Başkalarının savaşında ölmek..!Yolunu yapacağımız yaylamızda ailecek zaman geçirmenin, köydeki damlı evin üzerinde yıldızları izlerken edeceğimiz demli çay kıvamındaki sohbetin hayalini bile henüz tamamlayamamışken, patlayan bir bombayla uyanmıştık! Haber kanallarının tamamı “Suruç'ta bombalı saldırı” başlığıyla yayına girmişti bile! Ve anlamıştık ki, gördüklerimiz bir rüyaydı ve artık uyanmanın vakti gelmişti! Narkoz etkisini yitirmiş, ölüm makineleri uyanmıştı! Yitirilen canlar yetmiş olacak ki, iki gencecik polisin evlerinde katledildiği haberi ekleniyor ardından! Ölümlerden ve zulümlerden “eskiden…” diye bahsetmeye başladığımız hikâyelerimizi yarım bırakıp, “artık dağlar değil, vadiler, şehirler, hatta evler ölüm kokuyor” mısralarını dokumaya başladık satır aralarına… Her gün yeni bir ölüm haberiyle uyanıyor, ölüm haberlerinin bütününü, hatta eklenmiş yenilerini izleyerek, okuyarak başımızı yastığa koymaya başladık. O kadar arttı ki ölümler… Sıradanlaştı, hayatın gerekliliğiymiş gibi iliklere işlendi ve kömür karasına dönüştü vicdanlar! Kimin öldüğünün bir önemi de kalmadı! Oyun programlanmış, roller dağıtılmış, bize de ölüm düşmüş! Topluca ölmemiz, meydanı oyunu yazanlara bırakmamız isteniyordu artık! Ve Ankara'nın vakti gelmiş, iyi bir kurguyla programlanan oyunun bombası patlamıştı! 97 can yitirilmiş ama bizler halen akıllanmamıştık! Çünkü vicdanımız körelmiş, siyasetimiz ağır basmıştı! Suçlu aramaktan, akıldan yoksun senaryolar yazmaktan yasımızı tutmaya vakit bulamamıştık! Acilen bunu seçim propagandasına dönüştürmemiz gerekiyordu! Malum, sandık günü yaklaşıyor! Elde herhangi bir delil olmasa da olur! Suçlayacağın birileri varsa, delil aramaya gerek yok! Başına ‘katil' eklemesini yapıştırdın mı, gerisi kolay! Sesini duyuracak mekanizma da çok! Zaten ihtiyacımız olan bunu kimin yaptığını bulmak değil! Bir anda önce dilediklerimizi suçlu ilan edip bundan siyaset devşirmemiz gerekiyordu! Çünkü böyle programlanmıştı oyunun geri kalanı! Televizyon kanallarında kim tarafından sarf edildiğinin bir önemi bulunmayan yığınca yalanı gerçek kabul eden, sosyal medyadaki her bildirimi (yalan da olsa) ‘ben de duyurmalıyım' refleksiyle paylaşan yığınca insan var! Üstelik okumuş, eğitimli kişiler yoğunlukta! En sinir bozucu durum ise; şiddetin her türlüsünü savunan, ölümleri ‘bizden, onlardan' diye ayıran, karşı bir fikre saygı duymayan, karşı bir söylemde hakaret ve küfürler savuran, İlber Ortaylı deyimiyle “cahillerin” ağızlarından veya kaleminden “ barış” sözcüğünü duymak yâda okumak! Şiddetin olmadığı, fikirlerin saygı çerçevesinde konuşulup tartışıldığı, eleştirilerin hakarete varmadığı bir ortamda ‘barış' konuşulabilirken, ‘barışı' en fazla şiddetin parçası olanların savunuyor gözükmesini ve sosyal medyada ağızlara çalınan küfürlerle barış süvariliği yapılmasını hazmedemiyorum! Her şey siyaset değildir, olmamalıdır da! Siyasi fikirlerimize göre ‘barış' yaratma gayretinden vazgeçmeliyiz! ‘Barış' tektir ve fikirlere göre değişkenlik göstermez! Karşılıklı fedakârlıklar gerektirir! Ama halen siyasetin derdinde olanlar, ölümleri ve bundan doğan acıları fırsata çevirme gayretinde bulunanlar var! Oysa seçimi bir kenara bırakıp gerçek manada ‘barış' mücadelesi içine olur ve başkalarının yazdığı oyunun parçası olmaktan kurtulursak, o zaman zor da olsa başarmamız imkânsız olmayacaktır. Ülkedeki tüm sorunların çözümü, hiç şüphesiz İslam temelli bir yaklaşım ve uygulamayla mümkündür! Bu da, inanmakla başarılabilir! Günahta ısrar edip Allah'tan rahmet beklenemeyeceği gibi, şiddette ısrarcı davranarak barışı da getiremeyiz! Unutmayalım ki; kendi barışımızı tesis etmediğimiz sürece, başkalarının savaşında ölmeye mahkûmuz! YORUM YAZIN
|
YAZARIN DİĞER MAKALELERİ 08 Kasım 2024 Algılar ve olgular!14 Eylül 2024 Bingöl'e uzay üssü ve gözlemevi yapılsın!04 Eylül 2024 Bingöl için 'ben varım' diyecek babayiğitler aranıyor!01 Ağustos 2024 İhmal edilen neslin şehri yıkımı nasıl durdurulacak?
|