Islam ve estetik
Güzellik kavramı, varoluşsal özelliğimizin bir temelidir ve O'nun bir yansıması olarak evrende tezahür eder. İnsanın bütün uğraşısı, bu ışığın bir parçası olmak veya edinimlerinin sonucunda o ışığı istediği eserlerde yansıtmaktır. Bütün sanatsal faaliyetlerin temelinde bu gerçeklik yatar. Güzellik kavramı orantı, haz ve yarar kavramları üzerinde vücud bulur. Haz, bizde uyandırılan bir duygudur. Fayda ise bize yarar sağlayan şeylerin toplamıdır. Orantı, bulunduğumuz mekanda ve zamanda diğer nesnelerle kurulan ilişkiye, bağlantıya göre değişir. Başka bir tabir ile oran, doğal (fıtri) olana uygunluk yani tabiiliktir. Orantılılık ile işlevsellik arasında yakın bir ilişki söz konusu iken, büyüklük ile farklılık arz etmektedir. O halde güzellik: orantı + haz + yarar üçlemesi üzerinde yükselir. Güzellik kavramı bireysellikten öte, herkesi bir yerde buluşturan ortak bir değeri çağrıştırır. Çünkü bizi kendisine hayran bırakan şey, rölatif olamaz. Herkesin ortak payda da birleştiği şey bir standardı (orantılılık) gündeme getirir. İnsanın güzellik merakı veya güzellik üzerine yapacağı yolculuk, mutlak ve eksiksiz güzele doğrudur. O'na sahip olunmaz ancak o yolda yürünülür. Güzellik, ortak beğeni olduğu için bizi kendisine hayran bırakır. Epistemolojik bir alandan ziyade, ontolojik yapımızın bir izdüşümü olarak dışa yansır. Güzellik ,ontolojik yapımızla ilişkin olduğu için nihayetinde bir “temaşa” sanatıdır. Güzellik öğesi duyularımızın bir sonucu olarak görme, algılama, duyma ve yaratıcının bir tezahürü olarak O'nun sıfatının (EL -MUSAVVİR ) bir tecellisi olarak insanda peyda olan cüz-i iradenin yansımasıdır. Ehliyet ve iradenin tecelli ettiği davranışsal ivmenin nesneden yapmış olduğu izlerin bir yansıması olarak sanat, çevremizde meydana getirmiş olduğumuz etkinin bir sonucu olarak belli bir anlam içermektedir. Bir anlam kategorisi olarak sanat, her zaman bütün bilimlerle iç içedir ve temel öge olarak da estetik yaşantıya ilişkindir. İslamin yayılması ve İslami ilimlerin gelişmesiyle birlikte İslami sanatlarının zirveye ulaştığını görmekteyiz. İslam da sanat denildiğinde, günümüzde bu alanın çok dar bir kapsamda tutulduğu ve modern zamanlarda sadece İslam'ın klasik dönemine ait hat, ebru, tezhip ve minyatür gibi çalışmaların akla geldiğini görmekteyiz. Daha çok geleneğin devamlılığını sağlayan ve dekoratif alan ile (hat, tezhip ve minyatür) sınırlandırılmış ve ontolojik alandan uzak tutulmuş bir geleneğinin süreçlerini taşıdığını görmekteyiz. Oysa sanatsal alanın doğası, insana, kainata ve ontolojik alana ilişkin olduğu gözardı edilmemesi gereken temel bir kaidedir. Temel kaidelere bağlı kalarak sanatsal formların yeniden üretilmesi önemlidir. Geleneği bozmama adına taklide dayalı formların izinden yürünmesi, belli bir yere kadar iyi ve anlamlıdır. Fakat zamanın momenti açısında “ontolojik” alanı sınırlandırılacağı unutulmamalıdır. Sanat, insan duyularına hitap eden gösterinin, görüntünün ve belleğimizde yaratılan imgelerin bizde uyandırdığı estetik bir haz alanı iken, günümüzde ise estetiksel alandan ziyade politik, ideolojik ve eleştirel çizgilerin zihnimizde uyandırdığı bir yapıya evrilmiştir. Bu durum sanatın güzellik kavramından izole edilmesine neden olmuş ve estetiksel alanın inşasından ziyade epistemolojik formun izlerinin taşınmasına sebep olmuştur. Hakikatın estetikle bağlantısının koparılması nihilizme; güzellikten yoksun bir hayat ise insanın yabancılaşmasına ve nesneye dönüşmesine sebep olacağı ortadadır. Ünlü filozof İmmanuel Kant'ın değişiyle, “güzellikten yoksun kavramlar boş, kavramlardan yoksun güzellik ise kördür.” İslam'ın estetik, etik ve ihtiyaç arasında duruşu nettir. Örneğin ihtiyacın üzerinde tezahür eden israfçılığın modernlikle bir alakası vardır ve olabilir, ancak İslam ile bir alakası yoktur ve olamaz. Kur'an, estetiğe ontolojik bir anlam yüklemiştir. Müslümanın davranışında vücud bulan yapı, etik ve estetiksel bir bütünlüğe sahip olması dinin bir gereği olarak ön plana çıkar. Çünkü “tevhidi” gelenek bunu gerektirir. Etik ile ilişkisini kesmiş estetiksel bir yapı, bireyleri tefekkürden mahrum bırakacağı ortadadır. İslam mimarisine baktığımızda, süsleme yerine sadelik, ihtişam yerine tevazu, temsil yerine taklit, (Burada temsil ve taklit, öznenin kendi gerçekliliği değil, görüntü anlamında; aksi takdirde İslam açısında şirk olarak görülür.) egemenlik yerine birliktelik, uyumsuzluk yerine düzen, teşhir yerine içerik, kısmilik yerine bütüncüllük, geçmişin yerine geleceği öncelediğini görmekteyiz. Bütün sanatlar, dünyaya ait birer inancı yansıtırlar. Her sanat yapıtı, manaya ilişkin tefekkürü çevreye yansıtmayı kendine ilke edinir. İslam'ın kainatla, toplumla ve bireyle kurduğu ilişki, hem estetik, hem de epistemolojik alana ilişkin etik değerlere ve kuşatıcı bir çerçeveye sahiptir. Bu konuya özet olacak Ünlü İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi'nin bir sözü ile bitirmek istiyorum: “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen ise hayatından lezzet alır.” YORUM YAZIN ![]()
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Kasım 2017 Söz ile icraat09 Kasım 2017 Sahipsiz bir şehir bingöl07 Kasım 2017 Iş-kur ile yoksullaşmak!31 Ekim 2017 Adam olacak çocuk
|