MAKAM-I MAHMUD VE SALAVATÖvülen makam anlamında olan “Makam-ı Mahmud”, Hz. Peygambere (a.s.m.) ahirette verilecek ve diğer peygamberlerden de onu fazilet bakımından farklı kılan bir makamdır. İsra Suresi 79. Ayette: “Gecenin bir kısmında Kur'an okuyarak sana mahsus nafile namaz kılmak için uyan, umulur ki Rabbin seni övülmüş bir makama, “makam-ı mahmuda”ulaştırır” buyurulmuştur. Ebu Hüreyre'den (r.a) rivayet edilen bir hadiste, peygamber efendimize bu ayette geçen Makam-ı Mahmud'dan sual edildiği ve Resul-i Ekrem'in de (a.s.m.) : “bu şefaattir” diye cevap verdiği belirtilir. Peygamberimiz (a.s.m.) ahirette, haşir meydanında “makam-ı mahmud'da” bulunduğu sırada elinde hamd sancağı (Livaü'l Hamd) bulunacaktır. Hz. Peygamber bunu bir hadisinde, “ben kıyamet gününde Adem oğullarının efendisiyim, ama bu övülmeyi gerektirmez. O gün elimde Hamd Sancağı bulunacak ama bu da övülmeyi gerektirmez. O gün gerek Adem, gerek diğer bütün peygamberler benim sancağımın altına sığınacaklardır” buyurmuştur. Cabir bin Abdullah'tan gelen bir hadiste Hz. Peygamber, Makam-ı Mahmud'a yani şefaate nail olmak için ümmetine şu tavsiyede bulunmaktadır: Kim ezanı duyduğu zaman, “Allah'ım! Ey bu tam davetin ve kılınacak namazın Rabbi, Muhammed'e (a.s.m.) vesileyi, fazileti ve yüksek dereceyi ver. Onu kendisine vaad ettiğin makamı mahmuda ulaştır.” Diye dua ederse ona şefaatim vacip olur. Ezandan sonra bu duayı genelde arapça olarak okumaktayız, (Allahumme Rabbe Hazihi…..) ancak anlamını bilerek okumak veya kişinin kendi ana dilinde okuması daha doğrudur. Makam-ı Mahmut ile ilgili ayete dikkat ederseniz, Peygamberimize ahirette verilecek “Makam-ı Mahmut” kesin verilmiş bir makam olmayıp; peygamberin ibadeti ve hadislerde Müslümanların O peygambere yapacakları duasıyla kavuşulacak bir makam olduğu belirtilmiştir. Peygamber, ben o makamı hakkettim, o makamı kazandım demiyor, ayette de belirtildiği gibi, makam-ı mahmud'a ulaşması, peygamberin çok ibadet etmesine ve ümmetin de duasına (salat ve selamına) da bağlı olduğunu belirtmektedir. İşte bu durumu dile getiren bu ayet ve hadisler peygamberimizin aynı zamanda ne kadar samimi ve dürüst olduğunu da göstermektedir. Böyle demeyip direk ben Makam-ı Mahmud'a ulaştım da diyebilirdi. Haşa o nefsine paye çıkarsaydı, Makam-ı Mahmud konusunda kesin bir dil kullanır ve kendini yüceltirdi. Ama, kul bir peygamber olarak Allah'ın söylediğine tabi olmayı yeğlemiştir. BU KAPSAMDA PEYGAMBERE YAPILACAK SALAVATLAR Salavat, salat kelimesinin çoğuludur. Kur'an'da, “Allah ve melekleri şüphesiz peygambere salat ediyorlar. (O halde) ey iman etmiş olanlar, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle selam verin” (Ahzap, 33/56) buyurulmaktadır. Salat ve selam kelimelerinden oluşan “salat-u selam” terkibi, Hz.Peygamber için okunan ve Allah'ın rahmet ve selamının onun üzerine olması dileğini ifade eden dualara denir. Hz.Peygambere (s.a.s.) Allah'ın salat etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salat etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri;müminlerin salat etmesi ise, dua etmeleri anlamını ifade eder. “Kıyamet günü bana en yakın olan en çok salavat getiren kişidir” şeklinde bir kısım hadisler de vardır. Kur'an'ın söz konusu ayetinin emri gereği, ümmet tarih içerisinde çeşitli salat ve selam örnekleri geliştirmiştir. Peygamberimizi anmak ve dua etmek için yapılan salavat-ı şerife örneklerinin en kısa olanları, “Allahumme salli ala Muhammed”, “Sallallahu Aleyhi ve Selllem” veya “Allahumme salli ala Seyyidina Muhammed'in ve ala alihi ve sahbihi ve barik ve sellim” “Allahümme salli ala Muhammed ve ala ali Muhammed” şeklinde de okunabilir. Allah'ın Peygamberimize ahirette vereceği Makam-ı Mahmud İlahi bir sofra gibidir. Lutuflar ve feyizler ve nimetler o sofradan akıyor adeta. O peygambere salat ve selam getirerek o sofraya katılmak gerekiyor. Peygamberimize yapılan salavat-ı şerifler, kişinin o ilahi sofradan istifade etmesine vesile olacaktır. Salavatın bir de tefekkür boyutu vardır. Bir kişi hiç bilmediği bir yere gittiğinde bir gariplik ve korku hisseder. Ancak, o yerde biri sizi karşılasa ve o yerleri size tarif edip tanıttırsa ve sevdirse, o kişiye karşı sevgi duyar ve minnettar olursunuz. İşte dünya da böyle karanlıklı ve sonu ölümlü bir yer olarak bizi korku ve garipliğe iterken; hayretle etrafımıza bakarken, bir anda Peygamberimiz o büyüleyici ve yüksek bir sedası ile, “ey insanlar korkmayın, bu dünya sizi yaratan Rabbinizin, size hazırladığı bir mekandır. Tüm bu varlıklar Onun yarattıklarıdır. Tüm bu güzellikler Onun sanat eserirdir. Her şey O'nu gösterir ve O'ndan haber verir. Bu alme geçici bir misafirhanedir. Eğer O'nu tanır ve şükür ederseniz, ölümden sonra sizi daha iyi bir mekan olan cennetine alacaktır” seslenişi, bizim bu dünyadaki vahşet ve korkumuzu dindirmeye yetecektir. İşte bu garip dünyada merak ve korkumuzu gideren, peygamberimizin o doyurucu seslenişine karşı Salavat getirerek bir anlamda peygambere karşı sevgimizi ve minnettarlığımızı da ifade etmekteyiz… İşte salavat getiren kişi yaptığı salavatın nereye kadar vardığını, ne kadar büyük anlamlar içerdiğini düşünürse, büyük bir iştiyak ile salavat getirerek o sofraya katılmaya çalışacaktır. Ancak, sadece salavat getirmekle yetinmek bizi büyük yanılgıya da götürebilir... Peygamberimize layık bir ümmet olmaya çalışıp, onu örnek model aldığımız oranda o ilahi sofradan istifademiz artacaktır. Peygamberimize karşı büyük bir aşk ve heyecanla getirilen salavatlar; bize onu hatırlatan ve onunla bağımızı kuran bir anahtar gibidir. Onun sünnetine de uyarak o bağı sağlam kurmak gerekir. “Allahümme salli ala Muhammed ve ala ali Muhammed” duasını tekrarlıyorum. Allah bizi onun yolundan ayırmasın ve şefaatine mazhar kılsın inşallah. NOT: Bir sonraki yazım şefaat konusu kapsamında olacaktır.
Bünyamin BAYRAM Eğitimci-Yazar YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|