Doğal hayatın ölümü ve devletin görünmezliği: ya devlet başa ya kuzgun leşe!Sırtını yeşil bir yamaca yaslamış; derelerinde balıkların yüzdüğü, evlerin önünde meyve bahçelerinin bulunduğu, dağlarını meşe ağaçlarının süslediği, ovasında her türlü hububat ve sebzenin ekildiği, meralarında büyük ve küçükbaş hayvanların gezinip otladıkları, göğünde çeşitli kuşların uçtuğu ve dokuza yakın su değirmeni ve bir yel değirmeninin bulunduğu, güneşin dağlarında takla atarak doğduğu, insanların birbirlerine hısım ve akraba ilişkisi içinde bulunduğu, sokakların her gün süpürülüp su serpildiği, boş zamanlarda erkeklerin dama oynadığı, işlerin imece usulü ile halledildiği ve kimsenin kimseye hiyerarşik bir ilişki içinde bulunmadığı, herkesin kendi alınteriyle geçimini sağladığı ve kadınların sosyal hayata katıldığı; neşeli, nükteli ve huzurlu insanların yaşadığı şirin mi şirin bir Anadolu'nun köyünde doğdum. İnsanları genelde uzun boylu ve atletik yapılı, beyaz tenli, gözleri ela ve mavi; ahalisinin Zazaca ve dedemin ise katıksız bir Türkçe ile konuştuğu bir köydü. Köyün tarihinin yaklaşık milattan önce 460 yıllarına dayanan bir geçmişe sahip olduğu ve Kral Darius'un burada uzunca bir süre konakladığı dilden dile söylenirdi. 750 yıllık ağaç kalıntılarının, tarihi sikkelerinin ve eski evlerin bulunduğu bir köydü. Çeşitli kavimlerin; Medlerin, Perslerin, Helenlerin, Romalıların, Sasanilerin, Selçukluların, Eyyubilerin, Mervan Beyliğinin ve Osmanlı Devletinin konakladıkları ve gelip geçtikleri bir yerdi. Bir zamanlar burada yaşayanlar; kimseye muhtaç olmadan kendiişlerini kendileri yaparlardı. İnsanları, ”alan değil veren bir el” konumundaydı. Ağalık ve aşiret yapısının girmediği bir köydü. Modernleşme süreciyle birlikte bütün köylerde olduğu gibi bu köyde yavaş yavaş ölmeye başladı. Önceleri Almanya'ya gitmekten ar duyan bu insanlar, modern devlet örgütünün doğmasıyla birlikte her şeyi devletten beklemeye başladılar. Arazi ekilmedi, hayvancılık bırakıldı, meyve ağaçları sobalarda odun oldu, köyün dağlarını süsleyen meşe ağaçları kesildi ve insanlar gurbet ellerde ucuz işgücü olmaya aday oldular. Doğal hayatın ölümü, insanlığın ölümü oldu. Bu başkalaşımı, benim kuşağım yaşayarak gördü. Modern devletin kırsal alanlara girmesiyle birlikte toplumun çöküşü de kaçınılmaz oldu. Eskiden köyde herhangi bir olay vuku bulduğunda, köyün ileri gelenleri ve medrese hocaları tarafından mesele, olay yerinde ve sıcağı sıcağına çözülürdü. Yani, Amerika kıtası daha keşfedilmeden önce “jüri sistemi” burada vardı ve işliyordu. Bir zamanlar, binlerce hayvanın yetiştirildiği bu köyde, gübreler kışın kızaklarla, yazın eşeklerle tarlaya götürülürdü. Köyün her tarafı tertemiz kokardı. Biz köyün çocukları neşe içinde damlarda oyunlar oynardık. Bugün dönüp baktığımda, hayvancılığın bitmek üzere olduğu bir köyde hayvan dışkıları bütün sokakları sarmış durumda. Ahali, şikayet etmesine rağmen yetkililer bir türlü ortaya çıkıp el atmıyorlar. Eskiden araziler nadasa bırakılmazdı, ekilip sürülürdü. Traktörler ensamesi ortalıkta okunmuyordu. Bugün ise 10'un üzerinde traktör olmasına rağmen tarlalar ekilmemektedir. Eskiden tarım müdürlükleri