Mahallemiz ile Kanma ve KandırılmaMahalle; hayatın, belli bir kültür, değer, inanç, ritüel ve gelenek çerçevesinde örüldüğü, bu yönüyle kendine özgü yapısı, kimliği ve hayat tarzı olan bir ortamdır aslında. Yaşadığımız kentlerde, artık mekânsal anlamda mahalle de kalmadı gibi… Ancak ben bu yazımda, mahalleyi sosyolojik anlamda ele alıp, mahalle üzerinden insanların nasıl kandığı ve kandırıldığı konusuna değineceğim. Sözüm herkese değildir, samimi ve dürüst olanlar yazımın konusu dışındadır… Sosyolojik bir kavram olarak mahalle; cemaat, tarikat siyasi parti, sendika, dernek ve vakıf gibi sivil toplum hareketleri ve benzeri tüm sosyal grupları ifade eder. Çağımız insanı, bir biçimde kendisini söz konusu bu sosyal gruplar içerisinde bulur. Bu sosyal gruplar teorik anlamda; insanın hayat felsefesini gerçekleştirdiği, düşünce ve inançlarını yaşayıp korumaya çalıştığı, ortak ideal ve iyiliklerini geliştirdiği, her türlü kötülüğün önlendiği, aidiyetiyle kendi kimliğini yeniden oluşturduğu, toplumun ürettiği sorunları göğüslüyecek desteği elde edebildiği, kişiye güvenlik çemberi sağlayan ortamlar olarak görülebilir. Aslında örgütlü modern toplumlarda, şehirleşme ve sosyalleşmenin getirdiği yaşamın doğal bir sonucu olarak, bireyler bir mahalle aidiyetleriyle güvenlik şemsiyesi altına girer ve kendilerini yeniden var ederler… Bu anlamda gruplar toplumun gelişimi için gerekli yapılar olarak görülebilir… Sorun: Bu tür sosyolojik grupların teoride ve kuruluşlarında güzel idealler taşımalarına rağmen, zamanla amaçları dışına çıkabilmeleri, girişilen yanlışlar ve düşülen sapmalara rağmen; kutsal misyon ve hedefleri üzerinden üyelerini etkiliyerek onların bağlılıklarını sürdürmeye çalışmalarıdır. Genelde bireyler inançları, kutsalları, idealleri, fikirleri, ideolojileri, dünyevi çıkar ve korkuları üzerinden kandırılabilirler. Hepimiz biliriz ki, aldanma; insanın en temel zaaflarından biridir. İşin garip tarafı, insanın bir yandan aldanırken diğer yandan da aldatmaya çalışmasıdır. Mahalle üzerinden kanmaya ve kandırılmaya ülkemizin kültürel, sosyal ve siyasal yapıları açısından bakıldığında: Toplumun sosyal ve siyasal grupları genel hatlarıyla sınıflandırılıdığında; Toplumun bir kesimi Atatürkçü, Laik, seküler ve Cumhuriyetçi anlayışlarıyla; Bir kesimi vatanseverlik, devletin ve ülkenin bölünmez bütünlüğü hassasiyetiyle, Bir kesimi dinsel ve mezhepsel inançlarıyla, Bir kesimi muhafazakârlıkla Bir kesimi liberal demokrat anlayışlara sahip olmalarına göre siyasal, sosyal ve kültürel yapılara, gruplara (parti, cemaat, tarikat, dernek ve benzeri sivil toplu kuruluşları) ayrıldığı söylenebilir. Yani toplumun büyük kesimi, kendince uygun bir mahalleye sığınıp, taşınmış durumda!.. Söz konusu bu siyasal yapılar, cemaat ve sivil toplum kuruluşları niteliğindeki vakıf ve dernekler ilkelerine aykırı davransalar ve idealleri temsil etmekte yetersiz kalsalar bile, üyeleri ve takipçileri tarafından hoş görülür, çoğu defa sorgulanmaz ve cezalandırılmazlar… Neden mi? Üyeleri inanç ve ideallerini ilgili siyasal ve sosyal yapılarda yaşatacaklarına inanmış ve inandırılmışlardır. Yanlışsa kendi yanlışları! Çünkü “kol kırılır yen içinde kalır” deyimine inanmışlardır. Nasıl mı kandırılıyorlar? Toplumun manevi inanç ve değerlerine saygı gösterilmemesi, yasakçı ve baskıcı