Memo..!Evin tek çocuğu olan Memo, ilkokula yeni başlamıştı. Anasının Memo'ya ördüğü kazak, önlüğünün altından diz kapaklarına ulaşmış, boyuna denk düşmüştü. Adeta, “Bir beden büyük olsun, seneye de giyersin” dercesine. Memo okula başlayalı bir ay olmuştu ki, babası çalıştığı işten çıkarılmıştı. Yıllardır biriktirdikleri kötü gün parasını ve annesinin 3-5 altınını da alıp yurt dışına gitmek için yollar aramaya koyulan baba, iki hafta geçtikten sonra, kendisini yurt dışına götürecek olan birkaç kişiyle tanışmış ve haftalarca sürecek olan kayıt dışı göç yolculuğu başlamıştı. Artık Memo'nun annesi de, babası da Ayşe Hanım olacaktı. Memo, bunlardan bihaber okuluna devam ediyordu. Ne ilk karnesinin, ne de mezuniyetlerinin heyecanını babasıyla yaşayamayacaktı. Zaman akıyor, başarısı kanıtlanan bir öğrenci olarak okulun gözdesi olmayı başarıyordu. Şehrin en güzel ortaöğretim kurumlarından birinde okumaya hak kazanmış, lise eğitimine heyecanla başlamıştı. Baba, kayıt dışı yollarla gittiği Avrupa ülkesinde oturum alamadığı için yurduna dönme şansı bulunmuyordu. Bu yüzden de çalışıp biriktirdiğini ailesine gönderip bir gün döndüğünde hayatlarını güzel bir şekilde idame ettirmek için çabalıyordu. Memo son sınıfa gelmişti. Artık önünde onu bekleyen önemli bir sınav vardı ve bu sınav sonunda hayatı şekillenecekti. O kadar çalışkan bir öğrenciydi ki, zaman zaman öğretmenleri annesine, gitmesi gereken bölümler ve okullar hakkında bilgiler veriyordular… Ve bir gün okul çıkışı etrafta dolaşan birkaç çocuk önünü kesip sataşınca, laf dalaşı kavgaya dönüşmüş, tek başına girdiği kavgada haylice hırpalanmıştı. Etraftakiler film heyecanıyla kavgayı izlerken, kendisinden 3-4 yaş büyük olan bir genç kavgaya dahil olmuş ve Memo'nun daha fazla hırpalanmasını önlemişti. Burnu kanayan Memo'yu güven telkin eden yüz ifadesiyle sakinleştiren ve karşı büfeden aldığı peçeteyle yüzünü temizlemeye çalışan Faruk, “Evin nerede? Seni evine kadar bırakayım” deyince, Memo, kısık bir ses tonuyla “Bu halde gidersem annem kızar ve üzülür” diyebildi. “O zaman gel gidelim, üstünü başını biraz temizleriz, sonra gidersin” diyen Faruk'la yürümeye başlayan Memo, Faruk'un ikamet ettiği mahallenin üst kısmındaki çamlık alanda buldu kendini. Şaşkın bakışlarla etrafı süzerken, ilerideki çeşmenin yanı başındaki koca bir çam ağacının altında soluklanmaya, ardından da koyu bir sohbete başlamışlardı. Memo kendisine yardım eden hiç tanımadığı bu çocuğa çok güvenmişti. İstemsiz bir şekilde tüm yaşantısını, ailesini, yıllardır göremediği babasına duyduğu özlemi ve aklına gelen her şeyini anlatmıştı. Faruk ise birkaç yıl önce annesini kaybettiğini, maddi imkânsızlıklardan dolayı liseyi okuyamadığını, bir süre çırak olarak çalıştığı işletmeden ayrılış süreçlerini anlatmıştı. Aralarında oluşan bu güzel diyalog sonraki günlerde de devam etmiş, birkaç gün içinde can ciğer kuzu sarması olmuşlardı. Faruk her gün okul çıkışında Memoyu alır, birlikte mahallelerine giderler, gezerler, oyun oynarlar, sonrada Memo evine dönerdi. Bir hafta sonu Faruk gelip Memo'yu aldı ve yine çamlığa gittiler. Etrafta kimse yoktu. Faruk, “Etrafı gözetle, gelen olursa seslenirsin” deyip yakındaki büyük bir kayalığın arkasından birkaç dakika sonra elinde beliren poşetle belirdiğinde Memo şaşkındı. Neler olup bittiğini kestirmeye çalışıyordu. Bir yandan Faruk'ın elindeki yapıştırıcıya ve poşete, diğer yandan ayakkabılarına bakıyordu ama görünürde bir yırtık yoktu. “Ne yapıyorsun?” sorusuna Faruk'tan aldığı “4 yıl oldu annemi