yoktu. Köylüler, neyin ekileceğini neyin ekilmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Bugün ise ahali nelerin ekilip nelerin ekilmeyeceğini bilmeyecek haldedir. Eskiden kurumsal- formel devlet örgütü ortalıkta yoktu; köyde işler imece usulü ile hal edilirdi. Bugün ise hangi işin kimler tarafından ve nasıl yapılacağı belli değildir. Ahalinin değişiyle devletin maaşlı elemanları (muhtar, imam, öğretmen) köye geldikten sonra, köydeki düzen de değişmiş ve sorunlar katlanarak büyümüş. Eskiden köylerde çöp sorunu yoktu; bugün ise bütün köylerde çöp sorunları hasıl olmuş durumdadır. Ortalıkta ne sağlık il müdürü, ne çevre il müdürü, ne il özel idaresi yetkili ve sorumludur gibi bir hizmet anlayışı alıp başını gitmektedir(!...) Belki yöneticilerin dikkatini çeker diye bir anımı aktarmak istiyorum. Benim doğduğum köyde tarihi bir çeşme vardı. Suları yazları soğuk, kışları ise ılık akardı. 1971 yılında Bingöl depreminde bu çeşme yıkıldı. Bu çeşmenin yapılması için ahali kaç defa yetkililere müracaat ettiyse bir türlü sonuç alamadı. Acaba yetkililer, kendiliğinde harekete geçip burayı insanların kana kana su içebilecekleri, sohbet edebilecekleri, çocukların oyun oynayabilecekleri ve piknik yapabilecekleri bir park alanına çeviremez miydiler diye iç geçiriyorum?!.. Devlet, varlığını toplumda hissettirmek istiyorsa, ahalinin makul taleplerini ahali daha dillendirmeden hal etmeli. Devletin büyüklüğü burada kaynaklamaktadır. Ben hayatım boyunca devlet felsefesine hep eleştirel baktım. Ama bugün geldiğim nokta itibariyle devletin, -kötülerin kötülüğünü def etmesi için- iyi bir şekilde organize olması gerektiğine inanıyorum. Bilinen bir realite olmadığını bildiğim için burada okuyucularıma birşeyi dikte etmek istiyorum: Kötülük organize olmadan varlık bulmaz ve topluma hükmedemez. Bunun bilinmesini istiyorum. İyilik ise spontane olarak gelişir ve hareket eder. Bu iyiliğin doğasında vardır. Onun için “ devlet” dediğimiz aygıt, kötülüğün organize olmasına müsaade etmemelidir. Francis Fukuyama'nın çok önemli bir kitabı vardır. Kitabın adı; “Devletin İnşası”dır. Mutlaka okunmasını isterim. Mademki bir zamanlar devlet yoktu, herkes işini ve sorumluluğunu bilerek yapıyordu… Bugün ise bizim adımıza hareket eden bir devlet örgütü var ve bu yapıyı yeniden ayağa kaldırmak için yetkilileri uyarmamız gerekiyor. Devleti, yeniden inşa etmek zorundayız; aksi takdirde kuralsızlık, hukuksuzluğu; hukuksuzluk, sorumsuzluğu; sorumsuzluk ta toplumların çöküşüne sebep olacağı unutulmamalıdır. Birileri devleti çalıştırmalı ve toplumsal alanda hukukun varlığını hissettirmelidir. Burada “hissettirmelidir” kavramı “hükmetmeyi” değil, “hizmeti” götüren merci anlamında; yani yaptırımı iyilik, güzellik ve doğruluk rotasında olan anlamında kullanıyorum. Başka bir değişle devlet, kötülere karşı varlığını hissettirmelidir ve devlet olmanın gereği de budur ! Mademki, doğal hayatı elbirliği ile öldürdük, o halde yeni bir sistemi inşa etmek zorundayız! Fazla seçeneğimiz görünmüyor. Eskilerin değişiyle; “ Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe!..” YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|