Günlerden Pazar, mekân Haydar Köz Çay Evi…
Sırtını güneşe dayamış, diziyle sehpayı itekliyor, topuğuyla tabureyi geriyordu.
Sohbet koyulaşıyor, telaşlı garson Ramazan ise anlamsız cümleler eşliğinde tepsiden aldığı çayları ardı ardına masaya vurarak bırakıp uzaklaşıyordu.
Çaya attığı şekeri karıştırırken kaşığı hışımla vurduğu bardaktan yükselen ses, bardağı çatlatacak kadar sert, öfkesini patlatacak kadar çetindi!
Konu siyasetten başlayıp memleketin tüm meselelerine uzanıyordu.
Gerginliği sözlerine yansıyor, zaman zaman ifade edemediklerini mırıldanırcasına kendi iç dünyasına fısıldıyordu.
Kabullenemiyordu!
En çok da mensubu olduğu iktidar partisindeki yanlışları…
“Nedir seni bu kadar üzen. Anlat hele derdini” dediğimde, artık ok yaydan çıkmış, sitem dolu cümle dizelerinin ardı arkası kesilmemişti.
Ve tabi ki öncelik partisiydi…
- İnsanları anlayamıyorum hocam. Çıkar savaşları arasında hissediyorum kendimi. Samimiyetten uzak, tek dertleri makam ya da bir iş koparma olan insanların arasında gönül verdiğim partim için bir şey yapamamak beni geriyor. Parti kademesinde bile samimi olmayanları görünce üzülüyorum. Adam iktidar partisinin teşkilatında ama muhalifler gibi çalışıyor. Lakin bunun farkında bile değil!
Neden böyle düşünüyorsun ki?
- Hatırlar mısınız, 2015 öncesini… Herkes partide yer almak için canhıraş çalışırdı. Aileler, bölgeler, aşiretler ve dahası… Herkes partide bir hâkimiyet olmasa da iyi bir güç elde etmenin telaşındaydı. Hatta yer alamayanlar küsüyor, seçimlerde bunun bile hesapları yapılıyordu, ‘acaba küskünler kimden yana tavır takınır' diye. Hatta o zamanlar partisi için insanlar can atıyordu adeta. O süreçte insanların samimiyetini ölçmek daha zordu. Son 3-4 yıldır samimiyet bitti, herkes çıkarının derdine düştü. 2021'den itibaren de muhalefetin “AK Parti tükendi. Bu dönem son, artık iktidar el değiştirecek” söylemlerine kapılıp partisinden ümidini kesenlerle gelecek seçime hazırlanmaya çalışıyorlar! Öyle ki, muhalefetin eleştirmediği kadar onlar kendi partilerini, bürokratik düzenlerini eleştiriyorlar. Çocuğu işe girememişse, bir menfaat elde edememişse, bir isteği yerine getirilmemişse canhıraş bir şekilde eleştiriyorlar. Partisinin seçilmişlerine muhalefetten daha fazla yükleniyorlar. Öyle bir aşamaya geldi ki, muhalefet sussa bunlar kendi partilerinin dibini oyar da, sarsıntının etkisi koca bir partiyi yıkar geçer.
Bunları neden konuşmuyorsunuz? Gidip anlat parti yetkililerine!
- Kimi kime şikâyet edeyim hocam? Söyleyince, seni de çıkarcı diye yaftalıyorlar. Kimse tabanı dinlemiyor. Mühür onlarda, sultan onlar. Aslında herkes olanların farkında! Sadece izlemekle yetiniyorlar. Taban diyoruz ya, tabana da inmiyorlar zaten. Bu iktidar bu şehre hiç mi bir şey yapmadı? Bunca yatırım yapıldı da hiç anlatabildiler mi? Bürokraside onca hizmet, alınan cihazlar, yapılan yatırımlar vs. Bunlar iktidar desteği olmadan mı yapılıyor? Yaptıklarını anlatamayıp muhalefetin eleştirilerine kapılıyorlar. Öyle kapılmışlar ki, onlar bile artık inanmışlar AK Partinin gideceğine. Ama bir kararsızlıkları, hatta tereddütleri de var. Ya gitmezse? İşte bu ikilem arasında ne partilerini savunabiliyorlar, ne de gemiyi terk ediyorlar. Öylece kalıyorlar, kaldıkça da yarar sağlayamıyorlar. Hatta zarar verdiklerini bile söyleyebiliriz. Teşkilat uyuyor, seçilmişler arasında da sosyal medyada bir birini etiketleme yarışı, toplantı paylaşımları vs… Başka ne görüyorsunuz?
