KİM KİMDİR FİRMA REHBERİ Hemen Üye Ol Üye Girşi
Uye Girişi
Giriş
Beni Hatırla
Yeni Üye Kayıt
Haber sitemizin aktivitelerinden yararlanmak için üyelik başvuru yapın.
Hemen Üye Olun
Uye Hizmetleri
 
24 Nisan 2024 Çarşamba
°C
Yılmaz Ekinci
yekinci07@hotmail.com

İNSANLIK TARİHİNDE ÜÇ ÖNEMLİ DÖNEM ve GELECEĞİMİZ !...

17 OCAK 2022 PAZARTESİ 18:35
9
6153
0
AA aa

İnsanlık tarihi çeşitli aşamalardan geçerek bugüne geldi.

İnsanın en büyük savaşı besin kaynaklarına sahip olma mücadelesi olarak tarihe geçti. Bu uğurda çeşitli acılar, ızdıraplar ve dramlar yaşandı.

İnsanlık tarihinde her büyük değişim, kendi koşullarının bir sonucu olarak yeni değerlerin doğmasına sebep olmuştur.

Bu makalede insanlık tarihi iktisadi, siyasi ve beşeri değerler açısında inceleme konusu edinmiştir.

Birinci aşama, Avcılık ve Toplayıcılık aşamasıdır. İnsanın yeryüzündeki ilk yürüyüş safhasıdır.

İnsanlık tarihinin en yalın, en temiz dönemi olarak bilinir. Doğal nimetlerinin bol ve insan ihtiyaçlarının sınırlı olduğu dönemdir. İnsanoğlunun gündüzleri av peşinde koştuğu ve geceleri ise ay ışığı altında yıldızlara bakarak yattığı bir dönemdir. İnsanoğlunun henüz yalanın, aldatmanın, istiflemenin ve sömürünün ne olduğunu bilmediği ve onun en saf ve en temiz (fıtri) dönemidir. Dinler tarihine göre Adem ile Havva annemizin henüz yeryüzüne sürgün edilmedikleri “cennet” dönemi ve kimi sosyologlara göre ise ilk insanın “komünal” dönemidir. Her şey saf ve doğal haldedir, henüz insanın suni ihtiyaçlara pek gereksinim duymadığı Kabil'in Habil'i öldürmediği bir altın çağ asrıdır.

Avcılık ve Toplayıcılık dönemi, insanın sadece karnını doyurmaya çalıştığı bir dönem değildir. Aynı zamanda fazla bilgiye ve kurallı yaşamaya da ihtiyaç duyulmadığı bir dönemdir. Kurallar vardırlar, ama lokaldir. Avcı ve Toplayıcı toplumlarda işbirliği fazla gelişmemiştir. Beşeri yaşamı düzenleyen kurallar genelde somut ve basit kurallardır.

Bu altın çağ pek uzun sürmez.  Bir gün bu ailenin içinden kabil denilen bir kişi yeryüzüne bir çizgi çizer. “Burası benimdir” der ve Habil'i öldürür. Artık “özel mülkiyet”in, hırsın, hırsızlığın, gücün ve talanın başladığı ve yeni bir çağa geçişin sökün ettiği vakitlerdir. Nüfus artar, besinler azalır ve insanlar su havzalarında yaşamaya başlarlar. Artık ufukta yeni bir çağ belirmektedir. Emeğin yoğun kullanılacağı, yabani hayvanların evcilleştirildiği ve homu sapiens denilen varlığın yerleşik yaşamaya başladığı bir çağdır bu çağ. Bu çağın adı; tarım çağıdır!

Tarım toplumuna geçiş, yeryüzünde büyük değişime ve dönüşüme neden olur. Kimine göre bu durum kazanmanın, biriktirmenin ve insanlığın bir “altın çağı”, kimine göre ise insanın insanlıktan çıktığı bir “vahşet çağı” olarak adlandırılır.

Tarım toplumu, kurallı yaşamayı ve birlikte hareket etmeyi gerektiren bir toplumsal süreçtir. Ekinlerin ne zaman ekileceği, nasıl hasat edileceği ve nasıl korunacağı hem bilgiye hem de işbirliğine ihtiyaç duyulan bir dönem olması açısından önemlidir.

