ÇIĞLIĞA DİKKAT!Her şehir varlıktan bir ruh koparmıştır. Bu ruhu güzelleştirmek için de eylem gücüne ihtiyacı vardır, yani insana. İnsan şehri giydirir, adına mimari denir. Doyurur, adına kültür denir. Fakat bazen sakinleri gibi şehir de yorulur. Şehrin kılcal damarlarında dolaşıma girmiş yanlış yönelimler bir histeriye dönüşür ve alarm verir. Son zamanlarda ilimizde vuku bulmuş bir çığlık var. Yaşam becerileri desteklenmemiş bireylerin çöküş hikâyelerini sıkça duyar olduk. Mevlana Hazretleri'nin yaşadığı dönemde, Konya'ya yakın bir beldede, bir adamın halet-i ruhiyesinin kötü olduğu haberini alan Mevlana: “Orada hiç Müslüman yok muymuş?” demiş. Bu soru, sorumluluk bilincimiz nispetinde yakıcı olurken; nemelazımcı bakış açısıyla bakıldığında tesirsiz kalır. Derimizin altında hissettiğimiz canlılıktan fazlasıysak eğer ruhumuz sızlar. Varsa bir dert, bir yara bizler merhem olmaya muktediriz aslında. İhtiyacımız olan şey insanın doğasını tanımaktır. İnsan bebekliğinden itibaren bir başkasına muhtaçtır. Bu kişi bizi doyurur, temiz tutar, giydirir. Aynı zamanda gülümser, şefkat gösterir, bize hayatı tanıtır. Psikolojik ihtiyaçlarımızı doyurdukça benliğimiz güçlenir, öz saygımız artar. Yani ebeveynlerimizin tutumları bizi şekillendirir. Toplumsallaşma serüvenimiz ailede başlar sonra evimizin dışına çıkarız. Bizler hayatı anlamlandırmaya çalışırken dışarıda üşüyen benliğimizi evimizin sıcaklığı ısıtır. Fakat artık insanlar evlerinde de üşür oldular. Anne-baba-çocuk üçgeninde derin kırılmalar oluşmaya başladı. Ve bu kırıklardan sızan acılara şahit oluyoruz hep birlikte. Modern hayatın en büyük defosu “plastik aile” mefhumuydu. Ve bu mefhumun hiçbir öğretide, kültürde karşılığı bulunmazken; bizler “aile eğilip bükülmez” derken; ailenin gücü sarsılıyor. Bireyler dağılıp, parçalanıyor. Bu durumdan en çok idrak boşluğu yaşayıp bocalayan çocuklarımız etkileniyor. Yetişkinler ahvalden korkuyor. Çocuklarını, hayatın gelgitlerine hazırlamak yerine onları doğal yaşam alanlarından alıkoyuyorlar. Oysaki bir çocuk, hayatın sürekli bir var olma mücadelesi olduğu bilincini, sorunlarının üstesinden gelme becerisini, geçirdiği sosyal kazalara borçludur. Bu kazalar olurken anne-babalar koruyucu bir tutum geliştirmek yerine ona sorumluluk duygusunu ve güçlükleri birlikte aşmayı öğretmelidir. Çocuğu yargılamadan, ona hatasını fark etme fırsatını vererek ve tabii ki onu koşulsuz bir kabulle anlamaya çalışmalıdır. Çocuğun özerk bir dünyası, saygı duyulması gereken sınırları vardır. Yani kendi gemisinin kaptanı konumundadır. Aile ise sendelediği her yaşam tecrübesinde çocuğa güvenilir bir liman olmalıdır. Çocuğun tarihini yazanın anne ve babalar olduğu unutulmamalıdır. Çünkü çocuk evde; Değer görürse, kıymet bilecek. Huzurluysa, mutluluk verecek. Suçlanırsa, suçlayacak. Aşağılanırsa, aşağılayacak. Aldatılırsa, aldatacak. Şiddet görürse hep hiddetlenecek. Velhasıl tarih hep bilindiği üzere tekerrür edecek. YORUM YAZIN
|