'Saadet Partisi'nde liderlik sorunu yok'Kurtulmuş; "Son zanlarda millilik, yerlilik meseleleri de çok tahrip edilmiştir. Yani bir tarafta, ‘Ulusalcılar'diye bir kanat var, diğer tarafta, ‘Uluslararasıcılar', enternasyonilistler diye bir kanat var." dedi...![]() 29 Mart Yerel Seçimlerinde yeniden yükseliş dönemine girdiğini kanıtlayan Saadet Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Numan Kurtulmuş, Hülya Okur'un sorularını HaberX okurları için yanıtladı. Kurtulmuş, Erbakan'ın aktif siyaste dönüşünden, Fakıbaba'nın seçim sonrası Saadet partisine geçişine; Yerel seçimlerin değerlendirmesinden, sonraki seçimlerdeki hedeflere; Recai Kutan ile ilişkilerinden, 28 Şubat süreci ve sonrasına kadar pek çok konuda görüşlerini açıkladı. İnançlı bir cumhuriyet subayıydı “dediğiniz İstiklal Savaşı gazisi Binbaşı Numan Kurtulmuş'un torunu olarak 1959, Ordu Ünye'de dünyaya geldiniz. Zahmetten, üzüntüden, hayattan neden kurtulup geldiğiniz söylendi size? Kurtulmuş soyadını dedemin Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlardan kurtulmak anlamında aldığını zannediyorum. Dedemi tanımadım hiç ve rahmetli babama bu Kurtulmuş soyadı nerden geliyor diye çok da sormadık. Bir de güzel bir soyadı. Çok fazla da bulunan bir soyadı da değil. Herhalde o badireli, sıkıntılı, zor, zahmetli dönemden kurtulup, ülkemin esenden çıkmış olmasının verdiği bir haleti ruh-iyeyle alınmış bir soyadı. Kurtuluş bile olsaydı güzel ki bu isimle sürekli telafuz karışması yaşanıyor Evet Kurtuluş da güzeldir ama Kurtulmuş daha azdır. “BABAM, ‘TOPLUMSAL STATÜSÜ SENDEN DAHA AŞAĞIDA OLAN İNSANLARA'BEY'DE!' DERDİ” Doktor olan babanız İsmail Kurtulmuş ise, Anadolu'dan getirilerek imam hatiplerde okutulan öğrencilere barınma imkánı sağlayan İlim Yayma Cemiyeti'nin 40 kurucusundan biri. Aynı zaman da Erbakan'ın üniversite dönem arkadaşı. Babanızdan size transfer olan en büyük özellik nedir? ![]() “KEŞKE ÇOCUKLARIMIN YETİŞME ÇAĞLARINDA ONLARA DAHA FAZLA VAKİT AYIRABİLSEYDİM” Para Kavramı işlenmeden büyüdüğünüzü belirttiniz, siz çocuklarınız için nelerden imtina ettiniz? Çocuklarınız İsmail Niyazi, Emir ve Ayşe..Hayatınızın sıralı bağları. Bu bağlarınıza nelerden ayrı düştüğünüzde daha çok sarmalandınız? ![]() “OKULDAN ATILMA SÜRECİNDE EŞİMDEN(SEVGİ HANIM) DAHA FAZLA ÜZÜLDÜM” Çocuklarınızla daha fazla ilgilenen eşinizle sizin ilgi durumunuz nasıldı? Eşiniz Kemal Alemdaroğlu rektörlüğündeki İstanbul Üniversitesi'nde doçentken başörtüsü dolayısıyla uzaklaştırılmıştı. Başörtüsü devrimi yapabilme arzunuzu doğurmaya tek başına bu olay yeter miydi? Hayır. Biz bunu bir hak ve özgürlükler meselesi olarak görmemiz lazım. Evet Sevgi hanıma karşı yapılan, en yakınımda olduğu için onun böyle bir haksızlıkla, zulümle karşılaşmış olması son derece yaralayıcı. Hatta şunu da söyleyeyim, o okuldan atılma süreçlerinde Sevgi hanım benden daha az üzüldü, benden daha az reaksiyon gösterdi. Ama sonuçta bu, bizim kişiliklerimizin ötesinde bir hak ve özgürlükler meselesi ve memleketimizin kanayan bir yarası. Bunu siyasi farklılıkları bir tarafa bırakarak ve siyasetin malzemesi yapmayacak bir şekilde, bu topraklarda yaşayan herkesin, özellikle kadınların hakları noktasında bakmak lazım ve bir çözüm üretmek gerekir. Ben şunu da ifade edeyim, sağolsun Sevgi Hanım, Profesörlüğüne az bir süre kala üniversiten uzaklaştırılmış olmasına rağmen özellikle benim siyasi kimliğim dolayısıyla bu meselede çok öne çıkmamaya gayret etti. Ola ki buradan siyasi bir tartışma konusu üretilir ve özellikle geniş, genç bir kitlenin, üniversite öğrencisi baş örtülü kızların hakkına karşı olumsuz bir tavır ortaya çıkar diye mümkün olduğu kadar dengeli hareket etti. Bu tabi bizim için çok üzücü bir şeydir, 16 yıllık bir üniversite öğretim üyeliği görevi son derece anti demokratik bir tavırla heba edilmiştir, emeklilik hakkı dahi verilmeden kapının önüne konuşmuştur. Bunun