kaybedeli, aklımdan hiç çıkmıyor. Bununla kafamı dağıtıyorum” yanıtıyla şaşkınlığını koruyan Memo, hayatında ilk defa gördüğü bu manzarayı nefes bile almadan izlemeye devam ediyordu. Bir süre geçmiş ve çok tiz bir sesle “sen de denemek ister misin?” diye sormuştu Faruk..! Memo, Faruk'un o rahatlığını, boş vermişliğini görünce “Acaba ben de yapsam, babama olan özemim azalır mı?” diye düşünürken, Faruk, onun düşüncelerini okumuşçasına araya girdi; “Dene, rahatlamazsan bırakırsın” dedi. Babasına duyduğu özlemle ilk hatasını yapan Memo, kurtarıcı ve gerçek dost sandığı Faruk'un yaptıklarını yapmaya başlamış ve çok kısa bir süre sonra saçından ayak parmaklarına kadar bir uyuşukluk olmaya başlamış, göz kapakları titreye titreye kendini geriye doğru bırakmıştı. Yarım saat sonra gözlerini açtığında müthiş bir baş ağrısını hisseden Memo, “Başım çatlıyor, eve gidelim” dediğinde Faruk; “İlk olduğu içindir, sonradan yapmaz artık” diyerek evin yolunu tutmuşlardı. Günler böylece bir birini kovalıyor, okuldaki başarısı gittikçe düşen Memo'nun tek düşüncesi Faruk ile yapacakları olmuştu. Yine bir Cuma günü son ders zili çaldığında koşullanmış bir hedefe ilerlercesine okul bahçesine koşan Memo'nun gözleri Faruk'u arıyordu. Bahçe duvarına yaslanan yorgun bir bedenden süzülen bakışla karşılaşmış, yüzde beliren tebessümle adımlarını hızlandırmıştı. Çamlık yolunu tutmuş, her zamanki alanda Faruk'un “Bugün çok daha güzel bir şey var bende” deyişine heyecanla “Ne var?” karşılığını vermişti Memo. Faruk, cebinden çıkardığı maddeyi göstermiş ve “Bunlar çok pahalı. Hadi içelim” dediğinde Memo, önce ürkmüş, sonra sorusu dilinden dökülmüştü; “Bir şey olmaz değil mi? Hem pahalıysa nasıl aldın bunları?” dediğine Faruk, pişkin bir ifadeyle “Dün akşam babamın cebinden para aşırdım. Bizim için de gidip bunları aldım” dediğinde Memo, karşılaştığı tehlikeyi göz ardı etmiş ve Faruk'un ikisi için bir risk göze aldı yanılgısına düşerek o hayat tüketen maddeyi kullanmaya başlamıştı. Bir süre sonra da yere yığılmış, uzun bir vakit öylece kalmışlardı. Ertesi günkü buluşmalarında “Bir şey yok mu?” diyen Memo, Faruk'un “Param yok, alamadım” deyişinden sonra günü gezintiyle sürdürmüştüler ama gün, onlar için oldukça sıkıcı ve bunaltıcıydı. Akşam eve döndüğünde yarın için kendince çare arayan Memo, ilk defa annesine yalan söylemiş ve “Okuldan hocalarımız kitap almamızı istediler, sınıfça para toplayıp topluca alacağız” diyerek dilediği parayı almıştı. Sabah, para temin etmenin heyecanıyla okula gitmek yerine Faruk'un yanına gitmeyi tercih etmişti. Evden aldığı Faruk'la mahallede yürürken daha fazla dayanamayıp “Para var bende, gidip bir şey alıp çamlığa gidelim” dedi Memo. Faruk ise yüzünde tebessüm belirmiş ve Memo'dan parayı alıp, mahallenin keskin köşelerinden birinde beliren orta yaşlardaki adamı işaret ederek “Ben Ahmet abiden alıp geleyim” diyerek yürümeye başlamıştı. Faruk, bu kez elinde bir takım şişe ve maddelerle gelmişti. Memo bunlara anlam veremese de, heyecanla Faruk'u izliyordu. Faruk gerekli tertibatı hazırladıktan sonra Memoya, “Beni izle, sen de aynısını yap” demiş ve Memo, ilk hamleden sonra ağacın altında kalakalmıştı. Okulun kapanmasına çok az bir süre kalmıştı ve Memo hayatında ilk defa kötü notları göreceğini tahmin edebiliyordu. Bir gün Faruk'a “Karnem çok kötü gelecek, annem çok kızacak” dedi. Faruk da, “İstersen biraz para bulup İstanbul'a kaçalım, orada her şeyi çok rahat buluruz, birkaç gün kaldıktan sonra döneriz, annenin kızgınlığı da geçmiş olur” dedi.