Sosyal medyada da etkili olmak önemli değil mi sence?
- Teknoloji çağını yaşıyoruz, tabi ki önemli. Ama iktidar partisinin mensupları bu alanda da çok pasif. Dedim ya, parti hizmetlerini, iktidarın şehre kazanımlarını daha sosyal medyada anlatamayacak kadar acizler. Partiye bakınca bir sinerji göremiyorsunuz. Her siyasi kendi kadrosunu oluşturmanın derdinde. Çok çalışan ya da faydalı olanları değil, çıkarlarına hizmet edenleri arıyorlar. Ne kadar çok söz dinlerseniz, o kadar çok kıymetlisiniz. Muhalefet partilerini geçtim, kendine sözde muhalif bir kimlik biçen ve sosyal medyada yazdıkları sayesinde kamuoyunda alan açma çabasında olanlar bile partiye ayar çekebiliyor, bürokrasiyi baskı altına alabiliyor. Bunlara sıcak yüzlerini gösteren, hatta ‘hatamı yazmasınlar' diye yüz veren siyasiler bile var. Sosyal medya yoluyla resmen partiyi ve bürokrasiyi terbiye etmeye çalışıyorlar ve partinin seçilmişleri de bu insanlara hadlerini bildirmek yerine kıymet biçiyor. Parti daha nasıl ezilsin ki? Bunu görüp sosyal medyadan ayar profesörü olmaya yeltenenlerin sayısı da her geçen gün artıyor. Şunun farkındalar; “Eleştirirsem kıymetliyim. İyi olunca dikkate almıyorlar, çirkefleşince kıymetim oluyor. O yüzden bu yolla rol çalayım, kendime alan açayım” diyorlar. Beceriyorlar da…
İnsanlar ‘bana bulaşmasınlar, çirkeflikle uğraşamam' diye de uzak kaçıyor olamaz mı?
- Zaten böyle dedikçe bu tipler daha da azıyor. Oysa üzerine gidilse, bu tiplerin kirlilikleri ortaya çıkarılsa belki de bu kadar bağıramayacaklar. Resmen partiyi, bürokrasiyi, hatta şehri esir almışlar. Öyle değilse de öyle hissettiriyorlar.
Tek sorun bunlar mı? Partinin hiç mi hatası yok?
- Tabi ki parti politikalarına dair de eleştirilerimiz olabilir. Şuan ekonomik sorunlar insanları bunaltmış vaziyette. Bunu kimse inkâr etmiyor. Ama hiç mi iyi icra edilen bir politika yok? Hiç olmasa toplumun içine çıkıp, ‘kardeşim kriz var ama bizler yanınızdayız. Düzelecek' bile diyemiyorlar. Gerçi daha parti politikalarını bile anlamıyorlar ki, savunmasını nasıl yapsınlar! Nasıl ki Cumhurbaşkanının etrafında iş bilmeyen, kendi çıkarları doğrultusunda fikir beyan edip partiye zarar verenler var, yerelde de benzer tablolar yaşanıyor. Demin bahsettiğim sosyal medya fedaileri bile, partisi için canla başla çalışanlardan daha fazla kıymet görüyor. İnsanlar bunu gördükçe partiden uzaklaşıyor. Ve bu, ‘iyiliğin, fedakârlığın kıymeti yok' algısı tabana yayılıp güç yitirilmesine sebep oluyor. Gelecek seçim için endişeliyim. İnsanlar partiye kırgın. Ama Erdoğan'dan başkasını da lider olarak kabul etmiyorlar, Cumhurbaşkanlığı'nda da bu yönde desteğin süreceğini düşünüyorum. Ama yerelde tablo karmaşık, erime sürüyor. Seçilmişler toparlayıcı güç olmak yerine kendi yerlerini garantiye almanın telaşındalar. Halktan kopuk bir anlayış hakim. Kısacası kaygılarım çok.
İçini döktüğü için ses tonu biraz daha yumuşamıştı ama öfkesinin dindiği söylenemezdi.
Son bir hışımla ayaklandı; “Kalk gidelim hocam. Boşuna yoruyorum kendimi. Nasılsa düzelmeyeceğiz. Hem muhalefete gerek yok. Zarar vermede biz bize yeteriz” dedi ve gitti…
Sizce haklı mı?