hiç bir akılla, vicdanla, insafla izah edilir tarafı yoktur. Bu insani tarafı. Bir de üniversite doçentlik çalışmaları çok zor aşamalar. Ben hatırlıyorum, Emir o zaman çok küçüktü, evde çalışma imkanımız yoktu, biz üniversitede beraber oturur, çalışırdık, geç vakitte dönerdik. Geç vakitte eve döndüğümüzde 1,5-2 yaşındaki Emir, yerlere atar kendisini ve annesini gördükten sonra dakikalarca ağlardı. Evet erkekler için de zordur ama kadınlar evleriyle de ilgilenmek zorunda olduklarından daha ağırdır. Bütün bunların yanında son derece anlamsız, Türkiye'de kişisel tahribatlara da yol açmış olan bir sorundur, özgürlük ve adaletlerin kısıtlanması sorunudur. “BEN SABIR KATSAYISI YÜKSEK BİR ADAMIM” Necmettin Erbakan liderlik profilinizi, “"Allah selamet versin, canıyla kanıyla çalışan bir parti. Saadet Partisi'ne oy veren herkes aynı şekilde bu davaya gönül vermiştir. Numan Bey de dahil!” diye tanımlamıştı. Sizin kendi profil tanımınızda bir çift güzel gözden başka neler var? En zor soru bu, insanın kendini tanımlaması zor. Ben sabır katsayısı yüksek bir adamım ama herkesi dinlerim, herkesi dinlemesini bilen birisiyim. Ta gençlik yıllarından itibaren fikren en zıt olduğumuz insanlarla dahi oturup konuşacak, anlaşacak zemini hazırlayabilirim. İnsanlarla anlaşamadığımız yerleri değil, anlaştığımız yerleri öne çıkartmasını bilirim. Bu kararı milletimiz verecek. Numan Kurtulmuş, milletin önünde bir kişi olduğuna göre, benimle ilgili müspet ve menfi analizleri milletimiz yapacak. “BİR SİYASETÇİ OLARAK BENİM AMACIM, ZORLA BİR DİNİN YAŞAYIŞI ŞEKLİNİ İNSANLARA BENİMSETMEK DEĞİLDİR. “ Kişilik özellikleriniz dışında siyasi tarzınızı da konuşalım istiyorum…İslam ve siyaset arasındaki ilişkide arabulucu rol oynadınız mı, siyaseti İslam'dan ayrı düşünemem diyebilir misiniz? ![]() “MÜSLÜMANLIĞIN EN TEMEL GÖSTERGELERİNDEN BİR TANESİ, ‘İNANDIĞIMIZ MÜSLÜMANLIĞIN ANTİ EMPERYALİST'OLMASIDIR” Evet ama karşı taraf çoğunlukla size oyunu dini inançlarına göre veriyor yada vermiyor..Şimdi Milli Görüş'ün Milli ibaresini biraz açalım…Seçim sürecinde siz de Muhsin Yazıcıoğlu gibi bir uçak kazası yaşadınız. Şanlıurfa havaalanında pistte bir kaza yaşanmıştı. Bu kaza basına yansımasa da ortak bir kaderi yaşamasanız da, milli görüş ve milliyetçilik çizgisinde ortaklıklarınız nelerdi? Ben eşim dahil kimseye söylemedim. Muş mitinginden özel bir uçakla geliyoruz…Urfa havaalanına indiğimizde, yağmurlu, kötü bir gündü, uçak inince sesler geldi, uçaklar sallandı, sonradan gördük ki, pistin tam ortasında trafik dubaları var. Uçağın pervanesi de bu dubalardan bir tanesine takılmış, uçu kırılmış. Orda kaldı, kimseye söylemedim ben, seçimlerden bir ay sonra değerli Belediye Başkanımız Eşref Fakıbaba'nın Saadet Partisine geçmesinden sonra bir grup arkadaşla birlikte Türk Hava Yolları uçağıyla gittik. Havaalanına iner inmez havaalanı görevlileri karşıladılar, baktık bizim uçak da duruyor, Havaalanı yetkilisi, Başkanım sizin uçak hala burada duruyor dedi ve böylece diğer basın mensupları ve eşim de buradan duydu. İlginçtir, pistin ortasında dubaların olmasını, bir türlü de çözemedik. Uçak şirketimiz de havaalanı yetkililerini mahkemeye verdi. Biz kendimizi tanımlarken dört maddeye dikkat çektik, Saadet Partisi yerli, milli bir partidir, buradan Saadet Partisinin dünyada ne olup bittiğini bildiğini bildiğini kastediyoruz ama asla yurtdışından esen rüzgarlara göre istikametini belirlemez. Saadet Partisi, ayakları Anadolu topraklarına basmayan, bu coğrafyaya, kendi medeniyet değerlerine basmayan hiçbir çözümü, çözüm kabul etmez. Bizim yerliliğimiz, milliliğimiz, bu toprakları bize yurt yapan bütün değerlerimizin tarih içinde bağlı olarak yeniden milletimizin insiyatifi üzerinde Türkiye ve dünya idealinin yansımasıdır. Türkiye'de son zamanlarda millilik, yerlik meseleleri de çok tahrip edilmiştir. Yani bir tarafta, ‘Ulusalcılar'diye