Dil ve toplumsal yıkılış...!Dostluğumuz olan bir arkadaşım, sosyal medyada bir yazı paylaşmıştı. İyi niyetle dile getirilen bu paylaşımdan hareketle, ülkemizde dil ve kültür üzerine yaşanan olaylara dikkat çekmek için bir vesile oldu. Arkadaş yazısında: “Diyorlar ki; İtalyanlar Dante'yi, İngilizler Şekspir'i okuyup anlıyorlar. Biz niye Mevlana'yı anlayamıyoruz? Çünkü, bizi kültürümüze, değerlerimize yabancılaştırdılar.” Devamında bu görüşü/argümanı eleştiren bir cevap veriyor: “Ama şu hususu hiç dikkate almıyorlar: Dante ve Şekspir eserlerini kendi milletinin diliyle yazdılar. Mevlâna, Türkçe yazdı da biz mi anlamıyoruz?!.. Hayır. Mevlâna Farsça yazdı! Biz ise FARSÇA bilmiyoruz. Yunus Emre Türkçe yazdı. Yunus'u hem okuyor hem de anlıyoruz. Türk olarak dünyaya gelişimiz bizim irademizle olmadı ki!.. Allah'ın takdiri… Bizi yargılamayın!..” Anlaşılan, arkadaş bu yaklaşımıyla belli bir zihinsel eksenin dışına çıkmak istemiyordu. Birinci paragrafta yer alan ve eleştirmek için alıntıladığı cümlede, kültürel yabancılaşmaya vurgu olduğu halde kendisi, cevabında kültürel yabancılaşma üzerinde durması gerekirken, dil farklılığı üzerinden ve etnik kökene dikkat çekerek cevap vermiş. Ya ilişkilendirme hatası ya da kültürden önce dili ve ırkı öncelemesi bir çelişki olmanın ötesinde, konu bahanesiyle etnik temelli bir yaklaşım sergilemek istediği anlaşılıyor. Aslında kendisi de ülkede yaşanan kültürel yabancılaşma ve bazı oyunların farkında ve kendisinden bu konuda da görüş yazmasını beklerdim.. Kişiler özgürdürler, istedikleri fikirleri savunabilirler ancak belli bir konu ele alınıyorsa bağlam dışına çıkılmamalıdır… Olaylara salt etnik temelli ve dil eksenli yaklaşım gösteren zihinsel yapı ülkemiz açısından ele alındığında, bir kısım Türk ile Kürt düşünür ve aydınların olaylara bilimsel yaklaşmaktan çok ideolojik pencereden bakma tutumunun anakronizmini de yansıtıyor. Öncelikle tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de doğru veya yanlış, kültürel yozlaşma ve değerlere yabancılaşmanın yaşandığı çok açık bir gerçektir. “İtalyanlar Dante'yi, İngilizler Şekspir'i okuyup anlıyorlar. Biz niye Mevlana'yı anlayamıyoruz? Çünkü, bizi kültürümüze, değerlerimize yabancılaştırdılar” argümanı, kültürel yozlaşma nedeniyle Mevlana'nın Mesnevisine yapılan Türkçe tercümenin anlaşılamadığını ifade eder. Çünkü, tercümelerde Arapça, Farsça ve dini terminoloji ağırlıkta olduğu Osmanlı Türkçesi kullanılmıştır da ondan. Neslimiz, dilde yaşanan değişim ve kültürel dejenerasyon nedeniyle bu tür eserleri anlamakta zorlanmaktadır. Anlaşılan, arkadaş tercümeleri de öz Türkçe olarak kabul etmemektedir. Yunus Emre'yi öz Türkçe yazdığı için anladığını söylüyor; eh güzel kardeşim belki sen anlıyorsun ama bugünkü nesil Yunus Emre'yi de anlamıyor, Nutuk'u da anlamıyor, Risale-i Nur'u da anlamıyor, Ahmed-i Hani'nin Kürtçe ve Zazaca yazılan Memo Zini'yi de anlamıyor. Demek ki sorun sadece dilde değil, dil üzerinden oynanan oyunlardan ve kültürel yozlaşma ve yabancılaşmadan kaynaklanıyor. Bunun farkında olmayanlar ırk ve dil kıskacının dışında düşünme şansını kaybederler. Değerlerde yabancılaşma, kültürel yozlaşma ve dilde yaşanan bilinçli müdahaleler sayesinde Türk'ler eski Türkçe eserleri; Kürt ve Zaza'lar da uyduruk ve ideolojik dil kullanılarak yazılan yeni Kürtçe ve Zazaca eserleri anlamakta zorlanıyorlar. Zazaca yazılan “Memo Zin'i” okumaya çalıştım ama nafile, yarısında bırakmak zorunda kaldım. İşin garip tarafı, insanımızın dil üzerinde yaşanan değişimlere ve