Laikliğin Müslümanlarla, Müslümanların da Laiklikle SınavıLaiklik, Hıristiyan dünyasında özellikle dinden uzaklaşan ve dini bir hayat yaşamak istemeyen kitlelerin; dinin, hayatın her alanına müdahalesine ve özellikle dine dayalı yönetimin egemenliğine karşı çıkmakla gelişen bir kavram ve uygulamadır. Batıda gelişen bu anlayış zaman içerisinde islami ülkelerde de hayat bulmuştur. Laiklik, önceleri dine karşı gelişen bir anlayış olarak, dünyevilik (sekülerlik) öncelenmiş ve din karşıtı bir yaşam biçimi olarak uygulanmış. Ancak, akıl, bilim, insan hakları, hukukun üstünlüğü, eşitlik, inanç ve fikir özgürlüğü gibi gibi yaklaşımlarla; Laiklik kavramı ve uygulamaları daha bir gelişerek yeni boyutlar kazanmıştır. Bugün dünyada gelinen noktada Laiklik, devletin yönetimiyle ilgili bir teknik kavram olup; devlet yönetiminde dinin veya din karşıtlığının esas alınmaması, devletin tüm dinler, inanç grupları veya inançsız gruplar karşısında tarafsız olması, tüm birey ve sosyal grupların inanç ve yaşam haklarını koruması, hak ve özgürlükler düzleminde toplumu bir arada tutmayı amaçlayan bir sistem olarak tanımlanmaktadır. Tabi bu anlayış bütünüyle hayat bulmuş değildir. Geçmişe bakıldığında uygulanan tüm ülkelerde, özellikle de İslam ülkelerinde; laiklik ilkesinin arkasına sığınan kişi ve gruplarca laikliğin bir yaşam biçimi, bir ideoloji, bir aydınlanma ve medeniyet projesi gibi ele alındığı, devlet gücünün kullanılarak toplumu üstten alta doğru, cebri yollarla seküler bir anlayışla, adam etmeye çalışıldığı, çoğu defa din karşıtlığıyla temel dini hakları yok saymaya dönük uygulamalarının Müslümanları, özellikle de dindarları/takva sahiplerini zor durumda bırakacak kanunlar ve uygulamalar sergilendiği görülmüştür. Tarihimizde inancını yaşamaya çalışanların uğradığı baskılar, yaşadıkları ayrımcılık ve haksızlıklar yanında, özellikle bir kısım din adamı ve âlimlerin sürgünlerde ve hapislerde geçirilen dramatik hayatları sır değildir. N.Fazıl Kısakürek'in “Din Mazlumları” eserinde Hüseyin Hilmi Tunahan, Said Nursi, vb. birçok İslam âliminin yaşadıkları çileler dile getirilmiştir. Tabi bu tür uygulamalar nedeniyle, dindar kitleler nezdinde Laiklik din karşıtı bir kavram olarak görülmüştür. Örneğin, Said-i Nursi'nin laiklik adına Eskişehir Mahkemesinde yargılandığı dönemde Laiklikle ilgili açıklamaları gerçekten kayda değerdir:
Bu anlamda ülkemizde, laikliğin dinle ve dindarlarla yaşadığı zorlu bir sınavından söz edilebilir. Ancak ülkemizde yaşanan birçok yanlış ve olumsuz uygulamalara rağmen, zaman içerisinde toplumun dini taleplerini karşılamaya dönük ciddi gelişmeler yaşandığı görülmüştür. Diyanet teşkilatının kurulması, camilerde ezanların açık ve aslına uygun olarak okunması, İlahiyat Fakülteleri, İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kursalarının açılması, din derslerinin okullara konması, Peygamberimizin hayatı, Kur'an'ı Kerim öğretimi gibi birçok dini içerikli derslerin liselerde seçmeli dersler arasında yer alması, dinin toplum hayatında görünürlüğünü kısıtlayan yasakların (başörtüsü gibi) kalkması; fikir ve inanç özgürlüğünü engelleyen 148 ve 163 sayılı Kanunların kalkması, toplumsal yaşamda görünür olan dini gruplara ve mezheplere ilişilmemesi, vb. uygulamalar, laikliğin dinle yaşadığı sınavda katettiği olumlu gelişmeler olarak görülmelidir. Laik bir devlet, din dışı yaşam biçimini benimseyenlere sağladığı güvence gibi, dindarların yaşam biçimlerini, temel hak ve özgürlükleri