Değişen Türkiye'nin Yeni Yönetim Paradigması“Dünyanın en sancılı ve en ağır görevi nedir? ” derseniz, derim ki: “İnsanları yönetmek ve memnun etmektir!” Onun için bir kamu yönetimi uzmanı olarak yönetim ile ilgili birçok kitap okudum. Bizden öncekiler acaba “nasıl yaşamışlar ve nasıl bir sistem kurmuşlar” diye hep merak ettim. Platon'un “Devlet” kitabı, Thomas More'nin “Ütopya”sı, İbni Haldun'un “Mukaddime”si, Tommasso Campanella'nın “Güneş Ülkesi”, George Orwell'in ” 1984”ü, Aldous Huxley'in “Cesur Yeni Dünya”sı, George Orwell'in “Hayvan Çiftliği” Farabi'nin “Erdemli Toplum”u, Montesquieu'nun “Kanunların Ruhu” , Jean-Jacques Rousseau'nun “Toplum Sözleşmesi”ni ve Nizamülmülk'ün “Siyasetnames”i, Karl R.Popper'ın “Açık Toplum ve Düşmanları” …adlarını sayamayacağım Batılı ve Doğulu bir çok düşünürün kitaplarını bulup okuyacaktım. Evet, insan yönetilmek için yaratılmadı. Allah, onu “yeryüzünün halifesi” olarak yarattı ve ona özgürlüğü verdi. Onun fıtratına uygun bir sistem inşa etmediğiniz müddetçe, yeryüzünde kaos kaçınılmaz olur. Türkiye de bazı şeyler değişiyor. Bu değişenlerin içinde değişmesi gereken en önemli şey devletin yeniden yapılanmasıdır. Merkezi sistem değişiyor. Merkezi sistemi en iyi temsil eden kavram “valilik” müessesidir. Vali, Arapça kökenli bir kelimedir ve Allah'ın 99 isimlerinden birisidir. Onun için bir şehre vali olarak atananlar, insan- toplum- kâinat ve Yüce Yaratıcı ile ilişkileri iyi bilmeleri gerekiyor. Ahalinin can, mal ve onur emniyetlerini korumalarının yanında, ahalinin hürriyetini, refahını ve insanlar arasındaki ilişkilerini adalet çerçevesinde sağlamaları her daim vazifelerinin bir gereği olarak görülmüştür. Valilik sistemi değişiyor. Bugünkü valilik sistemi, Fransız idare sisteminden bize tevarüs etmiştir. Özellikle il özel idaresi uygulaması bunun tipik bir uygulamasıdır. Ülkemizde il özel idaresi, halkı pek sisteme dahil etmez. Merkeziyetçi ve buyurgan bir sistem üzerinde varlık bulur. Bu sistem, 19. yüzyılın merkeziyetçi sisteminin bir versiyonu olarak ortaya çıkmıştır. Günümüzde valilik sistemi düzenleyici, denetleyici ve temsil niteliği ağır basan bir kimliğe bürünmüştür. Ayrıca, kültürümüzde “Bir yerde iki amir olmaz” kuralı çerçevesinde il meclisi ve belediye meclisi yeniden oluşturulmalıdır. Yeni sistemin bir gereği olarak halk, belli niteliklere sahip meclis üyelerini birebir seçimle belirlemelidir. Türkiye'nin yönetim yapısıyla ilgili birçok şey söylenebilir. Türk modernleşmesi, aslında daha çok sosyal olguların bir neticesidir. Bunun en bariz olgusu mülkiye düzeyinde ortaya çıkan örgütlenme yapısıdır “Önce Mülkiye Sonra Türkiye!” sloganı, oligarşik bürokrasinin sloganıydı. Gençtim, bu söze pek anlam veremiyordum. Geldiğim ve yetiştiğim kültürde içten içe bu söze karşı toplumda karşıt bir duygunun olduğunu görüyordum. O dönemlerde “Önce Türkiye, Sonra Mülkiye” olmalıydı diye düşünüyorduk. Aslında bu sözün de zımni olarak bürokratik oligarşiyi gizliden gizliye destekler mahiyette olduğunu zamanla