Şeyh said isyanı ve mektuplar 1Şeyh said-i palevÎ, şeyh abdullah-ı melekanÎ ve faki hasan fehmi-i modonÎ'nin -şeyh said hareketindekürt aşiret reislerine gönderdiği mektuplar (1925)
Abdullah DEMİR / Yazar 13 Şubat 1925'de Piran'da ilk olarak ortaya çıkan Şeyh Said hareketiyle ilgili İstiklâl Mahkemesi kararlarına yansıyan kısa bir bilgiyi verdikten sonra Şeyh Said, Melekanlı Şeyh Abdullah ve Modanlı Faki Hasan Fehmi'nin Kürt Aşiret reislerine gönderdiği mektubların çevirisini vereceğiz. Bilindiği üzer Erzurum Kongresi'ne Doğu ve Güneydu Anadolu bölgelerini temsilen bazı kürt aşiret reisleride yer almıştı.Hilafet makamının devamı şartıyla ve eşit vatandaşlık esasına dayalı mevcut hükümete destek verilmesi vadedilmişti. Bununla beraber yeni hükümetin Hilafeti lağvetmesi ve İslamî geleneklere aykırı bazı icraatlara kalkışması sonucu dini hassasiyeti yüksek olan halkı tedirgin etmişti. Ayrıca, dini yönden temayüz etmiş olan bazı şahıslar da hükümetin bu icraatlarına karşı koymaya kendilerini mecbur hissetmişlerdir.Böylece, İç ve Doğu Anadolu'nun muhtelif yerlerinde isyan yönünde kıpırdanmalar başlamıştır. Şeyh Said harekete başlamadan bölgede nüfuzlu olan birçak aşiret reisi ve halkın ileri gelenleriyle toplantılar düzenlemiş ve düşüncelerini müzakere etmiştir. Düşüncelerinin merkezinde, İslamî gelenekleri hiçe sayan icraatların karşısında durulması bulunmaktaydı. İstiklâl Mahkemesi'nde yer alan kayıtlarda Şeyh Said'in bölgenin ileri gelen aydınlarıyla ve aşiret reisleriyle Hınıs'ta bir toplantı düzenlediği ifade edilmektedir. Eski Bitlis Millet Vekili Yusuf Ziya, eski Dersim Millet Vekili Hasan Hayri, Hasenan Aşireti Reisi Halid, Cibranlı Halid, Huveytili Hacı Musa, Şeyh Said ve kardeşleri ve daha birçok şeyh ve aşiret reisleri [10]Haziran 1924'de Erzurum'un Hınıs bölgesinde kapsamlı bir toplantı yaparak mevcut hükümete karşı bir ayaklanma hareketini başlatacaklarına dair bir istişare taplantısı düzenlemişlerdir.Bunu duyan hükümet yetkilileri harekete geçerek toplantıya katılanlar hakkında soruşturma açarak birer birer gözaltına alınmışlardır. Bitlis'te Divan-ı Harb-ı Örfi Mahkemesi (Sıkıyönetim Mahkemesi) teşkil edilerek tutuklu bulunanların birçoğunu idama mahkum etmiş ve infazlarını gerçekleşmiştir.Şeyh Said bu mahkemeye çağrıldı ise de hastalığı münasebetiyle mahkeme davetine icabet edemediğinden Hınıs'da ifadesi alınarak serbest bırakılmıştır. Hükümet tarafından takibata uğrayan Şeyh Said burada kendisine hayat hakkı tanınmayacağı ve sürekli rahatsız edileceği endişesiyle Hınıs bölgesinden çıkarak Göynük, Çapakçur, Genç ve oradan da Piran'a hareket eder. Şeyh Said gittiği her yerde mevcud hükümetin aleyhine propagandasını sürdürerek mevcut hükümete karşı kıyamın vacib olduğu yönünde halka telkinde bulunur. Kendi el yazısiyle yazdığı mektupta benzer ifadelerkullanarak halkı kendi görüşleri doğrultusunda ikna etmeğe ve davanın ehemmiyetine işaret eder. Şeyh Said'in bu telkinleri aşiretlerin ve bölge halkının nezdinde makes bulur. Böylece binlerce insanı etrafında toplamayı başarır. Ayaklanma başlamadan önce Piran'a doğru hareket eder ve kendisine yüzlerce kişinin refakat ettiği görülür. İstiklal Mahkemesi'nin verdiği rakama göre 11 Şubat 1925'de Piran'a vardığında 350 kişiden fazla aşiret ileri gelenlerinin kendisine eşlik ederek destek sözü verdiklerini yazmaktadır. Bu kitlesel hareketi gören hükümet tedricen de olsa tedbir almaya başlar ve Şeyh Said'i takip etmek için hafiyeler gönderir. Aynı zamanda ayaklanma hareketininçevre illere yayılmaması ve büyümemesi için merkezi hükümet 13 