de teminat altına almalıdır. Laiklik, çoğunlukta olan inanç sahiplerinin bu inançtan olmayanlara baskı yapılmasını engellemek, inançlı veya inançsızları çoğunluğun baskısından kurtarmak ve bu kesimlerin inançlarına göre yaşama haklarını korumakla da sorumludur. Ayrıca, insanlara inançlarını nasıl yaşayacaklarına veya özel yaşamlarını nasıl düzenleyeceklerine karışılmaması da laikliğin bir ilkesi olmalıdır. Laik ve demokratik bir devlette, herhangi bir inanç grubu veya siyasal ve sosyal grupların, devleti kendi inanç ve yaşam biçimi esaslarına göre örgütlemeye kalkışmaması; devletin gücünün bu anlamda kullanılmaması da önemlidir. Hak ve hukuku, eşitliği ve özgürlüğü esas alan, Demoktratik laik bir devlet bütün vatandaşlarına din ve inanç farkı olmaksızın eşit davranması beklenir. Devletler laik olur, kişiler değil. Laiklik bir inanç, bir ideoloji olmadığı için kişilerin kendilerini “laik'im” veya “laik değilim” gibi nitelemeleri anlamsızdır. Çünkü bireyler, özel yaşantılarını bir inanç veya yaşam biçimine, bir ahlak felsefesine göre sürdürmektedirler. Ancak, ben devletin laik olmasından yanayım veya değilim şeklinde yaklaşım içerisinde olabilirler. Bu ise özgürlük alanıdır.
Laikliğin tarafsız kalamaması ve seküler bir dünya görüşünü dayatması ve insanları dinden uzak bir yaşantıya taşıyan uygulamaları, Müslüman için sorun olarak görülebilir. Laiklik güvencesiyle, kişiler arzu ve isteklerine göre özgürce yaşam biçimi sürdürebilmekte, eğitimlerini, sistemlerini bu çerçevede sürdürmektedirler. Bu uygulamaların birçoğu dini yaşantıya uygun da olmayabilir ve dindar insanların hoşuna da gitmeyebilir. Bu nedenle de Müslüman bireyler Laiklikle ve seküler bir dünya ile sınav yaşarlar. Unutulmamalıdır ki özgür birey olarak insanlar bu hakka sahiptirler. Allah'a iman etme, dini bir hayat yaşama, kişilerin tercihine bağlıdır. İslamda hiç kimse inanmaya ve dini yaşamaya zorlanamaz. Allah insanlara, Allah'a inanmama ve dini yaşamama hakkı vermiştir. Bu nedenle bir Müslüman, çevresinin dinden uzak yaşantısına üzülebilir ve insanların dindarlaşmasını isteyebilir, dinden uzaklaşmayı Laik düzenle de ilişkilendirebilir. Eğitimin ve diğer birçok uygulamaların kendi inançlarına göre şekillenmesini de isteyebilir. Ancak, bu düşünceleri onu başkasına müdahaleye veya dayatmaya götürmemeli; inançlı bir kişi önce kendisini düzeltme yolunu seçmelidir. Bu islama daha uygun bir yoldur. Böylece örnek yaşantısıyla inandığı değerleri diğer insanlara da sevdirme şansı bulacaktır. Çünkü İslam, bireyi inanç ekseninde yeniden inşa eder, tüm evrenin ve canlıların yaratıcısı olan Allah'a iman etmesini, ubudiyet içerisinde O'na bağlı olmasını, ahlaki bir hayat yaşamasını, adaletli ve merhametli olmasını ister. İslam, insanın aile hayatından, oturup kalkmasına, giyimine kadar olan yaşantısında kendini göstermek ister. İslam, Müslüman bireyden dini diğer insanlara ulaştırma heyecanını duymasını da ister. Ancak, bu sevgiyle ve gönülle olabilir. “Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” Rnk. İslam dininin yüzde doksanı tevhid, ubudiyet, adalet, ahiret ve ahlaki değerlerden oluşur; diğer kısmı da toplumsal ve siyasal alanı ilgilendiren hükümler (miras, evlilik, , faiz, zekat, zina, hırsızlık, vb) içermektedir. Elbette Müslüman bir ferd; Allah'ın din olarak indirdiği İslam'ın ve Kur'an'ın bütün hükümlerine inanmak ve elinden geldiğince uygulamak durumundadır. Ancak, toplumsal hayatı ilgilendiren hükümler