bir kanat var, diğer tarafta, ‘Uluslararasıcılar', enternasyonilistler diye bir kanat var. Ulusalcılığın mahiyeti, Mehmet Akif'in, “Hakkıdır, Hakka tapan Milletimin İstiklal”lafından rahatsızlık duymak var. Böyle bir Ulusalcılık olmaz. Bizim anladığımız millilik, Mehmet Akif Ersoy'un anladığı milliliktir. Bize yeniden bağımsızlığı, istiklali kazandıran ruhun sahip olduğu milliliktir. Diğer tarafta böyle bir anlayışa sahip olanlar var. Bizim bunlarla hiçbir ortak tarafımız olamaz. Hak'tan, Hakka tapanlardan, milletin değerlerinden rahatsızlık duyanlarla hiçbir ortak tarafımız olamaz. Diğer taraftan yaşantısıyla, ilişkisleriyle dindar olan, alnı secdeden kalkmıyor olmasına rağmen-Efendim ne yapalım, Amerika, IMF, İsrail dünyanın bir gerçeğidir, bunlara tabi olmadan, bunların dediğini yapmadan bu bölgede ayakta duramayız ki gibi olağanüstü bir yenilgi psikolojisiyle hareket eden insanlarımız var. Biz dindarlığı da asla bu şekilde algılamıyoruz. Bu topraklarda yaşanan Müslümanlığın en temel göstergelerinden bir tanesi, ‘İnandığımız Müslümanlığın anti emperyalist'olmasıdır. Zaten eğer öyle olmasaydı biz Çanakkale'yi yapamazdık, İstiklalimizi kazanamazdık. Son zamanlarda kavramlar birbirine karışmıştır. “İNANMADIĞIM HİÇBİR ŞEYİ SÖYLEMEDİM” Toktamış Ateş'e göre , SP'nin başarısında sizin "İslamcı" görüntüsünü ve kimliğini, saklamaya çabalamanızın önemli bir rolü var. Gerçekten Milli Görüşün DNA'sına yönelik böyle bir girişim söz konusu mu? Ben hayatımda düşündüğüm hiçbir şeyi saklamadım, ne söylemek istediysem, söylediklerimden ibarettir. Herhalde siyasette Numan Kurtulmuş ismi etrafında pozitif bir algı ortaya çıktıysa bunun en temel nedeni de budur. İnanmadığım hiçbir şeyi söylemedim, inandığım hiçbir şeyi de eksik cümlelerle ifade etmedim. “SAADET PARTİSİNDE BİR GENEL BAŞKANLIK VE LİDERLİK SORUNU YOKTUR. “ 946 delegeden 924'ünün oyunu alarak Saadet Partisinin Genel Başkanı seçilmeden önce, 39 yaşında girdiniz siyasete. Fazilet Partisi'nin İstanbul kurucu İl Başkanı olarak göreve başladınız. En büyük amacınız partinizi zirveye taşımak mı, Milli Görüş çizgisini kaydırmamak mıydı? Ya da şöyle sorayım, partinizin mi, Milli Görüşün mü liderliğinde görüyordunuz kendinizi? ![]() “BUNDAN SONRAKİ AMACIMIZ 5,2'Yİ NASIL OLUR YÜZDE 10'A ÇIKARTIRIZ DEĞİL, BİZ BURADA NASIL BİR İKTİDAR PARTİSİ ORTAYA ÇIKARTIRIZ ÇABASIDIR.” Saadet Partisi'nin genel başkanlığı için Necmettin Erbakan'ın kararının Recai Kutan olmasına rağmen, milletvekilleri arasında yapılan gizli anketten, FP'nin İstanbul İl Başkanı olarak siz çıkıyordunuz. Tabanla lider arasında kalışınızı neye bağlıyordunuz? Bunların hepsi geride kaldı. Şu an da Saadet Partisi camiasında, yüzde 5,2 oy aldık ama bunun çok üstünde geniş kitlelerde Numan Kurtulmuş ismi arasında çok güzel bir iletişim kurulmuştur. Mühim olan budur. Bu seçim değerlendirmelerini yaparken şunu söyledim:”5,2 oy aldık ama bunun çekim alanı bunun belki de on katıdır. Yüzde 50 oy almış bir parti gibi kamuoyundan muamele görüyoruz. Ve Türkiye'de Saadet Partisi, artık iktidar alternatifi olan bir partidir. Bundan sonraki amacımız 5,2'yi nasıl olur yüzde 10'a çıkartırız değil, biz burada nasıl bir iktidar partisi ortaya çıkartırız çabasıdır. “RECAİ KUTAN İLE ARAMIZDAKİ İLİŞKİ HİÇBİR ZAMAN HİÇBİR ŞART ALTINDA BOZULMAYACAKTIR. “ ![]() Tabi. Bir kere Recai Kutan bey Türk siyasetinin örnek isimlerinden bir tanesidir. Herkesin bilgisine, olgunluğuna ve Türkiye sevdasına güvendiği bir isimdir. Denge isimdir. En zor şartlarda nasıl Genel Başkanlık yaptığını en yakın bilenlerden birisiyim. Kendisine takdir ve şükran hislerimizi her zaman bir büyüğümüz olarak ifade ediyoruz. O söylediğiniz devir teslim törenindeki güzel manzara Türkiye tarihinde belki bir ilk olmuştur. Ve bu aramızdaki ilişki hiçbir zaman hiçbir şart altında bozulmayacaktır. “SAYIN ERBAKAN, BİR TEK KONUDA