Şubat 1925'de takiple görevli jandarmaları Piran'a gönderir. Müfreze, asker kaçaklarını bahane ederek Şeyh Said'in etrafına toplanan şahıslardan bazılarını yakalamak isterler. Şeyh Said, jandarma komutanına:"Örf adetlerimizde herhangi biri bir aşiret reisinin maiyetine sığınmışsa hiçbir şekilde o aşiret onu teslim etmez" der. Şeyh Said hareketine ilk desteği Genç, Palu, Çapakçur, Hani ve Lice halkı vermiştir. Halkın çoğunluğu bu direniş hareketinde yer alarak genciyle yaşlısıyla maddi imkanları dahilinde hertürlü yardımı sağlamıştır. Ayaklanma hareketi kısa zamanda 3000 kişiye ulaşarak birçok cephelerde taaruz hareketleri başlamıştır.Şeyh Şerif, Elezığ cephesinde savaş vermeye uğraşırken Şeyh Said'de Diyarbekir cephesine yönelerek bir taraftan savaş varirken diğer taraftan aşiret reislerine mektuplar yazarak yardım ve destek talebinde bulunmuş ve ayaklanmaya katılımlarını talep etmiştir.Melekanlı Şeyh Abdullah ise Solahan, Göynük, Varto ve Hınıs cephesinde savaşarak söz konusu yerlerde tamamen hakimiyetini sağlamıştı. Şeyh Abdurrahim'de Ergani Maden Eğil bölgesinde hakimiyet kurmuştu. Şeyh Said ise 5000 kişilik bir kuvvetle 7 Mart 1925'de Diyarbekir şehrini muhasara altına almış. Ancak, daha önce tedbir alan hükümet mevcut askeri birliklerle beraber bazı aşiret halkının da desteği ile Şeyh Said kuvvetlerine karşı çıkmışlardır. Haliyle Şeyh Said taraftarları elinde yeteri miktar silah ve cephane olmadığı için askeri ve milis kuvvetlerine karşı mukavemet sağlayamayarak birçok zayiat vermiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu olayda Şeyh Said taraftarlarından 60 kişi esir alınmış ve epeyce ölü verilerek geri çekilmek zorunda kalınmıştır. Askeri birliklerden bir binbaşı, yedi subay, beş er ölmüş ve on beş erde yaralanmıştır. Bu yenilgiden sonra hükümet seferberlik ilan ederek Şeyh Said ve taraftarlarını yakalamak için geniş çapta operasyonlar başlatmış ve harekete katılanları İstiklâl Mahkemesi'nde yargılamak üzere Diyarbekir ve Elazığ'a sevk etmiştir. ŞEYH SAİD AYAKLANMASI Hamidiye Süvari Alayları Komutanlarından Cibranlı Binbaşı Kasım hatıratında Şeyh Said'in yakalanmasını şöyle anlatmaktadır: Haliyle -O dakikalarda ”evet” demekten başka bir söz olamazdı. Mevcudumuzla birlikte hareket ettik. Boglan Gediği yakınında akşam namazı oldu. Ben de şeyhlere: –Şu halde nöbetle bu işleri yapalım, böyle hareketleri ben daha iyi bilirim, ben gideyim, dedim ve ayrıldım. Kardeşlerim, hizmetçilerim ve üç-beş atlı daha katıldılar. İlerilerden iki saat sonra Muş ovasına geçmiş bulunuyoruz. –Yürüyelim mi? diye sordu. –Yürüyelim ama buradan köprüye tam altı buçuk saat yol var; halbuki sabaha dört-dörtbuçuk saat kalmıştır. Köprüyü gece geçemezsek, gündüzün etraftaki askeri müfrezelerden yakayı kurtaramayız. Aynı zamanda duyduğuma göre köprüye bombalar yerleştirmişler. Buna ne dersiniz, dedim. Şeyh Abdullah derhal: Şeyh Abdullah'ın adamları bu fikri tereddüt etmeden kabul ettiler. Diğerleri de köprüde bombaları duymakla telaşa düşerek onlarda tasvib ettiler. Fakat bir kısım Azlılar, “Palas köyü önünde Murad'ı geçitten geçebiliriz”, çünkü bugün oradan geçildiğini gördüklerini söylediler. Şeyh Said bana: –Nisan ayında, Muş ve havalisinde Murad nehrini geceleyin bir atlının geçtiğini masallarda bile kimse duymamıştır. Gündüzün öğleye kadar suların azaldığı ve ikindi zamanından gecenin sabahına kadar çoğalarak arttığını siz de ve hepiniz de bilirsiniz. Şeyh Abdullah müdahale etti: Bu suretle beni takviye etti. Şeyh bana sordu: Ben de: Şeyh Abdullah derhal “buna karar”, dedi. Şeyh Said de kabul etti.