Yeryüzünde en büyük dönüşüm tarıma geçişle başlamıştır. Tarım toplumu yerleşik olmayı ve mekânsal planlamayı doğurmuştur. İlk defa üretici ve tüketici sınıf denilen ayrım bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Yönetici sınıf, bu dönemde artı hasıla ile birlikte var olmuştur. Rahipler, ordular ve yöneticiler bu dönemde üretimden koparak yeni bir üst (asalak) sınıfı oluşturmuşlardır

Tarım döneminin en büyük özelliği; kuralsız/normsuz bir yaşamın mümkün olamayacağı inancını doğurmuştur. Doğurmuştur, çünkü tarımla birlikte yerleşik havzalarda toplanan insan popülasyonunu bir arada tutan bir hukuksal norma ihtiyaç duyulmuştur.  Yerleşik yaşama geçişle birlikte insanları bir arada tutan, onların davranışlarını kontrol eden büyük dinlerin bu dönemde ortaya çıktıklarını görüyoruz. Tarım toplumunun temel normunu belirleyen din olur. Din, tarım toplumunun beşeri, iktisadi, siyasi ve kozmolojik anlamda bireyin davranışsal özelliklerini belirleyen ana faktör olur. Tarımın yapıldığı büyük su havzalarında; Çin'de Konfiçyünizm, Hindistan'da Budizm, Mezopotamya'da Zerdüşizm, Mısır'da Yahudilik, Fenike ve Doğu Akdeniz Havzasında Hrıstiyanlık , Kızıldeniz ve Arap coğrafyasında İslam dininin ortaya  çıktığını görüyoruz.  

Tarım toplumu aynı zamanda ucu bucu görülmeyen ekilebilir alanlarda at koşturan imparatorlukların doğuşuna da zemin hazırlar.

Tarım toplumu aynı zamanda krallar ve imparatorluklar çağıdır.

Bu dönemin siyasi örgütlenme yapısına baktığımızda; otoritenin bir kişinin (Kral, İmparator, Firavun, Şah, Padişah ) şahsında toplandığını görüyoruz.

Tarihin ileri dönemlerinde, endüstrileşme ve şehirleşme ile birlikte, toprağa dayalı imparatorlukların tarih sahnesinden çekildiklerini ve modern ulus- devletlerin ise tarih sahnesine çıktıklarını görüyoruz.  Sanayileşme ve şehirleşme olguları tarım toplumunu dönüştüren ana katalizör faktörlerdir. Önemli dönüştürücü bir unsur da reform ve rönesans hareketleridir.

 İmparatorluklar çağı, Westfalya Anlaşmasıyla sona erer. Sanayileşme, şehirleşme ve modern devlet örgütünün varlığıyla ile birlikte uluslaşma hareketi yeryüzünde temel bir amentüye dönüşür ve ulus- devletler çağı başlar.

Ulus- devletler çağı, şehirleşme ile birlikte tarımdan bağımsız iş kollarının ortaya çıktığı, toprağa dayalı zenginliklerin yerine imalat sektörünün aldığı, toprağa yönelik fütuhat felsefesinin iflas edip yerine makyavelist politikalarının ve hammadde kaynaklarına dayalı kolonizmin ön plana çıktığı ve bilimin temel bir gösterge olarak varlık kazandığı endüstrileşme dönemiyle zirveye ulaşır.

Modern devletin doğuşu ile birlikte tarım toplumunun değerleri aşınır ve yeni değerler ortaya çıkar. Modern ulus-devletin temel toplumsal normunu belirleyen ilke ise artık din değil, milliyetçiliktir. Milliyetçilik, Ulus devletin tarih sahnesine çıkışının ana belirleyici faktörü olur. Ulus- devlet süreciyle birlikte din arka plana, yani vicdana itilir ve sosyal yaşamda laiklik kavramı ön plana çıkar. Çünkü  sanayileşme ile birlikte farklı inançların, etnik farklılıkların kentlere doğru akışını ve birlikte yaşamasının garantisini sağlayan laiklik ilkesinin yaygınlaştığını görüyoruz. Dini normların yerine seküler normların aldığı ve egemenliğin krallardan, dini sınıflardan (ruhbanlık müessesi) millet kavramına doğru evrildiğine şahitlik ediyoruz. Tarım toplumunda vicdan ve korku, cennet ve cehennem kavramları ile bireyin nelerden sakınmasını gerektirdiğini belirleyen dini değerler iken, sanayi toplumunda artık bu değerlerin yerini aklın ilkeleri olan hukukun aldığını (şehirlerde polis ve kırsal alanda jandarma ) görüyoruz

