KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
22 Aralık 2024 Pazar
°C
Yılmaz Ekinci
yekinci07@hotmail.com

Modern dünyada savaş ve ötekinin düşmanlığı

05 HAZİRAN 2016 PAZAR 16:07
0
5451
0
AA aa

 Kadim kültürde öteki, misafirdir. Misafir ise bize göre yabancı olandır. Yabancıya iyi muamelede bulunmak, bizim kültürümüzde erdemlilik olarak görülmüştür. “Elçiye zeval olmaz” sözü bu kavildendir. Misafiri en güzel şekilde ağırlamak, ihtiyaçlarını gidermek insan olmanın bir gereği olarak görülmüştür. Günümüz dünyasına bakıldığında yabancı, izole edilmesi gereken “vebalı” bir yaratık olarak lanse edilmektedir.

Modern ulus devletlerin tarih sahnesine çıkışlarıyla birlikte İnsanlar sahip oldukları nitelikleriyle değil, mensup oldukları soylarıyla tanımlanmaktadır. Paradigma, ırkı etken üzerinde kurulduğu için göç ve göçmenlik, bu modern dünyada en meşaketli bir durumdur. Size uygun görülen ya ucuz işgücü pozisyonudur veya uzaklarda tutulması gereken doğal olmayan barınma kamplarında/gettolarda yaşanmanızdır. Bazen buna da şükredersiniz. Çünkü modern tiranların gözünde dünya sınırlara ve haritalara bölünmüştür. Hükümdarlık; toprakla, sahiplikle ve özel mülkiyetle kutsallık kazanmıştır. Savaşın mantığı, adaleti ve özgürlüğü yeryüzüne şamil kılmak için değildir, başkalarına sahip olmak ve onları kendilerine bağlı kılıp sömürmektir.

Şavaş kabil'in bir oyunudur. Şeytanın insanın kalbine koyduğu bir yıkım projesidir. Savaş, her zaman maliyetlidir ve bu maliyet topluma ödetilir. Çünkü bir düşünürün dediği gibi” savaşta önce hakikat öldürülür”. Hakikat öldürüldükten sonra iktidar için insanlar artık birer nesnedirler. Öznenin öldürülüşü ve nesnenin yükselişi sanal tanrılar tarafından sağlanır.  En büyük sanal tanrı medyadır. Medya, sanal kahramanlar ve sanal düşmanlar yaratarak insanların canavarlaşmasına sebep olmaktadır. Çünkü savaş, insanın canavar tarafına hitap ettiği için insanın doğasını kirletmektedir. Oysa barışın maliyeti yoktur ve insanın insanlık dairesinde kalmasına imkân sağladığı için insanın kanatlanıp göklere çıkışını ifade etmektedir.

Eski Yunanlılar kendilerinden olmayan herkesi “barbar” olarak nitelendirirlerdi. Barbarların hakkı ve hukuku yoktu. Onların mallarını, canlarını, onurlarını, vatanlarını talan etmek meşruydu ve adeta bir hak olarak görülürdü. Grek ve Roma felsefesi, Batı dünyasının temelini oluşturur. Batı, bu değerler üzerinde bina edilmiştir. Batı, kendi dışında kalanlara hep entrosentristik bir anlayışla baktı. Yani kendi ırkını ve kültürünü dünyanın diğer toplulukların kültürüne göre daha üstün olduğuna dair güçlü bir duygu ile baktı. Bu anlayış, kendinden olmayanların “ötekileştirilmesi”ne sebep oldu. Bu durum 1789 Fransız İhtilali ile yani nasyonalizm/milliyetçilik ile daha uç noktalara taşındı. Bireyin bir ırka veya bir ulusa ait oluşu onu haklar kategorisinde haklı olmayan bir pozisyon sağladı. 1648 Westfalya Anlaşmasıyla birlikte Batı, ulus-devlet bayraktarlığına soyundu. Artık “aynı inanca sahip olan değil aynı-verili kimliğe” sahip olanlar makbul (vatandaş) görünmeye başladılar. I. ve II. Dünya Savaşı, bu kültürel felsefe üzerine inşa edildi. Tarihte ilk defa yaşlılar, çocuklar, ormanlar, hayvanlar, şehirler ve nefes alıp veren bütün varlıklar savaşın konusu oldu. Artık meydan savaşlarının bittiği, havadan ve karadan herşeyin savaşa konu edildiği bir döneme girildi. Bu felsefi düşünce biçimi, kendini “öteki”ne göre konumlandıran bir düşüncedir. Kendini “öteki”ne göre konumlandıran bir düşünce, hep düşmanlık üretir ve “öteki”nin hukukunu hiç bir zaman tanımaz. Artık “öteki”nin hukuku yoktur, “öteki” ya sömürgedir; ya da hükmedilen bir nesne konumundadır.

