörün yapabileceği işlere devlet girmemeli masalı…“Adil bir piyasa oluşturun ve aşırı karlara narh koyun” bakın bu kadar iştahlı olurlar mı ?!. Siyasi örgütleme ve fikir hürriyeti açısında liberalizm vazgeçilmez değerlere sahiptir; fakat iktisadi hayatta liberalizm bir hikayedir ve cadılar tarafından bize öğretilmiş bir masaldır. Karlı işlerde mal ve hizmet üretiminde aracıların komisyon alarak iş yapmaları, devletin kendi aslı fonksiyonlarından feragat etmesi anlamına geldiğini bir türlü akIedemiyoruz. Toplumların gelişmeleri veya gelişmemeleri hakkında bir çok sebepler sayabiliriz. Bir toplumun üretici olabilmesi için üretici ile tüketici arasında komisyoncu sayısının optimal dağılım oranı önemlidir. Şöyle düşünelim; devlet ülke geleninde vergi topluyor, mal ve hizmet üretimi için de aracılara ihtiyaç duyuyor. Parayı temin ediyor ve “sen benim adına iş yap” diyor. İş yapanlarının çabucak zenginleşmelerini kimseler yadırgamıyor. Bu zenginleşen sınıf, topluma, devlete egemen olmaya ve yönetecek duruma geliyor. Kamuoyunu enforme edecek bilgi onların eline geçiyor (medya), siyaset kurumunu yönlendirecek finans kaynakları onların elinde toplanıyor ve piyasanın en karlı işleri onlara taşore ediliyor ve bize de bu hikayeye kayıtsız şartsız iman edilmemiz isteniliyor. Burada göz ardı edilen bir yanlışlık vardır: Devlet, adaleti, denetimi, liyakat ve ehliyeti bırakırsa sonucun da bu olacağı kaçınılmaz olur. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|