tavırlar izlenmesi, en basit dini vecibe olan başörtüsünün bile laiklik karşıtı olarak görülmesinin, gerçek Atatürkçülük veya Laiklikle ilişkilendirilerek savunulması doğru olur mu? Hiç unutmuyorum, Ünüversitede başörtüsü serbestisini protosto için bir grup ünüversite hocası Anıtkabir'e şikâyete gitmişlerdi. Toplumsal ve insan hakları kapsamında bir sorunu ünüversite ortamında bilimsel olarak ele almaları, bilimi ve aklı esas alan Atatürk'ün anlayışına daha uygun değil miydi? Hocalar, eğitimli önderler böyle yapınca Atatürk'ü seven, Laikliği dünya görüşü olarak görenler de bu uygulamayı meşru görmeye başlıyorlar. Çünkü kendilerince kutsal mekân Anıtkabir'e gidilmiş ve Ata'ya şikâyetler edilmiştir. İşte bireyler; Atatürkle ve Laiklikle ilgili bir ideolijiye dönüşen Atatürkçülükten beslenen yapılar tarafından kandırılarak yanlış bir anlayışa sürüklenebiliyorlar. Anıtkabir'e yürüyüş yaparak, dağa taşa heykel ve resimler asarak, toplumun inanç ve değerlerini görmezden gelerek Atatürkçülük ve Laiklik yapılamayacağını bilmek çok mu zor? Ve ya; Dinin sadece cami, başörtüsü, sakal gibi simgeler, törensel ritüeller veya sloganik söylemler üzerinden ortaya konması; dinin özünü oluşturan tevhid, ahlak, hak ve hukuk, adalet, kardeşlik, barış gibi kavram, ilkeleri ve esasları görmezden gelenlerin etkileyici ve retoriği yüksek sıloganlarına kanmak İslam'a uygun olur mu?.. Allah ile aldanma, aldatma kavramını insanlık tarihinde ilk kullanan Kur'an'ı Kerim'dir. Fatır Suresi 5. ayette, “Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah'ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı sizi aldatmasın ve çok aldatıcı (şeytan) sakın sizi Allah ile aldatmasın.” Benzer mesaj Lokman 33. ayetde, “Sakın aldatan sizi Allah ile aldatmasın” der. Dinin çıkar, güç ve saltanat aracı olarak kullanılması, Allah ile aldatılmaya girer. İnanç, teslimiyet içerikli olduğu için, Allah'la ve dinle aldatma ve aldatılma çok daha kolay olabilmektedir. Bu nedenle Kur'an birçok ayette buna vurgu yaparak bizleri uyarır… Y ada; Ülkemizde mevcut yasalar; devletin ve milletin bütünlüğünü esas aldığı, bölücü ve terörist silahlı eylemleri yasaklandığı; etnik kimliklerin tanınması ve kültürlerinin korunmasının insan hakları kapsamında anayasal bir hak olduğu, milliyetçiliğin ırk temelli olamayacağı, devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olanların eşit düzlemde ve her türlü haklardan yararlanabileceği, kişilerin yasalara uygun davranıp verilen görevlerini hakkıyla yapmaları ve ülkeye katma değer katmalarını gerçek milliyetçilik olduğu bilindiği halde; milliyetçiliği etnik temel ve ideolojiler üzerinden sürdürmek, özgürlükler çerçevesinde düşünceler ortaya koyanları bölücü veya vatan haini olarak suçlamak, kullanılan sıloganik söylemlerle, vatanperverlik duygusu olanları etkileyip yönlendirmek gerçek milliyetçilikle bağdaşır mı? Maalesef insanlarımızın büyük bir kısmı mahalleleri üzerinden sürekli aldatılabiliyorlar… Birileri karşı tarafı laiklik ve cumhuriyet düşmanı ilan edip Laik Cumhuriyeti kurtarmanın adresi kendini göstererek; Birileri karşı tarafı vatan haini ilan ederek, kendine özgü yaptığı tanımlara dayanarak vatanın bütünlüğünü korumayı tekelinde bulundurarak, Birileri Türklerin, birileri de Kürtlerin hamisi olduğunu söyleyerek, Birileri kendinden