'Aynı Nehirde İki Defa Yıkanılmaz'MIŞ..!“Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” der, Herakleitos. Lastiğin kar tanelerine dokunuşuyla ritmik bir tempo oluşuyordu. Bingöl'den başlayan yolculuk Genç'e uzanıyordu. Küpar rampasına kadar Servet Kocakaya'nın “Şilele” albümü eşliğinde süren seyahat, insanın içini kıpır kıpır eden "Diyarbekir yoluna ley Diyarbekir yoluna" parçasıyla devam ediyordu. Fakat bir anda türkü değişiyor, “weylo weylo” uzun havasıyla kasvetli bir ortam oluşuyor, yaşama umutları karamsar bir hal alıyor, yolcular ise şaşkın bir halde olup bitene anlam vermeye çalışıyordu. Türkü değişikliğinin sebebi ve yayılan karamsarlık, az ilerde başlayan keskin virajlar ve çıkılması güç rampalarla daha net bir mesaj içeriyordu, şoförü haklı çıkarırcasına… Her yıl iş sezonu başladığında ilgili kurumlar nezdinde oluşan sessizlik, her defasında yolu kullananların “bu sene başlarlar” temennileri, ilkbaharın yaza, yazın sonbahara yaslanıp durmasına geçer gider! Ne temenniler karşılık bulur, ne de yol yapılır. Biraz yama, biraz mıcır, belki birkaç noktada kısa ölçekli yenilemeler… Ve yıllar bir birini kovalarken yorulan sadece toplumun kendisi olur. Ama hafızalar her daim tazedir.. Tuhaftır ki, ‘aynı nehirde iki defa yıkanılamaz' diyen rahmetli Heraklitos dayı yanılır… Aynı yol, iki sene içinde yeniden yapılmazmış filan… Şaşırmamak lazım. Nihayetinde Heraklitos dayı Bingöllü değildi. Hayatı boyunca Bingöl'den Diyarbakır'a karayoluyla hiç yolculuk yapmamıştı. Kardeşi, ninesi, teyzesi, halası, amcası veya dezası vs. Diyarbakır'da yaşamıyordu, onları ziyaret etmek gibi bir hissiyatı bulunmamıştı. Bingöl-Diyarbakır yolu sadece eş, dost, akraba ziyaretleri için değil, sağlık sorunları nedeniyle de her gün yüzlerce kişi tarafından kullanılıyor. Öyle ki, birçok insanımızı bu yollarda kaybettik. Ruhları şad olsun. Aslında bu durum, onun için iyi ve yaşanmamış çileler açısından mutluluk vericidir. Hatta Yaradan nasip etmemiş diye şanslı kimseler sınıfındadır. Fakat ya siyasi büyüklerimiz? Onlar hiç kullanmadı mı, ya da kullanmıyor mu bu yolu? Yolda geçerken hangi düşünceleri beyinlerinde sıralıyorlar? Yolun genişlemesi, aşırı ve keskin virajların ya da dik rampaların varlığını masum kılabilir mi? Tünel ya da geçiş kolaylığı sağlayacak güzergâh değişikliklerin yapılmasını öteleyebilir mi? Neresinden bakarsak tutarsızlık, öteleyici bir yaklaşım ve bitmek bilmeyen bir yol var karşımızda. Bu yolun daha iyi bir hale getirilmesi, sürücülere ve yolculara daha konforlu bir seyahat imkânı sunması için siyasilerin Meclis kürsüsünde bir cümle dahi sarf etmesini beklemek kusur mu sayılır? Toplum ne yapmalı? Daha çok mu beklemeli? Yâda ilgili kurumların bahaneleri bir kenara bırakıp çözüm odaklı bir yaklaşımla çalışmalarını hızlandırmalı mı? Ya da fahri Bingöllü diye nitelendirilen bazı milletvekillerinin bu konuda baskın ve etkin bir tutumla çözüm için Meclis kürsüsünde sesini yükseltmesi mi gerekli? Bir yandan ‘örgütün saldırıları yüzünden yapılmıyor' denilirken, diğer taraftan da ‘devlet bilerek yapmıyor' söylemleri dillendiriliyor. Ve sonuç, kocaman bir HİÇ! Görünen o ki, bu yol bir nesil eskitir. Canlar kaybedilir, çileler bir köy odası sohbetiyle tatlandırılıp anlatılır uzun yıllar boyunca! Bu trajikomik durum karşısındaki rahatsızlığımızı, Yılmaz Erdoğan'ın “bu yol nereye gider?” şiiriyle noktalayalım. Yol bir yere gitmez O bir durma biçimidir Yoldan çıkabilir apansız Ve ömür bitebilir yoldan önce Ama yol bir yere gitmez O bir durma biçimidir * * * * * Yol bir yere gitmez O bir durma biçimidir Her garantiyi istersin hayattan Oysa ölümle yaşam arası Uzun, malum ince bir yol Bir yere gitmez O bir ölme biçimidir. Evet, bu yol hiçbir yere gitmez… Bizim yol gerçekten durma biçimi… Gıkı çıkmıyor. Bildik bileli aynı yol, aynı kasisler, aynı rampalar.
YORUM YAZIN
|