Sabaha karşı, Varto'nun Habiban köyüne indik. Köyde kimseler yok, evleri işgal ettik, herkes uyuyor. Fırsattan istifade ederek 12. Fırkaya bir mektup yazdım. İki yerde pusu kurulmasını ve parolanın “mavzer” olarak bilinmesini uzun uzadıya bildirdim. Emin bir adamım vardı. Çağırdım: “Bu mektup Osman Paşa'ya verilecek. Ancak aksi bir durum olur da aldırmak istersem ‘doru at' diyene vereceksin” dedim. Beş dakikadan sonra Şeyh Said kapıdan: –Mahmud nereye gidiyor? –Asker anlamağa, dedim. – Gitmesin, gitmesin, dedi. Ve gitti. Fakat bir-iki dakika sonra, bir daha kapıdan: Buna muvaffak olamadım. Etrafta tepelerde gözcüler konmuş, etrafı gözetliyorlar. İkindi üzeri beni çağırdılar. Köyün kenarında akan incecik suyun kenarında şeyhler ve beyler oturuyorlar. Şeyh Said bana sordu: Cevaben: Bu sözümü bitirince, Kamil Bey şu cevabı verdi: Ben vaziyeti kaçırmamak için: Onlar bu münakaşadan sonra aralarında görüşmüşler. Akşam namazı vaktinde hepsi atlara bindiler, bulunduğum evin etrafına geldiler. Beni de çağırdılar, ata bindik gidiyoruz. “Nereye gidiyoruz?” dedim. Varto suyunu geçip Karaköy nahiyesine ve oradan da Hınıs'a kendilerini atmak amacında olduklarını anladım. Çamur deryasını geçerek Varto suyuna indik. Bu hareket esnasında Şeyh Abdullah ile beraber bulunuyorum. Başka bir geçide indik. Üç saat sonra arayarak bizi buldular, suyu geçip beş kilometre kadar yürüdük. Baltaşı köyünün tepesine çıktık, şafak ağardı. Hiçbir tertibat yok. Çarihor Tugay Karargahı yirmi dakika sağımızda. Varto bir saat mesafede solumuzdadır. Doğuya doğru gidiyoruz. Etraftan köylerden tek-tük işaret silahları atılıyor. Elimde dürbün, kuvvet gözlüyorum. Yola devam ediliyor. Akşam üstü Ispiryan köyüne vardık, kimseler yok. Akşam namazından sonra, göz göremez bir karanlıkta tekrar yürüyüşe devamla, iki saat, doğuda Melhemlü köyüne indik, orada sabahladık. Sabahleyin köyün güneyinde Murat Nehri üzerindeki yüksek tepeye gittik. Orada Murat'ın öte sahilinden bir köylüyü Şeyh Said buldu. Buna bir altın para verdi ve karşıdaki Kürtlerin gelip atlı geçidini kendilerine göstermesini söyledi. O yolcuyu bir aralık gördüm, kendimi tanıtdım. O köylünün geçid göstermesi bütün köy ve köylünün imhâsını mûcib olacağını ve hemen geçide gelip beklemelerini şâyed bunlar geçide inerlerse silahla men‘ etmelerini ben de asker beklediğimi söyledim. Yolcu Murad'ı yüzerek geçdi, Yarım saat sonra geçidin başına sekiz on atlı geldiğini gördüm. Dürbün elimden düşmüyor, ümidim kesilmiyor, fakat hiçbir hareket görülmüyor. Şeyh Said beyleri topladı, geçidi ve gelen atlıları göstererek dedi ki: “Evet” dediler. Bana: –Geçebilirseniz, geçersiniz, dedim. –Bu ne demek? Sen de bizimle değil misin, dedi. –Hayır! Ben gelemem. Çünkü on yaşımdan beri naz ve nimetiyle büyüdüğüm velinimetime nankörlük edemem. Bunca kan döktüğüm bu toprağı bırakıp, ta İran'a, Irak'a gidemem, dedim. Şeyh Abdullah: Şeyh Said biraz kızarak: Murad Nehri'ne doğru tepeden indi. Şeyh Abdullah ile ikimiz ve akrabamızla otuz kadar halk olduğumuz yerde kaldık. Şeyh Said kafilesi geçide vardıkları zaman, karşıdan silahlar atılmağa başlandı ve bunlar hemen geriye kaçtılar, silah sesleri devam ediyor. Şeyh Said ve bağlıları yanımıza geldiler. Kürtlerin nankörlüğünden ve hiyanetinden bahsetti. Akşama iki saat kalmıştı. Dadan, Varto yolundan askerin geldiğini söylediler. Dürbünle baktım, bir bölük atlı ve otuz kadar yaya beraberlerinde vardı. Bulunduğumuz tepenin beş kilometre