DAHİ, “ŞUNU ŞÖYLE YAPSANIZ, BUNU BÖYLE YAPSANIZ”ŞEKLİNDE BİR İMADA BULUNMAMIŞTIR.” Abdurrahman Dilipak siz Genel Başkanlığa seçildiğinizde, geçmişi bilmeden geleceğe doğru nasıl yürüyecek bu genç adam? diye sormuştu. Yaşayıp gördükleriniz dışında kimlerden icazet aldığınızı söyleyebilirsiniz? Hayır yok. Biz demokraside icazet veren tek mekanizmanın millet olduğuna inanırız. Yani bir siyasi kadroyu iş başına getiren ve uzaklaştıran milletin iradesidir ve milletin iradesi dışında hiçbir iradeyi görmeyiz, kabul etmeyiz. Parti içindeki ilişkilere ilişkin soruluyorsa, bu 5 aylık süre içerisinde biz Başkanlık divanı olarak toplantılarımızı yapıyoruz, burada ben Genel sekreter arkadaşımıza alınan kararlar şunlardır diyorum. Bu kararları kimlerin ne zaman uygulanacağını tespit ediyoruz ve kararlarımızı uyguluyoruz. Seçim kampanyamızın adaylarımızın tespiti bütün bu süreçlerde partinin yetkili kurulları çalışmaları yürütür. Burada siyasi büyüklerimizle ilişkilerimiz ifade edilirse, bunlardan en çok bu davaya emeği geçmiş olan Sayın Erbakan'dır, Sayın Erbakan, inanın, bir tek konuda dahi, “Şunu şöyle yapsanız, bunu böyle yapsanız”şeklinde bir imada bulunmamıştır. Tabi ki Erbakan hocamız, siyasi büyüğümüzdür, gerektiği zaman kendisine danışır, fikirlerini alırız. İsminizi mevcut kadro içinde bir ‘Genç'in öne çıkarılmasından' ibaret gören Ahmet Taşgetiren'e göre ne kadar serbest bir alanda oynayacağınız merak konusu olmuştu. Gençliğinizin Milli Görüşe katkısı müspet yönde olduğu kadar ağırlığını yok eden bir anlam da katmış mıydı? Yok hayır, bunu benim değerlendirmem doğru olmaz. Bu değerlendirmede bulunanlar kamuoyundaki Numan Kurtulmuş algısına baksınlar ve partinin kadroları geniş çevresinde Numan Kurtulmuş algısına baksınlar. “BİZ VERMEYENE VERECEĞİZ, SEVMEYENİ SEVECEĞİNİZ, GELMEYENE GİDECEĞİZ, BÜYÜKLÜK BUDUR.” Erbakan ve sizin aranızdaki farklar sıralandığında bazı çevrelerce; Erbakan siyasi hayatı boyunca "Onlar ve Biz" tezini savuna geldi, Milli Görüş çizgisi dışındaki tüm hareketleri, kadroları, ekipleri yok saydı. Oysa Numan Kurtulmuş'ta böyle toptancı bir tavır yerine daha kuşatıcı, kapsayıcı, ihata edici bir hava gözlemlendiği söylenir. Hangisi Milli Görüş kaidelerine daha uygun? Milli Görüş dediğimiz şey, gizemli bir şey değil. Dört tane temel umremiz var. Bunlardan bir tanesi, yerli olmak, diğeri maneviyatçı olmak, antiemperyalist olmak ve bir diğeri özgürlükten, adaletten ve refahtan yana olmak. Tabi ki siyaset yapma tarzı zaman içinde değişebilir, üslup zaman içinde değişebilir ama Fazilet Partisinde iç kavgalar olduğu süre içinde de söylemiştim, benim ilkem hep o oldu, Mevlana'nın söylediği gibi, pergelin sabit ucu bu değerlerimizde sabit, diğer ucu tüm toplumu hatta tüm dünyayı kuşatacak kadar geniş yürekli olma mecburiyetimiz vardır. Biz vermeyene vereceğiz, sevmeyeni seveceğiniz, gelmeyene gideceğiz, büyüklük budur. “TSK'NIN GÜCÜ HİÇBİR PARTİNİN ARKASINDA OLAMAZ. HİÇBİR SİYASETÇİ DE TSK'DAN GÜÇ DEVŞİREREK SİYASET YAPAMAZ” Gelmeyene gideriz diyorsunuz ya bunlardan biri miydi acaba bu olay! Genelkurmay eski Başkanı Org. Doğan Güreş bir ziyaretiniz sırasında “Erbakan şimdikilere göre kat kat iyi”demişti. Saadet Partisi askerle ateşkesini yaptı mı sizce?Ya da yeniden iktidar gelse, askerle küskünlüğü sürer mi yada asker engeliyle karşılaşır mı sizce? Bugün 28 Şubat sürecinin içerisine dahil olanların bir kısmı bile, oh ne iyi yaptık demiyorlar. Onlar bile pişman olmuş durumdadır. 28 Şubat'ın Türkiye demokrasisine, Türkiye'nin genel gidişatına olumsuz etkileri olduğunu bir çok kimse ortaya koyuyor. Saadet Partisi açısından değil, bütün iktidarlar açısından bu durumu tespit etmek lazım. Bu memlekette TSK, Türkiye'deki Anayasal sistemin bir parçası. Bizim karşı olduğumuz mesele TSK'nın Türkiye'deki demokratik işleyişe müdahale etmesidir. TSK, bu toprakların korunması için var olan ve bunun için en güçlü şekilde olmasını istediğimiz, siyasetçiler olarak bunun için çaba sarfetmemiz gereken, Sanayi'den tutun da, ordusunun modernize edilmesine kadar bir çok alanda fikir üretmek zorunda olduğumuz bir kurumumuzdur. Kaldı ki Sayın Başbuğ'un, bizim yıllardır söylediğimiz gibi burası Peygamber ocağıdır. 