 Din, tarım toplumunun ve büyük imparatorlukların temel bir çağrısı iken, milliyetçilik ise daha çok bir toprağa ve o toprak üzerinde yaşayan aynı yaşam pratiğine (kültür) sahip insanlara hitap eden yerel bir çağrı olur. Dinin muhatabı müminler iken, milliyetçiliğin muhatabı doğal orak bir bayrak altında toplanan vatandaşlardır.

Modern ulus- devletinin temel amentüsünü oluşturan ilkeler ise rasyonalizm ve nasyonalizmdir !

Rasyonalizmdir, çünkü aidiyete dayalı dini duygu ve vicdani ilişkilerle toplumun idare edilemeyeceği görülmüştür. Homo sapiens denilen varlık ancak akla dayalı kurallarla beşeri hayatın idare edilebileceğini keşfetmiştir. Bu dönemde aydınlanma felsefesi, rasyonalizmi ve rasyonalizm de hukuk devletini doğuran amil olmuştur. Tarihin ileri dönemlerinde modern batılı toplumlarda, “Tanrı “kavramı yerine “devlet” kavramının yer değiştirdiğini görüyoruz. Tanrı, ortaçağda kilisenin ve ruhban sınıfın cezalandırıcı normu iken, modern ulus -devlet süreci ile birlikte anlam kaybına uğruyor. Onun için Nietzsche uluslaşma süreci ile birlikte “Tanrı öldü “ der. Çünkü modern batı toplumunda sanayileşme ve pozitif bilimlerle birlikte Tanrı Devleti (teoloji) ideolojisinin yerine modern hukuk devletinin yükseldiğini görüyoruz.

İkinci ilke ise nasyonalizmdir, bizdeki kavramın karşılığı milliyetçiliktir. Yani aynı sınırlar içerisinde yaşayan insanların mutluluğunu ve vatandaşlığını esas alan ve imtiyazlara ( dini, mesleki ve statülere dayalı örgütlemelere) imkan vermeyen  bir kavramdır.

Milliyetçilik, dinin ilkeleri yerine ulusların töresinde yer alan modern- devlet ilkeleri üzerinde varlık bulur. Din bu dönemde daha çok soyut ve vicdana ilişkin ilkelere bürünürken, milliyetçilik ise daha genel ve somut bir hale dönüşür.

Milliyetçilik aslında sınırsız iktidar gücüne karşı iktidarı “sınırlandırma” hareketi olarak ortaya çıkmış bir ideolojidir. Siyasi, dini, maddi sınıf vb gibi nüfuz hegomanyalarına karşı hukukun üstünlüğü ve vatandaşlığı esas alır.

Milliyetçilik aynı zamanda egemenliğin gökten alınıp yeryüzüne indirilişinin hareketidir. İktidar kutsallıklardan arınılır ve sınırlandırılır. Kanunların gücü ön plana çıkar. Yöneticilerin dokunamayacağı  özel alanlar ortaya çıkar. Can, mal, ifade, seyahat ve özel hayatın dokunulmazlığı gibi kavramlar kutsallık zırhına bürünür. Keyfiyet tümüyle sınırlandırılır. Anayasal oluşumlar önem kazanır. Milliyetçilik, ülke sathında imtiyazların ortadan kaldırılması ve hukuk normların herkese eşit uygulamasının adresi olur. Başka bir tabir ile belli bir toprağa veya sisteme bağlı olanların ve aynı sınırlar üzerinde yaşayanların aynı haklara ve kurallara bağlı olması durumudur. Doğuşu itibariyle aslında ayrımcılığın her türlüsünü red eden bir kültürel alt yapıya sahip ilkeler üzerinde varlık bulmuştur. Bugün ise evrildiğimiz aşama itibariyle uluslaralararası evrensel haklar açısında tartışma konusudur. Tartışma konusu olması hem ticaretin uluslararasılaşması hem de nüfusun mobilize oluşu ve yeni vatandaşlık tanımının muğlaklaşmasının bir sonucudur.