keşfetmemiz gecikmeyecekti. Yeni nesil pek bilmez. O zamanlar ancak Mülkiye'de yetişenler kaymakamlık sınavına girebiliyorlardı. Diğer üniversitelerde okuyanlar bu sınavlara giremezlerdi. Yani bir nevi kast sistemi vardı. Bürokratik oligarşi, sınıfsal yönetim tekelini kendi elinden bırakmak istemiyordu. Oysa o dönemlerde; dipte, Anadolu'nun ücra köşelerinde yetişen yeni bir genç nesil geliyordu. İslami duyarlılığı yüksek; yerli ve milli kültürü özümsemiş bu gençler vali ve yargıç olmak için üniversite kapılarını zorluyorlardı. Anadolu'nun ezilmiş, yoksul ve azimli çocukları, üniversitelerin kamu yönetimi bölümlerine ve hukuk fakültelerine girmeye çalışıyorlardı. Zengin aile çocukları ise genelde işletme ve iktisat bölümlerini tercih ediyorlardı. Pek anlam veremiyorduk ama zamanla anlayacaktık: “Onların işleri, güçleri vardı, bizimkilerin ise akşam eve ekmek götürecek işleri bile yoktu.” Osmanlıdan bu yana alt tabakadan üst tabakaya yükselmenin yolu hep eğitim olmuştur. Bu çok doğru ve güzel bir ilkedir. Bugün kamuda ve siyasi arenada olan birçok üst düzey bürokrat ve siyasetçiyi bu ilke sayesinde tanıyoruz. Onun için bu ilke önemsenmeli ve korunmalıdır. Dikey yükselmenin tek basamağı olan eğitim ve liyakat ilkesi mutlaka korunmalıdır. Anadolu'da babalar genelde çocuklarına “okuyun, vali veya hakim olun” diye tembihler. Çünkü onlar, devletin neye tekabül ettiğini çok iyi biliyorlardı. İstisnasız bütün yerli ve milli muhafazakâr aileler, çocuklarını bu okullara yönelttiler. Okudular, mezun oldular, fakat o zamanlar bazı kapılar kapalıydı. Devlet, o zamanlar kendi kurduğu okullarda kendi çocukları arasında ayrım yapmaktan çekinmiyordu. Her türlü kitap ve yayınları takip eden bu nesil için bu pek anlaşılabilir bir durum değildi. ….Ve bir gün bir adam çıktı, bir başlangıç yaptı. Allah rahmet eylesin. Rahmetli Turgut Özal, bütün iktisadi ve idari bilimlerde okuyan çocukların kaymakam olabileceği fermanını yayınladı. Zamanla yağmurlar yağdı, derelerin altından çok sular aktı, dereler yataklarına sığmaz oldu. “İktidar olup da muktedir olmayan” birçok hükümet oldu. Jakobenistler, savaşmaktan çekinmiyorlardı. Savaş çetindi ve mücadele her yerde derinden hissediliyordu. Allah'ın çizdiği kaderin önünde kimseler duramazdı ve biz de buna inanıyorduk. “Bin yıl hükmetmeyi düşünenler” gitmiş; uzun boylu, dirayetli, empati seviyesi yüksek, merhametli, yerli ve milli duygusu gelişmiş bir lider gelmişti: Sayın Recep Tayyip Erdoğan! Kamu/oyu değişiyor, bir devrim gerçekleşiyordu. Yönetim yeniden şekilleniyordu. Artık millet siyasetçiyi ve bürokrasiyi görebiliyor ve dokunabiliyordu. Devlet görünür olmuştu. İyi ile kötünün, haklı ile haksızın, güzel ile çirkinin ayrımı gittikçe netleşiyordu.
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 25 Kasım 2024 ÖLÜMCÜL KİMLİKLER ve ŞAHSİYETİN ÖLÜMÜ15 Ekim 2024 Asilzade Bir Kadının Hikayesi: Godiva Efsanesi22 Aralık 2023 Konaktan Barınağa Bir Yerel Yönetim Klasiği (!)29 Ekim 2023 Demokrasi İle Taçlandırılmış Bir Cumhuriyet
|