60 İhtilali'ni de, 71 12 Mart'ını da, 1980 12 Eylül'ünü de, 28 Şubat'ını da 27 Nisan 2007'yi de Türkiye Cumhuriyetinin talihsiz dönemleri olarak görüyoruz. Bu müdahalelerde etkisi bulunan ordu mensuplarının da son derece yanlış yaptıkları ifade ediyoruz. Dolayısıyla burada kurum olarak karşı olmak yada barış içinde olmak değil, TSK'nın gücü hiçbir partinin arkasında olamaz. Hiçbir siyasetçi de TSK'dan güç devşirerek siyaset yapamaz. Eğer böyle yaparsa en büyük haksızlığı TSK ve Siyasetçiler yapıyor. Hiçbir siyasi parti, Türkiye'nin vatan savunmasının merkezi olan TSK'yı yıpratarak, onlar üzerinden negatif bir siyaset geliştirerek kendi siyasetinin önünü açamaz. Herkes yerini ve haddini bilecek. TSK, vatan savunması için milletin emrinde olan bir kurumdur, Türkiye'nin siyasi partileri de, Türkiye'yi yönetmek için milletin emrinde olan bir kurumdur. Böyle görüldüğü takdirde herkes kendi işini yapacak, kimse diğerinin işine müdahale etmeyecek. “BİZ AK PARTİNİN ZAAFLARI ÜZERİNE SİYASET YAPMAYIZ” ![]() Biz, hiçbir partinin (AK Parti yada başka parti) zaafları üzerine siyaset yapmayız. Biz kendi fikri gücümüz, kendi siyasi gücümüz, kendi teşkilat gücümüzle siyaset yaparız ve esas doğru, kalıcı olanın da bu olduğuna inanırız. ”HARUN GİBİ GELİP, KARUN GİBİ GİTMEYECEĞİZ”LAFI HÜKÜMETE UYARIYDI” 'Davos çıkışı' için Başbakan'ı ilk tebrik edenlerden biriydiniz. Peki Başbakan'a ‘one minute' dediğiniz, orda dur diye haykırdığınız noktalar hangileri? Bir kere birincisi IMF ile ilişkiler. Sayın Başbakan IMF ile ilişkilerini göz göre göre, hem de seçim meydanlarında tamam anlaşmayacağız demesine, bizim ikazlarımıza rağmen öyle görünüyor ki, IMF ile anlaşmayı yenileyerek ve mevcut yanlışlıkları derinleştirerek devam edecek. Herhalde burada durması lazım. Bir başka husus, genişletilmiş OrtaDoğu projesinin eş başkanlığıdır. Orada durması lazım. Türkiye'nin, bölgenin demokratikleşmesi için bir araç olarak algıladılar. Genişletilmiş Orta Doğu projesi bu bölgeye iç çatışmaları, işgalleri getirdi, bundan başka da bir şey getirmedi. Bu projenin Türkiye eş başkanlığını yapamaz, orada durması lazım. Yine bu hükümet iktidara gelirken en çok söylediği şeylerden bir tanesi yolsuzluk meselesiydi, mesela bizim”Harun gibi gelip, Karun gibi gitmeyeceğiz”lafı aslında bir uyarıydı. Durun bir dakika demenin çok açık bir uyarısıydı. Bu seçim kampanyası da göstermiştir ki, bu konuda bir Karunlaşma endişesi milletimizde fazlasıyla vardır. İktidarın bu endişeyi de ortadan kaldıracak çok köklü tavır değişikliklerine gitmesi gerekiyor. “BUGÜN AK PARTİYİ BENİM EN ÇOK ELEŞTİRDİĞİM NOKTALARDAN BİRİSİ, ALDIĞI YÜKSEK OYLARIN GEREKÇELERİNİ KORUYACAK BİR MUKTEDİRLİĞİNİN OLMAMASI” Ali Bulaç, Milli Görüşün başarısızlığa uğramasını, “İslam medeniyeti gibi iç dinamikleri iflas ettiğinden değil, birinci derecede "durdurulmuş olması"ndan, ikinci derecede aktörlerin yeni doğan şartlara muvacehesinde ideal politik ile real politik arasında denge kuramamalarından”şeklinde açıklıyor. Peki ya siz nasıl açıklıyorsunuz? Ben de konuşmalarımda ağırlıklı olarak bizim üzerimize düşenin dünyada küresel bir uygarlık krizin yaşandığı şu dönemde, Türkiye'nin medeniyet siyaseti icra etmek olduğunu düşünüyorum. Medeniyet siyasetini, muktedir siyaseti önemsiyorum. Dünya şu an sadece ekonomik ve siyasi krizle karşı karşıya değil 3 asırdır dünyayı yöneten medeniyet değerleri iflas etti. Bu ekonomi politikalarındaki, neoliberal politikalardaki iflasla görünüyor. Buradan çıkış yolu, daha paylaşımcı, daha hakkaniyetli, daha insaniyetli yeni