Modern insanın çöküşüGünümüzün en önemli sorunlarında birisi sistem krizidir. Sistem krizinin kökeninde sistemin yaratmış olduğu insan profili yatmaktadır. Modern insanın yaşamını düzenleyen bürokratik mekanizmanın (devlet örgütünün) insani değerlerden yoksun oluşu, krizleri derinleştirmekte ve tetiklemektedir. Bugün bu krizin kökenine bakıldığında özel ve kamu sektörünün yaratmış olduğu “değerler” sistemi olduğu görülmektedir. Bir tarafta yapısal, diğer tarafta siyasal sorunlar eşliğinde nükseden ve küreselleşme ile birlikte iç içe geçen sorunların oluşturmuş olduğu ekonomik bağımlılık ilişkisi, bu sorunların tek taraflı çözümünü zorlaştırmaktadır. 200 yıldır batı uygarlığının iktisadi, siyasi, beşeri kültürüne maruz kalan dünyanın diğer toplulukları, kendi gelişmemişliklerini “Batı” tipi gelişmeyi referans alarak sağlayacaklarını zannettiler. Oysa bir dönem için veya bir topluluk için geçerli olan olguların varlığı, her zaman ve her koşulda geçerli önermeler içermezler ve her toplum için uygun tedavi sonuçları veremez. Geleceğimizi biçimlendiren olaylar ve olgular, uzun vadeli aklın süzgecinden süzülmüş hakikatler olmalı, aksi takdirde geleceğin inşaasını sağlamamız çok zor olur. İnsan, sadece yaşadığı çağın sorumluluğu ile sınırlandırılmış bir varlık değildir; düşünme biçimimiz, karar veriş şeklimiz geleceğimizi ipotek edebilir. Onun için gelecek kuşakların haklarını etkileyecek bir mekanizmayı kurmaya çalışırken; esnek, yapıcı ve sorumluluk taşıyacak şekilde hareket edilmelidir. Günlük, tepkisel ve savunmacı hareketler, hakikati esaret altına almamalıdır. Çünkü insan kainatta hakikatin peşinde yolunu arayan bir haylatmostur. O, hakikatin avcısıdır; kayıptır ve yalnızdır! İnsanın arayışını bir yerlerde dondurmak, ölülerin dirilere hükmetmesini sağlamak anlamına gelir. Modernist paradigmaya göre insan, kainatın temel öznesi ve kurucu unsurudur. Bu düşüncenin doğal bir sonucu olarak kurucu düzenin hegemonik bir dile sahip olması için hiçbir gerekçeye ihtiyaç yoktur. Böylece bir şeye sahip olmanın kendisi bir amaca dönüşecek ve insanlar daha fazla şeylere sahip olmakla daha huzurlu ve mutlu olacaklarına iman edecekler. Bir zamanlar karanlığın ve yırtıcı hayvanların gölgesinden korkan insanoğlu, artık hükmeden bir varlığa dönüşecekti. Suların akması, rüzgarın esmesi ve yağmurların yağması ondan sorulacak. Tanrılar dergahından çaldığı “ateş” (prometus söylencesi) artık onun emrindedir. Modern insanın bu paradigmadan sonrası, başka bir inanışa sahip olması düşünülemezdi. Deneyimlenmemiş herşey artık hurafe olarak görülecekti. Çünkü modern bilim, Tanrı'yı insan hayatından söküp attığı gibi insanı da devletin kucağına itmişti. Devlet, insan hayatına tarihin hiçbir döneminde olmadığı gibi girmişti. Mutlak üstünlük artık devletteydi ve kural koyma tekeline tek o sahipti. Cezalandıran, ödüllendiren ve yaşatan oydu. İnsanoğlunun tarih boyunca kazanmış olduğu tecrübe ve birikimler yok sayılacak ve yeni normlar bu bürokratik oligarşizm tarafından vazedilecekti. Artık bizim adımıza nelerin “iyi” ve nelerin “kötü” olduğu hakkında karar sahibi “O” olacaktı. “O” bizim rahatlığımızı düşünecek ve bize kol kanat gerecek mutlak üst-akıldı. Bütün bir varlık aleminin sınırlı bir akla teslim edilmesi, büyük bir trajediydi. Egemenlik, kayıtsız şartsız Tanrı Devleti'nden alınıp fiktif bir şekilde oluşturulan ulus- devlet'e; yani “Yeryüzü Tanrı ‘sına verilecekti. Ve verildi de! Ve Nietzche'nin dediği gibi artık Tanrı öldürülmüştü(!..) Ve bütün bir insanlık katildi (!) Din, ritüele ve kalplere hapsedilecek ve kamusal alanda görülmeyecekti… Bunun adı da laisizm olacaktı! İnsanları felaha çağıracak bir peygamberlere ihtiyaç duyulmayacaktı. Mesih, çarmıha gerilmiş ve modern mabetlerde kanı şarap olarak servis edilmişti!… Modern ulus-devlet mutlak hakimdi. Seküler dünyanın yeni amentüleri Vestfalya anlaşmasıyla atıldı. Her ulusa bir kurucu lider, bayrak, marş, toprak parçası ve bir ideoloji üretildi. İnsanlık rehin alındı. Kadim mabetlerin yanında spektrumlu, şaşalı, yüksek yapılı kapitalizmin mabetleri göğü delecek şekilde yükseldi. Yeni Babil'in zigguratları her tarafı sardı ve bütün bir insanlık bir hiç hükmüne dönüştürüldü. Bütün bu algılayış, okullarda eğitim kanalıyla insanoğluna zerk edildi ve insanoğlu düşünemeyecek şekilde kuşatıldı. İnsan, çırılçıplak edilmişti. İş, aş ve güvenlik karşılığında ruhlar teslim alındı. Yeni hayatın ilahları, siyasi havariler oldu. İnsanın bütün yetenekleri fabrikalarda fordist anlayışa kurban edildi. Monoteizm ve homojenizm kültürü, medya aracılığıyla her tarafa egemen kılındı. Pozitivizm, bu dünyanın en önemli geçerli postulatı oldu. Yeryüzüne halife olarak gönderilen insan, modern kapitalizm tapınaklarında kurban edildi. Bu durum insanlık bir trajediye dönüştü. Ve kriz derinlerde nüksetmeye başladı… İnsanoğlunun unuttuğu bir şey vardı: “Çok şeye sahip olmakla, çok mutlu olunmayacağı” gerçeğiydi. Bireyi, kainatın efendisini ilan edenlere en iyi cevap, yine kainat tarafından verilecekti. “Sonsuz ihtiyaçlar ve kıt kaynaklar teorisi”, egoizmi; egoizm de kaynakların tüketimine neden olacaktı. Bu düşünüş biçimi, tüketimi kutsamaktan başka bir işe yaramayacaktı. Modern insan için “neye mal olursa olsun” kainatın efendisi olmak isteğinin bir tutkuya dönüşmesi, onun için bir yıkım olacaktı… Kainat kanunlarına uygun yaşamak, insanoğlu için son bir şanstı. Aksi takdirde, öngöremeyeceği bir şekilde tokadı yemesi kaçınılmazdı. İnsanı, yeryüzünün tanrısı ilan edenlere karşı kainatın da bir dili vardı. Bu durum fazla sürmedi. -İnsan, kainatın efendisi olamaz; olmamalıdır da! Aksi takdirde bu yırtıcı yaratığın nerede duracağı hiç belli olmaz. “Hiç akletmez misiniz?..” gerçeğine, bir kere daha kulak vermemiz gerektiğini düşünüyorum. -Ya siz?.. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|