Cumhuriyet, Demokrasi, Laiklik ve İslamCumhuriyet Arapça kökenli bir kavramdır. Cumhur, Halk; Cumhuriyet de Halka dayalı, halkın kendi yönetiminde söz sahibi olduğu bir yönetim biçimidir. Cumhuriyet tek kişi (kral ve padişah) veya grup, hanedan, zümre (oligarşi, aristokrasi vb.) yönetiminin karşıtı bir yönetsel yaklaşımı ifade eder. Demokrasi de halkın kendisini nasıl ve hangi yöntemlerle yöneteceğini; toplumun bir arada yaşamasının asgari koşullarının anlaşmalar yoluyla belirleneceğini ifade eden sistemin adıdır. Demokratik sistemde seçimler, temsilciler, partiler, sivil toplum kuruluşları, dernekler, bireysel özgürlükler, basın ve yayın özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, öğrenim özgürlüğü, teşebbüs özgürlüğü, fikir özgürlüğü, kuvvetler ayrılığı gibi argümanlar ön plana çıkar. Bugün için insanlık âleminin ulaştığı en uygun yönetim biçimi olarak demokrasi; birçok eksiklikleriyle birlikte doğrudan, katılımıcı, tele demokrasisi, sanayi demokrasisi vb. görüşlerle sürekli geliştirilmektedir. Cumhuriyet, yönetimin kaynağına (halka); Demokrasi ise yönetimin biçimine, usulüne (seçim ve oya) işaret eder. Cumhuriyet, yönetimin meşrutiyetini halkın kendisine ve tercihine dayandırdığı için; halkın inanç, fikir ve değerlerinin demokratik yöntemlerle özgür biçimde toplumsal yaşamda hayat bulmasının yolunu da açmaktadır. Esasında sıcak davranıp beniseyecekleri gereken kavramlar olmasına rağmen; her nedense Müslüman toplumlar, Cumhuriyet ve Demokrasi kavramına biraz mesafeli yaklaşmışlardır. Müslüman halkların büyük çoğunluğunun Cumhuriyet ve Demokrasi kavramlarına mesafeli yaklaşımlarında; Kur'an ve Peygamber uygulamalarını özünü kavrayamama, Cumhuriyet ve Demokrasiyi İslam ve şeriat karşıtı olarak gören anlayışları yanında, Laikliği ve Cumhuriyeti bir ideoloji ve yaşam biçimi olarak görenlerin devlet gücünü kullanarak, toplumu üstten alta doğru, cebri yollarla modernleştirmeye, adam etmeye çalışmaları, çoğu defa demokrasiyi devre dışı tutan otoriter, jakoben tavırları ve temel dini hakları yok saymaya dönük uygulamalarının, Müslüman halklar üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dolayısıyla, maalesef İslam toplumları Cumhuriyet, Demokrasi ve Laikliğe mesafeli durmuşlardır. Adı Cumhuriyet olan ama Cumhurla(halkla) ilişkisi olmayan, halkı küçük gören, dışlayan düşünce, anlayış ve uygulamaların gerçek bir Cumhuriyetçilikle bağlantısı olamaz. Aslında son yüzyıl içerisinde birçok İslam düşünürü, Cumhuriyet ve Demokrasi kavramının İslam'ın özüyle çelişmediği yönünde düşünceler ortaya koymuşlardır. Pakistan kökenli, batıyı iyi bilen ve Fransa'da İslami çalışmalar yapmış ünlü düşünür Hamidulah; “İnsan yeryüzünde Allah'ın halifesidir. Halifelik Allah'ın emirlerini uygulama sorumluluğunun sonucu verilmiş bir unvandır. Allah'ın topluma dönük emirlerinin herkesin kendi başına uygulamasının karmaşa doğuracağını; bireylerin seçtikleri temsilciler yoluyla halifelik sorumluluğunun hayata geçirilmesinin gerekliliğinden bahsederek bunun da İslami bir demokrasi olduğunu” söylemiştir. Yüzyılımızın önemli İslam düşünürlerinden biri olan Bedi-u Zaman Said Nursi de, Cumhuriyet konusunda çok ilginç ve önemli yaklaşımlar ortaya koymuştur. Said-i Nursi uzlette kaldığı dönemde “Karıncaların Cumhuriyetperver bir topluluk olduklarını; bu nedenle yediği yemeklerin tanelerini karıncalara verdiğini; kendisinin sadece yemeklerin suyu ile yetindiğini; dört halifenin Cumhuru (halkı) temsil ettiği için birer Reis-i Cumhur sayıldığını” söyleyerek İslam ile Cumhuriyet arasında anlamlı ilişkilendirme yapabilmiştir. Dört halifenin (Hz.Ebubekir, Hz.