medeniyet değerlerinin ortaya çıkmasıyla mümkün olacak bir süreçtir. Bu anlamda Türkiye, kendi cevaplarını evrenselleştirecek çabayı ortaya koymalıdır. Zaten bunu batı dünyası da gördüğü için 80'lü yılların ortasında medeniyetler çatışması tezi gündeme getirildi. Yani nasılsa biz hakimiz, etkiniz, güçlüyüz, hazır diğer medeniyetler bir cevap bulmadan biz diğerlerinin üstüne baskı kuralım, bunu medeniyetlerin çatışma ortamı sağlayalım, özellikle 11 Eylül terör olaylarından sonra kırılma sürecine sokulan süreç budur. Özellikle Müslüman dünyası üzerine “ İslam terörizminin” baskısı konulmuştur. (Irak işgali, Afganistan, Sudan işgali) Burada bizim tezimiz, medeniyetler çatışması değil, medeniyetler yarışmasını öngörmektir. Farklı medeniyet havzaları, insanların hayrına olacak şekilde kendi tezlerini geliştirmelidir. Batı dünyasında medeniyet çatışmasının arkasından hemen “Tarihin, dinlerin sonu”geliştirildi. Ve batının modern değerleri dışında ortaya koyduğu her şeyin sonunun geldiği söylendi. Böylece bununla insanlara, “bakın dünyada bir küresel sistem var, neoemperyal tezlerle bu sistem devam ediyor, sakın ha fazla ileri gitmeyin, o sistemin varlığını engellemeyin, size bırakılmış bu alanda değerler üzerinden siyaset yapmayın”deniyor. Neyin üzerinden siyaset yapacağız? Pragmatizm, yani çıkarların. Peki kimin çıkarı? Dünyayı yöneten egemenlerin çıkarı. Bu çıkarlarını yürütürken de bizim gibi siyasetçilere ufak bir hareket alanı verilecek. Eğer sen küresel beylerin çıkarlarıyla çelişmeyecek yerde durursan sen de siyasetini yapabilirsin'bunu söylüyorlar. Çıkarlar üzerine siyaset yapıp, egemenliğe dayalı bir dünya sistemini kabul ettiğiniz zaman(reel politik) o zaman geriye muktedir olmayan bir siyaset kalıyor. Yani evet çok oy alabiliyorsunuz. Bugün AK Partiyi benim en çok eleştirdiğim noktalardan birisidir. Son derece yüksek oy alıyorsunuz ama o oyların size veriliş gerekçelerini koruyacak bir muktedirliği ortaya koymuyorsunuz. Onun için seçim kampanyasında biz, “Fark var”sloganlarını kullanırken en çok milletin alkışını, iktidar olmakla, muktedir olmak arasında fark var!” dediğimiz zaman aldık. Gerçekten milletin bu farkı görmesi gerekiyor. Bizim siyasetteki temel anlayışımız, reel politiğe teslim olmadan, dünyanın gerçeklerini bilmek ve onun üzerinde Türkiye'yi nasıl güçlü muktedir bir ülke haline getirebilirizin mücadelesini vermektir. “SAADET PARTİSİ İKTİDARA HAZIRLANMA SÜRECİ İÇERİSİNDEDİR. “ 3 Kasım seçimlerinde alınan sonucu milli görüş tarihinin en kötü sonucunu olarak görmüş, teşkilat mensuplarının bunu sorgulayacağını ifade etmiştiniz. 5,2'nin bir de çekim alanı ver diyorsunuz ama 29 Mart seçimlerinin tatmin noktası neydi? ![]() “DEMİREL İLE SAYIN ERBAKAN ARASINDA SİYASİ POLEMİKLER OLMUŞTUR AMA HİÇ BİRİSİ BİR DİĞERİNE HAKARET ETMEMİŞTİ.” Kıt imkanlarla seçim kampanyası yaptık dediniz ama Rauf Tamer sizi Kampanya'nın en centilmen partisi ilan etmişti. Sizin ilkerinizin bütün partiye yansıdığını, miting meydanı ihtilafı'nda bile çok güzel duruş gösterdiğinizi yazmıştı. Bu seçimlerin yada önceki seçimlerin en yüz kızartıcı, bu güzel tabloyu bozduğunu düşündüğünüz bir olay yaşadınız mı? Kampanya sırasında da söyledim. Özellikle de iktidar ve muhalefet arasında konusuz, anlamsız, sokak kavgalarını hatırlatan , mahalle çocuğu üslubuyla sürdürülen tartışmalardır ve geriye baktığınız zaman da –ya bu adamlar ne dedi? diye sorduğunuzda hiç bir akılda kalıcı cümlesi olmayan, maalesef iktidar ve muhalefet çok kötü kampanyalar geçirmiştir. Geçmiş siyasetçiler içinde örneğin Süleyman Demirel ile Bülent Ecevit arasında, Özal'la Demirel arasında, Demirel ile Sayın Erbakan arasında siyasi polemikler olmuştur ama hiç birisi bir diğerine hakaret etmemişti. Bu seçim kampanyasının kayıplarından biri, iktidarla, ana muhalefetin üslubu zaman zaman yüz kızartıcı noktalara gelen anlamsız ve seviyesiz