toplumun isteği ile uygulanması mümkündür. Bugün gelinen noktada; toplumda dindar ve takva yaşayanlar olduğu gibi; daha az dindar olanlar veya dinden uzak hayat yaşayanlardan oluşan bir toplumsal yapımız var. Bu kadar çok kültürlü, farklı yaşam biçimine ve yaşam felsefesine sahip toplumlarda dini veya din dışı bir yaşam biçimi ve ideolojinin Devlet eliyle tek geçer bir uygulamaya dönüştürülmesi, beraberinde ciddi problemler, kargaşalar ve insan hakları ihlallerini getireceği, toplumsal beraberliği bozacağı açıktır. 20. Yüzyılda gelişen “Siyasal İslam” akımı, devleti ideolojik emelleri için kulananlara tepki olarak doğmuş ve onları taklit etmeye çalışan bir yaklaşımdır. Yani Devleti ele geçirip toplumu üsten alta doğru yeniden inşa etmek yaklaşımı… Bu yaklaşımın Nebevi yönteme uygun olmadığını bilmek gerekiyor. Çünkü İslami hükümlerin zorla dayatılması İslam'da yoktur. Peygamberin hayatına bakıldığında bunu daha iyi görebiliriz. Mekke'de on üç yıl tevhidi anlatmış ve güzel müminler yetiştirmeyi hedeflemiştir. Allah'ın Peygamberi, dinini daha özgür bir ortamda yaşama ve inancını pratik hayata yani bireysel, toplumsal ve yönetsel hayata aktarabilme adına Medine'ye hicret ettiğinde; ben burada hakim olayım, inancımı tüm diğer insanlara dayatayım diye düşünmemiştir ve onların önerisiyle hakem olarak seçilmiştir. Ama peygamber “Medine Sözleşmesiyle” tüm inanç gruplarını eşit haklarda bir arada tutmayı başarmıştır. Düşünün bir peygamber, Allah'ın kendisine ulaştırdığı kuralları hiç kimseye dayatmıyor, gelenler arasında isteyenlere kendi kitaplarıyla hüküm veriyordu, yani tahrif olmuş bir dinin emirlerini onlara uyguluyordu. Çok inançlı ve çok kültürlü bir topluma hakem oluyor, hepsinin de inancını ve kültürünü garanti altına alıyordu. Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir gibi Yahudi, bir kısım Hiristiyan, Evs ve Hazreç gibi birçok müşrik topluluklar var. Müslümanlar nüfüsun yaklaşık yüzde onbeşini oluşturuyor. Peygamber burada “Medine vesikasıyla” toplulukları eşit haklarda bir arada tutma projesini hayata geçirmişti. Çünkü Peygamberin bir derdi vardı o sadece, Allah tan aldığı vahyi hayata geçirebilmekti. O zemini yakalamak için özgürlükçü ve güvenli bir zemin oluşturmuştu. Medine'de tam 10 (on) yıl insanları eğitmeyi esas aldı. O biliyordu ki, insanlar düzelmeden aile de, toplum da ve sistem de düzelmezdi. Medine sürecinde İslamı tüm toplumsal hayatta görünür kılıyordu. Yahudilerin pazarına karşı alternatif Pazar koyuyordu, suffede bir eğitim modeli ortaya koyuyordu, atadığı valiler örnek oluyordu, o bir yönetim lideri olarak ve askeri komutan olarak örneklik ortaya koyuyordu, tam 23 yıl süren bir süreç ve Allah sonunda İslamı kalplerde ve toplum yönetiminde hâkim kılıyordu. Nebevi yöntem bu… Müslüman olarak, bulunduğunuz her görev ve ortamda, eğitimde, ticarette ve politikada ve yönetimde İslam'a layık doğruluğu ve doğru İslam'ı gösterebilmek… Samimi Müslümandan beklenen de bu olmalı, değil mi? İnsanlığın uzak ve yabancı kaldığı saygı, hürmet, sevgi, merhamet, inanç, adalet, eşitlik, kardeşlik, haksızlığa karşı durma, hürriyet vb birçok kavramı aileye, topluma ve yönetime aktararak, sistemi insani ve erdemli bir düzeye taşıyabilmek… İşte bu değerleri görünür kılabilme azmi, Müslümanlar olarak sınavımız olarak görülmelidir. Zaten insan yeryüzünde sınavını veren bir varlık değil midir? Sevgi ve saygılarımla… YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|