olmayan muhalifleri din düşmanı göstererek, Birileri cemaat ve tarikatlerini kurtuluşa erme yolu olduğunu iddia ederek, bir biçimde kendilerini kutsal zeminlerde meşrulaştırarak, tüm takipçilerinin ve üyelerinin teslimiyetlerini elde edebiliyorlar… Kişilerin mahalleleri üzerinden kandırılması sosyal gruplar ve siyasal yapılar için inanılmaz bir fırsatlar oluşturur. Böyle kitleye sahip oldukları için lider kadrosu kendinden emin ve rahattır. Artık onların iyi bir arka bahçesi vardır. Ne tür yanlış yaparlarsa yapsınlar; mahalle liderleri ve kadroları Allah, Kur'an, Vatan, Laik Cumhuriyet, Atatürk dedikleri an; üyeler ve takipçiler tüm yapılan usulsüzlüklere, yanlışlara ve ilkesizliklere bir kılıf bulacak, yapılanları meşrulaştırıp bağlılıklarını sürdüreceklerdir. Böyle bir durumda liderler ve kadroları neden kendilerini düzeltsinler veya daha iyisi için çalışsınlar ki? Hazır kemikleşmiş bir oy tabanına sahip ve teslimiyetçi bir arka bahçeye sahip partiler niye tedirgin olsunlar ki? Kanıt mı? Yapılan araştırmada; yüzer gezer oyların çok düşük olduğu, insanların büyük kısmının partilerini ve sosyal gruplarını her türlü yanlışa rağmen değiştirmedikleri görülmüştür. Bir mahalleye sığınanlar, artık mahallesine toz kondurmuyor, dokunmuyor ve dokundurtmuyor ve başka mahalleyi kötülemeyle meşgul. Mahallemiz üzerinden kanmamız ve kandırılmamız bizi çıkmaza, düşünce kısırlığına, sosyal ve siyasal durağanlığa götürüyor ama farkında değiliz… Ailenizde biri bir kötülük yapsa savunmanız mı gerekecek? Peygamberimiz, yüksek bir ailede yaşanan hırsızlık olayında, hırsızın affı için araya girenlere “kızım Fatma da olsa uygularım” demiştir. Aydınlık geleceğimizi; ancak bu anlamda zihinsel bir sıçrama yaparak, zincirlerimizi kırarak kurtarabiliriz! Esasında sağlam ilke ve düşüncelere sahip bir birey, dürüst ve samimiyse, aidiyet duyduğu sosyal ve siyasal gurubu (mahallesini) ve tüm eylemlerini; inanç esasları, siyasal ilkeleri ve hayat felsefesi çerçevesinde sorgulayıp değerlendireceği için kolay kolay mahallesi üzerinden kanmaz ve kandırılmaz ve kandırılamamalı da. Zihni açık, bilinçli bir birey körü körüne hiçbir bağlılığı sürdürmez, Hiç kimse de onu arka bahçesi olarak göremez. Bilinçli ve kültürlü bir kitle olduğumuz sürece; hiçbir sosyal veya siyasal grup yanlışlarını ve gayri meşru eylemlerini; bizim inançlarımızı, kutsallarımızı ve samimi duygularımızı kullanarak, bizim üzerimizden kendisini meşrulaştıramaz. Biz ilkesel davranarak yeri geldiğinde sosyal grubumuzu sorgulayarak veya terkederek, yeri geldiğinde siyasal tercihlerimizle ilkesizleri cezalandırmadığımız sürece; asla aydınlık bir gelecek kuramayız. Toplum olarak bu kadar acı tecrübeye rağmen; kişilerin, ilkelerinden uzaklaşan mahalle aidiyetlerini hala sürdürmeleri; bireylerin mahalleleri (cemaati, partisi, aşireti, sedikası, dernek ve vakıf gibi sivil toplum hareketi olan tüm gruplar) üzerinden kandırılmaya devam ediliyorsa; o toplumda kanma/kandırılma; kişilik ve düşünsel saplantı ve karekter haline gelindiğinin işaretidir. Aldanma ve aldatmadan kurtulmadığımız sürece güzel bir dünya kuramayız. Böyle gelmiş böyle gider şarkısını söylemeye devam ederiz… Aydınlık ve güzel bir dünya kurabilme umuduyla, herkesi sevgiyle selamlıyorum… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|