siyaset tarzıdır. “İSTANBUL'DA KILIÇDAROĞU- TOPBAŞ İKİLEMİ İÇİNE SIKIŞTIRILAN SEÇİM KAMPANYASI İÇİNE GİRMEK ÇOK ZORDU” 16 belediyeniz varken en az sekiz ya da on belediyede daha seçimi kazanmayı hedefliyordunuz. Hatta İstanbul için, “İstanbul'u yeniden kazanmak bizim için bir vefa bir namus borcu oldu”diyordunuz. Hedeflerinizi yeteri kadar yüksek tuttuğunuzu düşünüyor musunuz? İstanbul'la ilgili bunu 99 seçimlerinde söylemiştim ama o olmuştur. İstanbul'da bizim hedefimiz oylarımızı yükseltmek ve ilgiyle izlenmekti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımızın kullandığı üslup da İstanbul zaten Kılıçdaroğu- Topbaş ikilemi içine sıkıştırılan seçim kampanyası içine girmek çok zordu, burada Saadet Partisi bunu başardı. Halka sorduğunuz zaman üç aday vardı diye üç adayın ismini rahatlıkla söyleyebiliyor. Bu siyaseten önemli bir şeydi. Bunu İstanbul seçiminde başardık. Bu seçimlerde, evet, daha fazla ilde seçimi kazanmak mümkün olabilirdi ama Saadet partisi 15 ilde finishe giden parti olmuştur. Bunların içinde gönül arzu ederdi ki birkaç tanesi daha kazanılmış olsaydı. Bir önceki yerel seçimlere göre il ve ilçe beldelerinde iki katına çıkılmıştır. Ben gerçekçi birisiyimdir, hiçbir zaman uçuk, yukarıda, gerçekleşmesi hayal dahi edilmeyecek şeyleri söylemedim. Seçim sırasında bütün insanları motive etmek yerine ısrarla, bu seçimlerde işaret fişeği atılacak dedim. “TÜRKİYE'DE SADECE İKİ PARTİ YOK.” Geçen seçimlerde "Kendi partime oy versem işe yaramayacak, bari AKP'ye vereyim de onu güçlendireyim" diyen Saadet Partililer, sizin Başkanlığınızla rotalarını Saadet'e çevirdiler. Peki AK Partinin, Saadete verilen oylarla kıl payı kaybederek CHP'ye kaptırdığı yerler için bir sızınız oldu mu? Hayır olmaz. Nihayetinde seçime katılan bütün partiler bizim için birbirine, bize eşit mesafede olan partilerdir. Türkiye'de sadece iki parti yok. Zaten siyasete yapılacak en büyük kötülük de siyaseti iki parti arasına kitlemektir. Eğer siz iki parti arasına kitlerseniz, farklı fikirlerin, farklı çözümlerle gelecek partilerin önünü tıkamış olursunuz. Bu analizi son derece yanlış bulurum. Türkiye'de seçime katılan her siyasi parti legaldir, her aday da milletimiz tarafından oy verilmeye layık adaydır. Sonuçta seçim yapıldı, millet kimi seçmek istediyse onu seçti. “FAKIBABA'NIN SEÇİMDEN HEMEN SONRA DA SAADET PARTİSİNE GEÇMİŞ OLMASI SÖYLEDİKLERİNİN ARKASINDA DURABİLEN BİRİSİ OLDUĞUNU GÖSTERİYOR “ Az önce adını geçirdik…Seçimlere bağımsız olarak giren Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba'nın Saadet Partisine geçmesini, Che Guevara'nın, 'bir adamın yüzünde meymenet varsa onunla iş yapılır'sözüyle karşılamıştınız. Erdoğan ve arkadaşlarının gelenekten bağımsız hareket etmesine bakılırsa bu okula bağlı kalacak kişileri anlamak gerçekten bu kadar kolay mı? Bu politik olarak söylenmiş olmaktan öte hakikaten sevdiğim bir sözdür. Şunu kastettim, hesaplı olmayan, kafasının arkasında elli bin tilki dolaşmayan, söylediklerinin arkasında mertçe durabilecek olan intibasını vermişti Sayın Fakıbaba. Ve zaten seçimden hemen sonra da Saadet Partisine geçmiş olması bunu gösteriyor. Her hangi bir kimseyi eleştirmek için bunu söylemedim. Sadece orada aklıma geldi konuşma sırasında. Sonuçta bir müddet sonra insanlar hayat tecrübesiyle şunu anlıyorlar ki, hakikaten insanlar şeffaftır, baktığınız zaman arkasını görüyorsunuz. Bunları kastettim. İnşallah Fakıbaba, sonuna kadar Saadet Partisinin ilkeleri doğrultusunda, Urfa halkına güzel hizmetler edecektir. Ve sadece Urfa'da değil, o bölgede de bizim siyasetimizin gelişmesine katkı sağlayacaktır. 