Ömer, Hz.Osman ve Hz.Ali) seçim biçimindeki farklılıklar, İslmanın bize başlı başına bir yönetim biçimi önermediğinin göstergesi olarak görebiliriz. Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebubekir, Medine'deki ensar ve muhacirlerin ileri gelenlerinin müzakere ve tartışmaları sonucu büyük çoğunluğun kararayla Emir-ül Müminin-Halife seçilmiştir. Hz. Ömer, Hz. Ebubekir'in vasiyetiyle seçilmiş ve yine Müslümanların büyük çoğunlu kendisine biat etmiştir. Hz. Osman ve Hz. Ali de bir kısım Müslüman ileri gelenlerin önerisi ve halkın da kendilerine biat edilmesiyle seçilmişlerdir. O günkü dünyada, yönetim anlayışında egemen olan değer Sultanlık, Hanedan hâkimiyeti ve yönetimin babadan evlada aktarılabileceği anlayışına dayandığı halde, İslam bunu yıkmış, yerine seçimi (biat), halkların rızasına ve liyakata dayalı bir yönetim anlayışı getirmiştir. Ne yazık ki, Muaviye ile birlikte Emevi hâkimiyeti, yani bir hanedanlık ve Sultanlığın babadan oğula devir dönemi başlamıştır. Müslüman tarihinde zaman zaman bu anlayışın dışına çıkıldığı vaki olsa da Sultanlık ve otorite daha baskın olabilmiştir. Özünde, İslam dininde paket halinde sunulan bir ekonomi, bir yönetim ve devlet olmadığı; İslam'ın bu konuda sınırlı sayıda kurallar, temel ilke ve esaslar önerdiği, evrensel düzeyde kabül gören ve insanlık alemi için çok büyük faydalar içeren bu kural, ilke ve esaslardan yararlanarak iyi bir yönetim biçimine ulaşmayı akla, bilime ve insan çabasına bıraktığı, bu nedenle İslam hukukçuları, düşünürleri ve yöneticileri hukuk, yönetim ve ekonomi alanında sürekli içtihatlar yaparak yönetsel ve hukuk alanında açılımlar sağladığı bilinmektedir. Örneğin aranızda işlerinizi “Şura” ile yapın, ehliyetli ve liyakatli olanları işbaşına getirin diyen hadisler ve Kur'an ayetleri vardır. Peygamberimizin işlerinde Şura'ya (danışma)çok önem vermesi, Medine şehrinde “Medine Sözleşmesi” ile çok kültürlü ve çok dinli toplumun bir arada yaşamasını sağlamaya çalışması, hukuku üstün kılan eşitlikçi anlayışla yönetmeyi başarması ve adalete dayalı uygulamaları bizim Cumhuriyet ve Demokrasi konusunda olumlu düşünce ve yaklaşımlar geliştirmemize İslami referanslar sunabilir. Tarihsel süreç içerisinde, Müslüman toplumlar tarafından ortaya konan devlet yönetim biçimi ve uygulamalarının, İslam dininden yararlanılarak geliştirildiğinin söylenebileceği; ancak tarihte İslam adına ortaya konan yönetim biçimlerinin insanların kültürel düzey, anlayış, yorum ve içtihatlarına dayalı olarak oluştuğunu, İslam'ın önerdiği tartışılmaz bir devlet, hukuk ve yönetim biçimi olarak görülemeyeceği bilinmelidir. Hiç kimse padişahlık sisteminin; Ayetullahlar yönetiminin ve Arap Krallıklarının veya Afganistan'da yaşananların, bütünüyle İslami bir düzen olduğunu söyleyemez. Ayrıca, Müslüman grupların din anlayışları, İslam düşünür ve siyasetçilerin geliştirdiği İslami yönetimle ilgili fikirlerinin tartışılmaz ve İslam'ın özü olduğu da iddia edilemez. Cumhuriyet ve Demokrasi yönetim biçimi ve tarzıyla ilgili bir konu olduğu halde Laiklikle birlikte hukuk düzenlerine bakış açısı devreye girer. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını esas alır. Bir anlamda devletin din veya dinsizlik benzeri inanç grupları karşısında tarafsız kalmayı ifade eder. Ama maalesef bizim gibi ülkelerde laiklik yanlış uygulamalara konu olabilmiştir. Laik devletlerde hukuk sistemi, insanın ilmi ve akli çalışmalarına dayanılarak geliştirilmesi esas alınmıştır. Din ve esasında İslam dini böyle olmadığı halde maalesef dinin sömürü, baskıcı, ötekileştirici, dayatmacı, bilimsel çalışmaları engelleyen ve temel insani hakları yok sayan (özellikle Hıristiyan dünyasında) yorumlara dayalı anlayışlarla uygulanmasına duyulan tepkiler sonucunda gelişen Laiklik anlayışı; bir anlamda toplumlar için bir çıkış yolu olabilmiştir. Bu gerçeği görmek gerekiyor… Müslüman toplumların büyük kısmının, çok parçalı bir din ve grupçu anlayışa dayalı olarak bölündükleri ve İslamın güzelliklerini ortaya koyamadıkları ortadayken; bu halleriyle İslam adına bir yönetim ortaya koymaya iddialarında bulunmaları gerçekçi ve doğru olmadığı gibi; bu tür girişimlerin en büyük zararı İslam'a vereceği çok açıktır. Bu anda birçok İslam ülkesinde dine dayalı yönetim iddiasında bulunan devletlere bakıldığında, durum çok daha iyi anlaşılacaktır. Din ve inanç kutsaldır, leke kabul etmez. Din adına yapılan hataların faturası sürekli dine ve inanca çıkarılmaktadır. Bugün gençliğin dinden uzak kalmasının önemli nedeni de budur. Örneğin bir İslam devletinin ekonomik geri kalmışlığı, baskıcı uygulamaları veya bilimsel geriliği İslam'ın başarısızlığı olarak görülecektir. Bu nedenle İslam, kutsallığını, kişi, grup ve devletler üstü kalarak daha iyi koruyacaktır düşüncesindeyim. Kişiler değil, devletler laik olur. Çünkü kişiler yaşam biçimlerini değer ve inançlarına göre oluştururlar. Kişilerin demokratik laik bir Cumhuriyette yaşamaları; İslam dininin inanç ve ahlaki öğretilerine, miras ve evlilik gibi hukuki düzenlemelerine bağlı olmalarına ve dinin emirlerini bireysel düzeyde yaşamalarına engel olmadığını bilmek gerekiyor. Gelişmiş, hukukun üstünlüğüne ve özgürlükçü anlayışa dayalı demokratik sistemlerde; kişiler inançlarının yüzde doksan beşini yaşayabilirler. Zaten İslam'ın yüzde doksandan fazlası tevhid, ahiret, ahlak, adalet ve ibadeti, çok az bir kısmı da toplumsal-yönetsel alanı oluşturur. Toplumsal alanı oluşturan dini kurallar bireyin sorumluluğu dışındadır. Öncelikli olarak Müslüman fertlere düşen, İslam dininin yüzde doksan beş kısmını yaşamaya çalışmak olmalıdır. Elbette hiçbir beşeri sistem tartışılmaz, ebedi ve mükemmel değildir. Bu nedenledir ki sürekli değişim ve gelişim esas alınmıştır. Belki bir gün insanlık daha farklı bir yönetim biçimi bulacaktır. Ancak, Anadolu ve İslam topraklarının zengin mirasına, sünnet geleneğine ve Kur'an'a sahip olarak bizler; Laiklik, Cumhuriyet ve Demokrasi kavramının anlam arka planını gelenek, inanç ve faziletle süsleyip geliştirebilir, beşeri hukuk düzenini dinin evrensel ilkeleriyle zenginleştirebiliriz. İnsanlığın uzak ve yabancı kaldığı birçok kavramı (saygı, hürmet, sevgi, merhamet, inanç, adalet, eşitlik, kardeşlik, haksızlığa karşı durma, hürriyet vb) topluma ve yönetime aktararak, anayasamızı ve demokrasiyi daha insani ve erdemli bir düzeye taşıyabilir ve bu anlamda fazilet yoksunu ülkelere ve toplumlara örnek de olabiliriz. Bunu yapabilecek beşeri birikime de sahibiz. Geçmişinden beslenen ancak, geleceğe yüzünü dönmüş ülkemizin bilim ve akılla, ahlak ve erdemle bezenmiş demokratik bir Cumhuriyete, huzur dolu, barış, kardeşlik ve güven içinde yaşayan sağlıklı topluma ulaşması dileğimle… Sevgi ve saygılar…
YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 14 Aralık 2024 Suriye nereye gidiyor?06 Kasım 2024 İlahiyatçıları/din adamlarını dinlerken ölçüleriniz olmalı07 Ekim 2024 Kur'an'ın, Tevrat, İncil ve Avesta'dan farkı02 Eylül 2024 Üç kutsal din Sümer efsanelerinden mi alındı?
|