İslam medeniyetine göre insanlar, ”barbar” olarak değerlendirilemez. Herkes, Yüce Yaratıcının bir “halife”si olarak dünyaya gelir. İnsan, yeryüzünde Allah'ın bir “halife”si olarak kabul edilir. Çeşitli hakları ve sorumlulukları vardır. İnsanın aynı ırktan, renkten, dilden ve aynı toprak üzerinde yaşaması ona ayrıcalıklı haklar doğurmaz ve bunun hiçbir şer'i hükmü de yoktur. Aynı inanca tabi olanlar ve olmayanlar fıkhi açıdan ikiye ayrılırlar; Müslim ve Gayrimüslimler. Müslüman olanlar, aynı ümmete tabi olanların oluşturduğu “hukuki” bir topluluktur. Gayrimüslimler ise bu toplumun dışında kalanlardır. Yani Gayrimüslimler, hiçbir zaman Grek düşüncesindeki gibi “barbar” olarak görülmezler, onların da hakları, hukukları vardır. İnsan hürriyetini sağlayan unsurlar (tebliğ ve fıtrat) engellenmedikleri müddetçe gayrimüslimlerin yaşam hakları korunur; malları, canları ve nesilleri güvence altına alınır. İslamın savaş hukuku bu felsefe üzerinde inşa edilmiştir. Onun için hiç bir kimse doğuştan sahip olduğu veya olamadığı özelliklerden dolayı savaşa konu olamaz. Hiçbir insan ferdi renginden, dilinden, cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulamaz.

Savaş, zaruri ve hayati olmadığı müddetçe bir yıkım olarak görülmüştür. Savaş, insan fıtratına aykırı bir durum olmasına rağmen; zulme, karanlığa ve kötülüğe karşı insan hürriyetinin yeryüzünde sağlanması ve beşeri faaliyetlerin (tebliğin) önündeki engellerin kaldırılması için elzem olarak görülmüştür. “İyiliği, güzelliği ve doğruyu emretmek; kötülüğü, çirkinliği ve haksızlığı defetmek”, insan olmanın ve güzel yaşamanın bir gereği olarak öngörülmüştür. 

Bizim medeniyetimize göre savaş bir savunmadır, barış ise esastır. Savaşta bile olsa insanlığın temel değerlerinin çiğnenmemesi emredilmiştir. Cihad, kendi toprağını, onurunu ve gelecekteki nesillerin haklarını, hukuklarını korumak için yapılan bir mücadeledir. Bu mücadelenin iki boyutu vardır. Birinci, kişinin olgunlaşması  ve kamil bir varlık düzlemine kavuşması için yapılan bir cehd; ikincisi ise kollektif anlamda toplumun kendini savunması için giriştiği topyekün bir kalkınma hamlesi oluşudur.

Bizim medeniyet anlayışımıza göre savaşta bile olsa çocuğa, kadına, yaşlıya, din adamlarına (talebelere), kendi halinde yaşayanlara, hayvanlara, ekinlere, ormanlara ve çevreye zarar vermek yasaklanmıştır. Sadece eline silah alanla savaşılması hükmü getirilmiştir. İnsanı açlıkla, yoklukla imtihan etmek; gıda ambargosunu uygulamak bizim medeniyetimizde yeri olmayan bir durumdur. Çanakkale Savaşları sırasında çatışmalara ara verildiğinde askerlerimizin karşı cephedekilere yiyecek yardımı yaptığı, kendi ölülerini toplamasına izin verdiği ve bu yüksek insani vasıflarını savaş esnasında bile yitirmediklerini bütün dünya müşahade etmiştir.  

 

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın