Türkiye hayırlı bir dönemden geçiyorSemih İdiz yazdı...1930'ların Avrupası, insanlık tarihinde o ana kadar görülmemiş bir vahşetin yaşandığı 1940'lardaki gelişmelere yol açmasaydı, bugünün birleşik Avrupası acaba insan hakları ve demokrasi açısından eriştiği ortak düzeyi yakalayabilir miydi? Sonuçta, Voltaire'lerin, Schiller'lerin, Goethe'lerin, Rousseau'ların veya Erasmus'ların kıtası olması Avrupalıların 70 yıl önce sergiledikleri barbarlığı engelleyemedi. Demek ki bazı şeylerin anlaşılması için bazı şeylerin yaşanması gerekiyor. Bildik paradigmanın iflası Türkiye'de gelinen noktanın da bu olduğuna inanıyoruz. Burada Avrupa'nın barbarlığı ile bir kıyaslama da yapmıyoruz. Kendi gerçeklerimizin kapsamında konuşuyoruz. AKP'nin, alışılmış kalıpları yıkarak, demokratik yoldan iktidara oturması, askerin siyasete müdahale çabalarının yol açtığı olumsuzluklar, Ergenekon davası, Alevi açılımı, Kürt açılımı vs. derken, Türkler bugüne kadar ısrarla inkâr edilen gerçeklerle yüzleşmeye başladılar. İster laik ister dinci olsunlar, tutucu kesimler için bundan daha olumsuz bir gelişme olamaz tabii ki. Sonuçta alışılmış paradigmaların iflası kolay hazmedilecek bir şey değildir. “Yandık, yıkıldık, bölündük, çarpılacağız” söylemi de bundan kaynaklanıyor. Değişime karşı kesimlerden yansıyan “ülke kötü gelişmelere gebe” açıklamaları ise, sanki bir tespitten çok bir temenniyi içeriyor. Sonuçta, “benim olmayacaksa ölsün” düşüncesine yabancı bir ülke değiliz. Düşünce kalıpları kırılıyor Fakat kendilerini demokrasi ve insan hakları açısından gelişmiş bir ülkenin vatandaşı olarak görmek isteyenler için Türkiye aslında hayırlı bir dönemden geçiyor. Nedeni ise malum. Kemikleşmiş fakat çağdışı kalmış düşünce kalıplarının kırılmaya başladığı noktadayız. Bunun elbette ki sancılı boyutları var. Fransız devrimi aslında son derece barbarca bir olaydı. Ancak modern dünyanın temelini kuran da bu devrimdi. Türkiye ise bu değişimi barışçıl yoldan yakalayabilecek bir konumdadır. Son yıllarda yaşananların bize öğrettiklerine bakarsak ne dediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Bu gelişmelerle gelen “öğrenme eğrisi” şunları ortaya çıkarmıştır: 1- Demokrasi çoğunluğun “tahakkümü”ne dayanan rejim değil, azınlığın haklarının korunduğu rejimdir. 2- Askerin siyasete bulaşması demokrasilere zarar getiriyor. 3- Yasalar tek başına adaleti temsil etmiyor. Gerçek adalet ise herkes için gereklidir. 4- En ağır suçlarla itham edilenlerin dahi hakları vardır. 5- Kim olursanız olun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne siz de bir gün ihtiyaç duyabilirsiniz. 6- İnsanların anadillerini kullanmalarını engellemek adaletsizliktir. 7- Başkalarının telefonlarını dinlemek ayıptır. 8- Polis şiddeti, halka karşı işlenen bir cürümdür ve toplumsal bir patolojidir. 9- “Faşist” veya “ırkçı” olarak damgalanmak rahatsız edicidir. 10- Dersim veya Darfur gibi yaşanmış olan insanlık dışı gelişmelere arka çıkmak, milliyetçiliğin ve “mücahit dayanışmasının” patolojik boyutudur. 11- Kadına karşı şiddet ve töre cinayetleri ilkel barbarlığın doruğudur. Türkiye'de herkesin bu listede sıraladığımız ölçülerle sınandığı bir dönemden geçiyoruz. Böylece, “durdurulamaz gelişmelerin terbiye edici etkisini” yaşıyoruz. Ortaya çıkan yeni anlayış kalıpları, çıkarı olan belli bir kesim için olumsuz olabilir. Fakat halkın ağırlıklı kesimi için bunların hayırlı gelişmeler olduğuna inanıyoruz. haberturk YORUM YAZIN
|
|