28 ŞUBAT SÜRECİNDE AYRIŞMA YAŞAYANLARIN SİYASETEN VE FİKREN ÇOK UZAK NOKTALARA GİDEBİLECEĞİNİ TAHMİN EDİYORDUK” AK Parti kuruluş aşamasındayken Tayyip Erdoğan'a eğer isterse ve partimiz de seçerse Genel Başkan olmalıdır, bu davayı birlikte yürütmeliyiz şeklinde "Milli görüşe dön" çağrısı yapıyordunuz. Bu davette bulunurken fazla mı iyimser mişsiniz? Fazilet Partisi kurulduğu gün, içinde tartışma başlamış olan bir partiydi. Ta o zamanlar öngörülerimin sonradan çıktığını gördük. Benim hep kalbimden geçen, bu geleneğin kendi içerisinde yenilenmesi mecburiyeti vardı. Bu çok doğal bir şey. 28 Şubat sürecinde ikilik bir ayrışma ortaya çıkarsa, ayrışan grubun siyaseten ve fikren çok uzak noktalara gidebileceğini de tahmin ediyorduk. Bu amaçla söylenmiş bir sözdür. Mühim olan o süreçte birlik ve beraberliğin sağlanmasını temin etmekti ve toplumumuzun önünde partimizin öne çıkan bir siyasi figür olarak da Sayın Erdoğan görünüyordu. Benim söylediğim sözün arkasındaki amaç, aman birlik, bütünlük bozulmasın bu süreci öyle geçirelim endişesiyle söylenmiş olan bir sözdü. “ADALET DUYGUSUNUN ORTADAN KALDIRAN BIR ÖZGÜRLÜĞÜ SAVUNMUŞ OLAN LIBERALLERI NASIL LIBERAL SAYACAĞIZ” Ahmet Hakan, "Saadet'ten neden bir şey olmaz?" sorusunun yanıtını 1970'lerdeki siyasi söyleme sarılacak kadar geriye gitmiştir” şeklinde açıklamıştı. Bu yenilikçi düşünceler de ona bir cevap niteliğinde. İşçilerin, köylülerin, işsizlerin, küçük memurların, dar gelirlilerin oluşturduğu, sosyal demokratların oyunu alan sol kesimin AKP'ye oy verenlerinde içinde olduğunu belirten Emre Aköz, Saadet de “antiemperyalizm, adalet, hakça bölüşmek, mazlum dayanışması diyerek solculuk yapıyor.” diyor. Peki gerçekten sol kırılır, Milli Görüş içinde kalır diyebilir miyiz? Bu tanımlar, 80'li yıllardan sonraki gelişme, dünyadaki emperyalist düşüncelerle gelişmiş olan ve neoliberal politikalar ve hemen arkasından 90'lardan sonra soğuk savaşın sona erdiği ve devam etmekte olan bu süreç, aslında siyaset biliminin geleneksel terimlerini de geçersiz kıldı. Bizim siyasetimizin merkezinde üç terim vardır: Özgürlük, adalet ve refah. Özgürlük kimin için? Herkes için, benim gibi düşünmeyenlerin de özgürlüğü. Adalet kimin için? Bana karşı olanlar içinde adalet. Refah kimin için? Bu toplumda yaşayan herkes için. Kendisini sol, sosyal democrat saydığı halde bu konularla ilgili hiç bir şey söylemeyen, işsizlerin, mağdurların, unutulanların lehine hiç bir şey söylemeyenleri biz nasıl sol sayacağız?Toplumda yüzlerce yılda oluşmuş olan değerlerimizin, geleneklerimizin hoyrat bir şekilde değişim sürecine atıldığı süreçlere karşı çıkmayanları nasıl muhafazakar sayacağız? Adalet duygusunun ortadan kaldıran bir özgürlüğü savunmuş olan liberalleri nasıl liberal sayacağız. Bu argümanların muhtevası değişmiştir. Şimdi insanlık özgürlük, adalet, refah temelinde herkese söz söyleyen yeni bir siyasi sesi bekliyor. Biz o sesin merkezi, adresi olmak mecburiyetindeyiz. TÜRKİYE'DE, ‘SANAYİ ÖTESİ DÖNÜŞÜM' LAFINI DA İLK KEZ BEN KULLANDIM Batı karşıtı, AB'ye Hıristiyan kulübü diyen, piyasa ekonomisi yerine 'adil düzen'i benimseyen Erbakan'a rağmen, Doktora teziniz ve ‘‘Sanayi Ötesi Ekonomilerdeki Dönüşüm ve Küreselleşme Süreçleri'' isimli kitabınızla, Piyasaların globalleşmesi ve rekabetin küreselleşmesi adına farklı yorum getirmiş olabilir misiniz? Yok hayır bu benim tamamen akademik bir çalışmamdı. Sanayi döneminin ekonomik yapılanmayı nasıl değiştirdiği, özellikle işçi-işveren ilişkilerini nasıl etkilediğini gösteren tezlerdi. Türkiye'de, ‘Sanayi Ötesi Dönüşüm' lafını da herhalde ilk kez ben kullandım, 1992 yılında. O gün doktora çalışmalarımızı da yaparken dünyanın bugün geleceği noktayı da öngörüyorduk. Bu küresel medeniyet krizi dediğimiz krize dünyanın sürüklenebileceğini görüyorduk, ne yazık ki bunlar da oldu. Onu politik analiz olarak almaktan ziyade ki, tabi ki içinde sosyal politika var, uluslar arası politikayla ilgili kısımlar da var ama sonuçta akademik bir çalışmaydı, siyasi bir çalışma değildi. Akademik, politik, kişisel çalışmalarınızın hepsinin takipçisiyiz. Yolunuz açık olsun Başkanım. YORUM YAZIN ![]()
|
|