kuzeyinde Kulubaba dağının eteğinden Darabi köyüne indiler ve oradan bir müfrezesi batıya, biri de doğuya hareket ettiler. Diğer kısmı köyde kaldı. Dürbünle bu hareketleri gözlüyorum. Beni çağırdılar. Şeyhler, beyler ayakta toplanmışlar, beni bekliyorlar. –Ne var, dedim. İki-üçü birden: Ben Şeyh Said'e baktım: –Teslimiyetle ne ümid ediyorsun? Bu teminatı alınca: Hemen: Akşam karanlığı basmıştı. Varto'yu istikamet aldık. Bir taraftan gecenin karanlığı ve çamurlar, sular; bir taraftan da beraberimizdekilerin büyük çoğunluğunda güvensizlik ve ihanet düşüncesi, diğer taraftan da muvaffak olup olmamak düşünceleri içinde yürüyüşe devam ediyor ve daima Şeyh Said'in yakınlarında bulunmaya çalışıyorum. Hınzor köyü yakınında bir suyu geçtikten sonra akrabamdan biri geldi. Oğnut beylerinin Şeyh Said'i kandırıp fikrinden vazgeçirdiklerini, doksan atlı ile kendilerinin Şeyh Said'i muhafaza edeceklerini vaad ettiklerini, artık Varto'ya gidip teslim olmak fikri kalmadığını, Şeyh Said'in de biraz ilerimizde olduğunu söyledi. Biraz sürat alarak yetiştim. Varto'ya birbuçuk saat mesafede tugay karargahı olan Çarihor köyüne yaklaştık. Varto yolu köyün kuzeyinden daha kestirme olduğu halde köye doğru iniyorlar: –Bu yol köye iner, yanlıştır yukarıdan geçelim, dedim. Şeyh Said: Köyü tamamıyla geçtik. –Buradan sağa dönüş yapmak lazımdır, dedim. Şeyh Said: –Bu kurtuluş değildir; ancak tehlikeye atıldık çünkü karşıda köylerin hepsinde müfrezelerin mevcud olduğunu bilirsin, dedim. –Evet, amma benim de Oğnut Beyleri gibi kahraman arkadaşlarım ve doksan atlı müfrezem var, dedi. Beraberimde kardeşim Reşid ile üç akrabam, bir de hizmetçi var, yani altı kişiyiz. İki kilometre kadar yolda hep yeminlerini hatırlatarak kendisine böyle bir hareketin yakışmayacağını ve bu yüzden de arkada kalan iki yüz kadar halkın ve akrabamızın ateşte bırakılması ve bunların öldürülmelerine sebebiyet verilmesinin dinen mühim bir sorumluluk olduğunu söyledim. Aldığım cevaplar hep olumsuzdur. Varto suyu üzerindeki Abdurrahman Paşa Köprüsünü şeyhin bağlıları ve beyleri geçtiler. Şeyh Said de atından indi, köprüyü geçmek istiyor. –Gitme, dedim. Dinlemedi. Atımdan indim ve beylerle avanelerine bağırdım: Seslendi: Yaklaştım. Şeyh Said bir kayaya arkasını vermiş duruyor, yeğen de yolunu çevirmiş duruyor. Şeyh Said'le tam karşılaştım. Elindeki mavzer silahını kalbimin üstünde gezdirerek: Ben namluyu sol elimle tutup, sola aldım: Silahı vermek istemedi, fakat öteki çekti aldı. Fişenk yanakta, silah tetikte idi. Orada yarım saatten fazla tartıştık. Netice itibarıyla fırka kumandanına yazı yazmamı uygun gördü. Şeyh Said'le üç kişi var. “Şeyh Said'i, Abdurrahman Paşa Köprüsü üzerinde tevkif ettim. Ufacık bir müfrezenin sûret-i ızâmı marûzdur.” (Rumi. 15 Nisan 1341/1925. Çarşamba ) Ben Şeyh'e gösterdim, ısrarından vazgeçmedi: Yazıyı hizmetçisi ile gönderdim. İki saat sonra Çarihor sırtlarında bir manga asker göründü. Biraz sonra da bize doğru geldiler. Uzaktan kimler olduğumuzu sorup anladılar. Zabit yanıma geldi: Şeyh Said'in, bir katır üzerinde heybelerde dörtbin altın parası vardı. Çarihor'a gidinceye kadar heybeler açılmış, altınlar ortada yok. Fırka kumandanı, istediğim müfrezeyi harekat şubesi müdürü yüzbaşı Ata Bey kumandasında göndermiş, köprüye gelmişler. Oradan da Çarihor'a geldiler. Paşa'nın bana hitaben sitayişkar yazdığı uzun mektubu verdi ve telefonlada paşa ile görüştükten sonra Varto'ya götürüldük. YORUM YAZIN
|
|