Kutsalları az olan toplumların özgürlükleri de fazla olur"Bilgi güce tabi olursa niza (çatışma), güç bilgiye tabi olursa nizam (düzen) ortaya çıkar. Taşköprüzade Ahmet Efendi" Yönetim üzerinde birbirinden farklı çok güzel değişler vardır. Bu değişlerin içeriğine bakıldığında en çok hoşuma giden bilgi, erdem, adalet ve cesaretle ilgili olanlarıdır. İyi bir yönetimin temelinde dört ilke söz konusudur. Bunlar; adalet, liyakat, cesaret ve inanç iradesidir. Adalet, bir yönetimin varlık sebebidir. Liyakat ise bir yönetimin temel taşıdır. Cesaret, otoritenin her tarafa sirayet etmesidir. İnanç ise, gidilen yolun ve varılmak istenen hedefin kendisidir. Başka bir değişle, liyakatli olmayan bir yönetici başarısızlığa, adaletli olmayan bir yönetici zulme, cesaretli olmayan bir yönetici kararsızlığa ve inançlı olmayan bir yönetici ise gemisini hangi limana yanaştıracağını bilmeyen bir kaptana benzer. İyi bir yönetiminin alt yapısını oluştururken; birincisi, insan doğası ve yasa arasındaki ( özel ve kamu) alanın iyi belirlenmesi ve ikinci ise yöneticilerin kimlerden ve hangi özelliklere sahip olması gerektiğine dairdir. İnsan yaşadığı müddetçe; kendisine, topluma, kainata ve yüce yaratıcıya karşı sorumluluk dairesi içinde hareket etmesi ve kimseye zarar vermeden yaşaması kadar güzel bir eylem olamaz. İnsanın doğasında tahakküm yoktur; eşitler arası ilişki vardır. Şartlar, insanın doğasını belli bir mecraya yönlendirebilir. İnsan doğasını, toplumsal yaşam içinde en iyi betimleyen eski Çin kültüründe Konfüçyüs'un bize aktardığı bir yaşlı kadının tespitidir. Konfüçyüs bir gün Thai dağı eteklerinde talebeleriyle birlikte gezerken ağlayan bir kadın görür, kadına yaklaşır ve sorar: Niye ağlıyorsun? Kadın: Burada bir kaplan vardı; önce kayınpederimi, sonra kocamı ve şimdi de oğlumu parçaladı. Konfüçyüs: O zaman neden bu diyardan çıkıp gitmiyorsun? sorusunu sorar. Kadın: Çünkü burada insanlara baskı yapan bir yönetim yok! der. Yani, beşeri hayatta devletin görünürlüğü olmayacak, fakat toplum tarafında suç işleyenin cezasız kalamayacağı bir mekanizmanın varlığı da hissedilecektir. İkinci ise; yöneticilerin kimlerden oluşacağı, hangi özelliklere sahip olacakları ve kimlerle hemhal olacaklarına dairdir. Devlet yönetimi, herkesin istihdam edildiği bir yer değildir; bilgili, erdemli, adaletli, cesaretli ve güvenilir insanlardan oluşturulmasına dikkat edilmeli ve hizmet sunumu açısından ise herkese açık, tarafsız ve eşit olmalıdır. Eskiden “ulema” ile “ ümera” arasında ince bir çizgi vardı. Ulema, ümeranın işine direk müdahil olmazdı ve genel uyarıcı bir perspektif dışında başka bir görev üstlenemezdi. Yani bugünkü cemaatler gibi direk siyasete talip olmazdı. Siyasetle ilişkisi, uyarı mekanizmasına dayanırdı. Ulemanın iktidardan maddi ve manevi beklentisi yoktu. İktidarın toplumun kılcal damarlarına kadar gölge etmesine de ulema müsaade etmezdi. Yönetiminin temel işlevi ise toplumda adaleti tesis etmekti ve özel alana müdahil olan fiilleri önlemekti. Yönetici ile alimler arasındaki ilişkiyi en güzel özetleyen söz ise, bence bir İslam alimi olan Sufyan Es- Sevri'nin sarf ettiği sözdür: “Yöneticilerin en iyisi bilge kişilerle oturup kalkandır; bilge kişilerin en kötüsü ise yöneticilerle oturup kalkandır.” Beşeri, siyasi ve iktisadi hayatın normlar dâhilinde yürümesi hayatidir. Yönetici ve liderlerin keyfi davranışlarını gemlemek için şeriat (hukuk) elzemdir. Şeriatsız (hukuksuz) bir yapı, toplumu çürümeye ve helaka götürür. Standartlardan yoksun bir kamu hizmeti, hizmet olarak bile telakki edilemez. Onun için hukuk devleti vazgeçilmez bir nefes gibidir. Yöneten ve yönetilen arasında algı yönetimi önemli ve hayatidir. Algı, hakikat üzerine bina edilmesi gerekir; aksi takdirde deformasyon kaçınılmaz olur. İnsanların çoğu gerçeği değil, referans aldıkları lidere göre olay ve olgulara yaklaşırlar. Böylece, gerçeğin ölümü kaçınılmaz olur ve gerçeğe olan bağlılık da kaybolur. Toplumun çürümesi de kaçınılmaz olur. Köklü fikirlere sahip olamayanlar, her zaman bir şeye sığınmak zorunda kalırlar. Sistematik ve kurumsal bir yapıya sahip olamayanların varacağı yer, kendi elleriyle yazdıkları kendi ölüm fermanları olur. Kutsalları az olan toplumların özgürlükleri de fazla olur. Bütün peygamberler, putları ve insanların sahte kutsallarını yıkmak için gelmişlerdir. “Din, Allah'ın oluncaya kadar, onlarla cihad edin! ” ayeti bunu vurgular. Şeyhin, cemaatin, liderin, siyasi grubun, hemşericiliğin, cinsiyetçiliğin ve etnik yapının değil, sadece Allah'ın oluncaya kadar… Yereli aşamayan, ötekileri kendine dahil etmeyen ve empati yeteneğinden yoksun her düşünce ve hareket, kısır kalmaya mahkumdur. Evrensel ve insani donatılardan mahrum olan her çağrı, insanlara yeni zindanlar örer. Onun için toplum ve yasa ilişkisi belirlenirken; bu alana dikkat edilmeli ve hayatın aktığı her alana yeni kutsallar inşa edilmemelidir. YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|