kültürel yabancılaşmaya siyasal duruşuyla yaklaşmaya çalışmış olmasıdır. Örneğin; Dilde değişimi, genelde sol yazın emekçilerince sırtlanmış ve savunulmuştur. Sol; Kürt ve Türk dilinin öz kaynaklarıyla yeniden doğuşunu ve diğer diller karşısında özgürleşmesini savunmuştur. Milliyetçi sağın dindar kesimi genellikle Türkçedeki Arapça ve Farsça sözcükleri savunmuşlar. Ancak, etnik temelli, ulusalcı yaklaşımı ön planda tutan kesim ise, öz Türkçeye dönüş adı altında, İslami kültürün etkisiyle Türkçe'ye girmiş kelimelerden ,Türk dilinin ayıklanmasını ve sadeleşmesini savunmuşlardır. Dini önceleyen İslami ve İslamcı kesimde ise Arapça ve Farsçaya fazlaca öykünme dolayısıyla, Arapça ve Farsça kelime/kelime öbeklerin kullanılması sonucu, Türkçe ve Kürtçe, Osmanlıca da olduğu gibi ağırlıklı Arapça ve Farsça görünümlü bir dile dönüşmüştür. Hiçbir dil kültürden bağımsız değildir. Kültürün özünü din, örf ve adetler oluşturur. Dil, doğası gereği etkilendiği kültürlerin kavramlarını kendine mal ederek gelişme seyrine girer ve hiçbir zaman yalın bir dilden söz edilemez. Dünyada hiçbir dil yüzde yüz yalın değildir. Her dil, dini terminolojiyi diline aktarır, bu yadırganacak bir durum da değildir. İşimize başlarken “Bismillahirrahmanirrahim” dediğimiz gibi… Önemli olan dilin ana iskeletinin ve yapısının korunmasıdır. Çünkü kültürden, inançtan ve dinden gelen kavramlar dinamiktir ve toplumda karşılığı olan ve yaşayan sözcüklerdir. Nazım Hikmet gibi öz Türkçe kullanmayı önceleyen bir şairimiz bile “Salkım Söğüt” şiirinde, birçok Arapça ve Farsça kelime kullanmıştır: Örneğin, ayna Farsça, Türkçesi gözgü; Nal Arapça Türkçesi demir ayaklık, Beyaz Arapça, Türkçesi Ak, Perde Farsça, öz Türkçesi örtü, Pencere Farsçadır, Türkçesi Ev Gözü, Rüzgar sözcüğü Farsça öz Türkçesi yel, Hayat Arapçadır, Türkçesi yaşam, Siyah Farsça, öz Türkçesi karadır, Mavi Arapça, öz Türkçesi Gök, kayıp Arapça, Türkçe yitiktir. Öz Türkçe diye bu sözcükleri kaldırmak kime ne yarar getirecektir? Geçmiş anıtlara bakarak dil üretmenin veya toplumda yerleşmiş kelimeler yerine uydurma kavramlar icat ederek dile müdahalelerde bulunmak bir dili ve aynı zamanda toplumsal düşünceyi fakirleştirir. Bir toplumu, kişilerin doğumlarında, düğünlerinde, taziyelerinde, türkülerinde kullandığı zengin kelimelerden yoksun bırakmak, yaşamsal yoksunluğu da getirir. Dile müdahale sonucunda, bugün gençliğimiz ortalama üç yüz, dört yüz kelimeyle konuşmaktadır. İyi niyetinden şüphe etmediğimiz bu arkadaşımız ve bu tarz yaklaşım içerisinde olanların, Türk dilinin üzerinde dönen oyunların ve öz Türkçe'ye dönme iddiasıyla bin beş yüz yıl önce kullanıldığı iddia edilen terminolojiye dönüştürme stratejisi varlığından ve özellikle son zamanlarda popüler kılınmaya çalışılan “Tengricilik” akımı ve Şamanizm inancı diriltme gibi Türk kavminin eski inançlarının süslendirilip soslanarak, manevi boşlukta yaşayan gençliğe sunulmaya çalışıldığının ve kendilerinin yaklaşımlarının suistimal edilebileceğinin farkında olmaları gerekiyor. Bu oyunların en başında da Türk dilinin, öz Türkçe'ye dönme iddiasıyla, Türk dili üzerinden bizi tarihimize, kültürümüze, dinimize yabancılaştırmanın oyunlarını biliyoruz. Aynı oyun Kürt dili ve Zaza dili üzerinden de oynanıyor. Kürt'leri, Zerdüşt diniyle ilişkilendirmeye çalışan grup ve akımlar da bilinmektedir. Ayrıca, Üniversitelerde açılan Kürtçe ve Zazaca bölümlerinde dil çalışmalarında nasıl uydurukça kelimeler türetildiğini görüyoruz. Dillere, İnançlardan ve kültürel değerlerden arındırılarak