Sanayi dönemini sadece teknolojik gelişmelerden ibaret olgular bütünlüğü olarak görmemek gerekir. Sanayi dönemi aslında tarımın yeniden karılıp inşa edilmesi sürecidir. Tarımda makineleşme depolama ve lojistik hizmetlerinde gelişmeler nüfusun beslenmesine ve geometrik olarak artışına sebep olmuştur.

Sanayileşmeyi “temel” ve tarımı “tali” olarak konumlayıp mekânsal ve doğal kaynaklarını tahrip  eden ülkeler,  aslında kendi geleceklerini  yok etmeye çalışan ülkeler olduklarını görüyoruz. Bugün tüm gelişmiş ülkeler doğal tarımsal kaynaklarına sahip çıkan ülkeler ola gelmişlerdir.

Bugün insanlık daha farklı tarihsel bir kavşakta turlamaktadır. Biyolojik, inorganik ve siborg mühendisliğin ulaştığı 21.yy'ın şafağında homo sapiens  belirlenmiş kozmik sınırların dışına çıktığına şahitlik ediyoruz.  Bu yeni durum hem modern yönetme biçimimizi, hem de üzerinde varlık bulunduğumuz ekolojiyi korumasız bırakmaktadır. Artık içilmeyen sular, soluklanamayan havalar, sürülmeyen topraklar ve yok edilen yeraltı ve yerüstü kaynakları ve milyonlarca canlı varlığın doğal yaşam alanları tehlike altındadır.

 Normlardan yoksun yeni dünyanın iki temel ana faktörü olan teknoloji ve yaratıcı bilgi eski dünyanın bütün kalıplarını alt üst etmiş ve yanlış bir kalkınma hamlesine neden olmuştur. Temel olmayan ihtiyaçlar ve yanlış kullanılan kaynaklar, bugün gezegenimizi yaşanmaz kılmaktadır. Maalesef bu negatif değişim ve dönüşüm, global ölçekte büyük bir ivmelere ve yeni sorunlara sebebiyet vermektedir. Gezegenimiz ise hiçbir dönemde görülmeyecek düzeyde değerlerden yoksun bir şekilde ve her an dev dalgaların tehdidi altında olan bir sörf tahtası gibi sallanıp durmaktadır.  Bir zamanlar doğada özgürce gezip (avcı ve toplayıcı) yerleşik yaşama geçenler (tarım) zamanla icat ettikleri aletlerle (sanayi) kıtalar arası yolculuk yapanlar, bugün bambaşka bir boyuta (Metavarse çağı) geçtiler.

Bizi bu belirsizlikten veya kara delikten çıkartacak  olan şey  ise büyük düşünürlerin fikirlerine, sanatçıların yaratıcılıklarına, büyük liderlerin cesaretine ve iyilik şemsiyesi altında toplanan  iyi insanların kararına bağlı olarak şekilleneceği ortadadır.

 Bu  yeni çağın sancıları  ve kazançları için aşağıdaki linke bakabilirsiniz. https://www.bingolonline.com/haber/ekinci-dogaya-savas-insanligin-sonudur-74844.html

YORUM YAZIN
Profiliniz ziyaretci statüsünde görünüyor. Yorumlarınız aşağıdaki isimle yayınlanacaktır
Değiştir
Dilerseniz web sitemize üye olarak daha özgün bir profil oluşturabilir ve yorumlarınızı hesabınızdan takip edebilirsiniz
Kodu Girin
Yapacağınız yorumların şiddet ve hakaret içermemesine lütfen dikkat edin. Aksi taktirde yorumlarınız onaylanmayacaktır. Gönder
Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir
©Copyright 2017
Haberler, Fotoğraf Galerisi, Video Galerisi, Köşe Yazıları ve daha fazlası için arama yapın