Zahit akman üzerine ahkâmMemlekette ne zaman Zahit Akman tartışması çıksa, ne zaman Deniz Feneri Derneği'nin adı geçse... Mutlaka benim de ahkâm kesmem bekleniyor. Suçum büyük; müebbede hüküm giydim. İki elim kanda bile olsa, başka her şeyi bir kenara bırakıp, kafadan bu mevzuya dalmaya mahkûmum. Bu da benim kabir azabım. Meğer okur dikkati, kıldan ince, kılıçtan keskinmiş. ‘Bin cefa da çektirsen, etmem senden şikâyet' mi, demeliyim. Yoksa, ‘ne zaman bitecek benim kabir azabım' mı?... Sırat köprüsünden geçemedim bir türlü. Kabir meleklerimin sorgu suali, bitmiyor. En tazesi şu: RTÜK Başkanı arkadaşın Zahit Akman'la Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın ‘istifa' polemiği hakkında ne düşünüyorsun? *** Valla çok basit, herkesin düşündüğünü tabi. Ama, ‘Yemezler, tane tane yaz!' seslerini duyar gibiyim. Yani, malumu ilam etmek, bana vacip oldu. O zaman, yoğun istek üzerine biraz açalım. Nasıl ki, iki yanlış bir doğru etmez. Aynen öyle, bir yanlış da, başka bir yanlışla tashih edilmez. Arınç'ın ‘istifasını istedim, kabul etti' sözü, yanlıştı. Çünkü, RTÜK başkan ve üyelerini hükümet atamıyor ki, görevden alsın. Hiçbir yaptırım yetkisi yok. Sehven, varmış gibi algılanmasına yol açtı. Oysa Arınç, ne istifasını istemeye, ne de görevden almaya yetkili. Etik açıdan eleştirebilir, siyaseten istifa çağrısında bulunabilir. O kadar!... Ama kanunen, istifayı mücbir bir halin bulunmadığı tartışma götürmez. *** Buna mukabil, Akman'ın cevabı, daha feci bir hata. ‘Başbakan arkamda, yoksa burada oturamazdım' sözleri, bir kere lüzumsuz. Hiç mesuliyeti yokken, durduk yerde Başbakan'ı kefil göstermiş oldu. Hem, Akman'ın himayeye ihtiyacı da yok. Neyse ki... Bülent Arınç, ta İzlanda'dan açıklama yapıp, bu iki yanlışı da basit bir doğruyla düzeltti. *** Dediği, aynen dediğimdir: Ne peşinen suçlu ilan edip, yargısız infaz yaparım. Ne de, görevden alma yetkim var. Kimin suçlu, kimin masum olduğu konusunda ahkam kesme yetkisi, mahkemeye ait. Siyasetçiler, Akman'ın durumunu, en fazla ‘etik' açıdan tartışabilir. Suçu sabitmiş gibi ilan etmeye, mücrim muamelesi yapmaya kimin hakkı var? Berlusconi tarzı muhafazakârlık ‘Charlie'nin Melekleri diye bir TV dizisi vardı. İtalya, epey zamandır, bu dizinin yerli bir versiyonuyla yatıp kalkıyor. Berlusconi'nin ‘Velina'ları: Siyasetin güzel şov kızları... TV'ler, gazeteler, Berlusconi'nin ‘Velina'larını tefrika edip, haber dizileri halinde yayınlıyor. Gün geçmiyor ki, heyecan verici bir entrika yaşanmasın. Yeni bir gerilim, yeni bir macera unsuru ortaya çıkmasın. Hem, reytingi de bir hayli yüksek. Sonunda karısı, yaramazlıkları yüzünden Berlusconi'den boşanacağını ilan etmişti. İtalyan medyasındaki artçı şokları, hâlâ devam ediyor. Başbakan'ın genç kadınlardan kendine siyasi bir harem kurduğu, yazılıp çiziliyor. Keşfettiği yeni gözdelerinin siyasette hızlı yükselişi, Berlusconi'yle kaçamakları, kıyafetlerinin dekoltesi, manşetlerde... En son vukuatını biliyorsunuz. Objektifler, Berlusconi'yi, yüzündeki makyajı tazelerken yakaladı; o fotoğrafı da bastı. Anlayacağınız, başbakanlarının renkli halleri, İtalyan medyası için tükenmez bir hazine. Yalnız, garabet şurada: Berlusconi, İtalya'nın sadece başbakanı değil. Muhafazakâr sağ Forza İtalya partisinin de lideri... Ve burası, katolik dünyasının kalbi... *** Bir süredir, ‘yeni dindarlık' trendleri üzerine düşünüyorum. Sanırım Berlusconi de, bu konuya biraz kafa yormuş. Avrupalı Hıristiyan Demokratlar'ın ‘muhafazakâr siyaseti' üzerine bir dosya yayınlanmıştı. Seküler dünyada ‘din ve siyaset' ilişkisi, inceleniyordu. Orada, Berlusconi'nin de hayli cesur bir makalesi vardı. Özetle, diyordu ki: “Laiklik adına dinin, siyasi alanın dışına itilmesi, pek çok soruna yol açtı. Bunların başında da, ahlaki değerlerin yozlaşması geliyor. Bence, bize söyleyeceği daha çok şey var. Din, siyaset sahnesine geri dönmeli.” Bunu, laikliğin yeniden tarifi anlamında söylemiyor. Kimseler de Berlusconi'yi, laiklik karşıtı olmakla suçlamadı. Demek ki seküler sistemler, din-dışı bir ahlak üretemedi. Ki din, hâlâ canlı bir tartışma konusu... *** Seküler tandanslı ‘EUobserver.com' sitesi, geçen Şubat'ta bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı. Altı Avrupa ülkesi içinde, ‘dini kimlik' bilincinin en yüksek çıktığı yer, İtalya. Halkın yüzde 89'u, kendini ‘dindar' olarak tanımlıyor. Ama din, siyasi görüşlerini belirlemiyor. İnancı, siyasi tercihlerini etkileyenlerin oranı, yüzde 27'lerde. EUobserver.com'un bu sonuçları nasıl yorumladığına tekrar baktım. Ortaya, çok berrak bir fotoğraf çıktı: “AB siyasetinde dini kimliğin, ülkeleri birleştirici rolü küçümsenemez. İtalyanlar, dindar... Ama dini, siyasetin dışında tutmaktan yanalar.” Bu yeni durum, sosyologların da ilgi alanında. Bir çoğu, din ve maneviyatın kaybolmadığını, fakat mutasyon geçirdiğini söylüyor. “Dini uyanışçılar ve laikçilerin klasik tezlerine meydan okurcasına, inanç, biçim değiştiriyor.” Yani din, modern seküler toplumlarda henüz ömrünü tamamlamadı. Bilakis, yerine başka bir şey ikame edilemediği için, şimdi geri dönüyor. Ama yepyeni bir form alarak... Avrupa'da hem laik, hem dindar bir toplum ortaya çıkıyor. Berlusconi'ye gelince... İtalya tipi muhafazakâr siyasetin profilini merak edenler, ona baksın. akif.beki@radikal.com.tr YORUM YAZIN
|
|