girişilen müdahaleler , toplumlar üzerinde yabancı emperyal güçlerin en güçlü silahı olarak bakılmalıdır. Bir toplumu yıkmak mı istiyorsun? Diliyle oynayın yeter… Maalesef bugün kendi öz değerlerinden, tarihinden ve kaynaklarından kopan bir nesille karşı karşıyayız. Dıyarbakır'lı Ali Emir efendi 35 bin Cilt Kitapla kurduğu Millet Kütüphanesi yanındaki caddeden okumuş ama bu kitapları okuyamayan insanlar geçiyor. Bu durum diğer kütüphanelerimiz için de geçerli. Unutmayalım ki, öz Türkçeye veya öz Kürtçeye dönmek iddiası çok yanıltıcıdır. Önce, dilden inancı ve bir toplumun hikayesini anlatan kelimeler çıkarılır, onların yerine başka bir inancı ve değeri ifade eden kavramlar konur. Böylece toplum kültürüne ve değerlerine yabancılaşır ve bölünür… Bin yıllık İslam tarihini yansıtan bir dili, Kur'an ve Sünnet hakikatlerini ifade eden kavramlarla gelişen bir dili; yenileşme ve öze dönme iddiasıyla dilimize kültürümüzden ve inancımızdan yüklemiş kavramları silip, yerine yeni bir dünya görüşünün veya belli bir ideolojiyi aşılayan kavramlarını kullanmak bir millete yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü dili, inanç ve kültürden arındırma çabaları bir toplumu, bir milleti yeniden inşa etmenin yolu olarak görülmüştür. Dil, kültür ve inanç bir milletin ayırt edici en önemli unsurudur. Sadece kültür veya sadece soyut bir dil tek başına bir anlam ifade etmez. Oğuz, Kürşat, Aykız, vb.isimler; Rojda, Heval, Azad, Kawa vb. isimler; bir Fatih, bir Mehmet, bir Ali, bir Hüseyin, bir Hatice, bir Zeynep, bir Fatma, bir Meryem kadar bu toplumda neden yaygın değildir? Salt Dil veya salt etnik kimlik yetmediği içindir. Unutmayalım bu millet Oğuz'u Yavuz; Azad'ı Aziz yapmıştır. Bir dil, dinamik doğal yapısına bırakılmalı, diller bir inançla ve kültürle yaşar, gelişir ve böylece toplumu bir arada tutar, bağları güçlendirir, toplumların kardeşçe yaşamasını sağlayan bir tutkala döner. Elbette bir dil, zenginlik olarak kültür ve inanç terminolojisini kullanabilmeli, ancak bir dil aynı zamanda Allah'ın yarattığı bir ayet olarak ana yapısını da korumalıdır. Her millet kendi diliyle gülüp, kendi diliyle ağıtlar yakıp, türküler söylemesinden daha güzel ne olabilir ki… İnancımız da bunu böyle öğretmiştir. Allah, "O'nun kanıtlarından biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır." Rum Suresi 12.Ayetine iman ettik. Yer ve gökler nasıl Allah'ın ayetiyse diller ve renkler de öyle Allah'ın ayeti olduğuna iman etmemiz önerilmiştir. Ancak, bunun bir üstünlük olmadığını, üstünlüğün takva ile olabileceğini belirten "Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız, en takva olanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır." Hucurat/13 ayetine de iman etmeliyiz. Unutmayalım, Emperyal güçler milleti bölmek için bu unsurlar üzerinde sürekli oynarlar. Bizi birlik ve beraberlik içinde tutan en önemli değerimiz inancımız, kültürümüz ve dilimizdir. Dil ayrı da olsa ayrışmaya sebep değildir. İnancımız, dinimiz ve kültürel yapımız bizi bir millet olarak bir arada tutmaya yeterdir. İslam ahlak ve faziletiyle müşerref olan Türk, Kürt ve Zaza'ların, dil üzerinden oyunlarla Tevhid dini olan İslam'ı bırakıp 1500 yıl önceki inançlara dönmesini veya deizme ve ateizme yönelmesini bekleyen emperyalist komiteler boş hayallerle avunadursunlar. Sevgi ve saygılarımla…
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?11 Ağustos 2024 Düşünme Örgümüz ve Ülfet Tuzağı: ATEİZM VE AGNOSTİSİZM25 Haziran 2024 Bilimsel Bilgiye Müslümanca ve Ateistçe Bakış!
|