Anlaştıkları gibi Memo akşam eve dönünce annesinin odasına gidip bakındı ama cesaret edip dolapları karıştıramadı. Ertesi gün bulamadığını söyleyince Faruk, “Hadi size gidelim, birlikte bakarız” dedi. Eve gittiler, annesi Faruk'la tanıştı ve onlara yiyip içmeleri için bir şeyler hazırlayıp “Siz oturun ben biraz yan komşuya gidip gelirim” dedi. Annesi dışarı çıkar çıkmaz, ikisi de hemen paranın saklı olduğu odaya girdiler ve odanın altını üstüne getirip Ayşe Hanım'ın sakladığı para ve altınları buldular. Tam kapıya yönelmiştiler ki, Ayşe Hanım kapıda belirdi ve çocukların ellerindekileri görünce bağırmaya başladı. O korkuyla Memo donup kaldı olduğu yerde, Faruk ise o telaşla mutfağa doğru kaçtı. Faruk'un peşinden mutfağa giren annenin kulakları sağır eden çığlığı duyulmuştu. Çığlık aniden kesilince Faruk, üstü başı kan içinde mutfaktan çıkıp kapıyı açar açmaz kendini dışarı attı. Memo birkaç dakika yerinden kımıldayamasa da komşuların eve girmesiyle kendine gelip mutfağa yöneldi. Annesi, kanlar içinde göğsünde kocaman bir ekmek bıçağıyla yerde yatıyordu. Memo önce bağırmaya çalıştı ama Corona virüsüne yakalanan bir insanın soluğunun kesilmesi gibi nefes alamıyordu. Dizlerinin üzerine çöküp annesine sarıldı. Ambulans gelip annesini götürünceye kadar Memo öylece annesine sarılı vaziyette kaldı ve tek kelime ses çıkaramadan saatlerce öylece gözlerini tavana dikip kalakaldı… Olayı duyan akrabaları hastaneye akın etti ve herkesin gözü hastanede Memo'yu arıyordu. Komşulardan birinin en son evde gördüğünü söylemesi üzerine birkaç akrabası eve gitti. Memo'yu öylece dizlerinin üzerine çökmüş, gözlerini tavana dikmiş halde gördüler ve salona götürdüler. Olayın nasıl olduğunu sormak istediler ama Memo onları duymuyordu. Titreyen dudakları mosmor olmuş, gözleri tek noktaya odaklanmış, öylece bakıyordu sadece… Az sonra babasına ulaşılmıştı ve babası gelinceye kadar cenaze bekletilecekti. Ertesi günün sabahında, güneş yeni doğmuştu ki, Memo evden çıkıp çamlığa gitti ve annesini kaybetmesine sebep olan olaylar zincirinin başlangıç noktası olan o koca ağaca yöneldi. Öğlen vakti ağaçta sallanan cansız bedeni, mahallenin çocukları tarafından fark edilmişti. Faruk yakalanmış, Memo da o koca çam ağacında, göğsünde anasının yazması ve cebinde birkaç satırlık notla hayata veda etmişti… Babası, yıllar önce gittiği gurbetten, hayatındaki en önemli iki varlığı toprağa vermek üzere dönmüş ve acıların en büyüğünü derinden yaşayıp dağı taşı inleten feryat ve figanlarıyla son yolculuklarına uğurlamıştı canlarını… Memo, iyi gün dostu sandığı kötü bir arkadaş yüzünden hayata veda etmişti ama geride büyük bir hayat dersi bırakmıştı! Çocuklarımızın ceplerini doldurmakla onları koruyup kollayamayacağımızı ve ardımızda bıraktıklarımızın en büyük ihtiyaçlarının sevgi ve şefkat olduğunu unutmamamız gerektiğini öğretmişti. Çocuklarımıza sahip çıkalım, arkadaş çevrelerini gözden geçirelim, okul hayatlarını kontrol edelim ve en önemlisi sevgimizle kuşatalım onları. Aksi halde bizde bulamadıkları sevgiyi, ilgiyi dışarda arayacak ve Memo'nun hazin sonuna benzer bir durumla karşılaşmamıza sebep olacaklardır. Sevgiyle kalın, EVDE kalın..!
YORUM YAZIN
|