Medeniyet ve mimarlık arasında şehirleşme-1Şehir planlaması ve yapılaşmayla ilgili görüşlerini kaleme aldığı makalede dile getiren Kalkınma Bakanlığı Müşaviri Yılmaz Ekinci, önemli tavsiyelerini de paylaştı. İşte o makale ve satır arasındaki mesajlar...![]() İslam'ın çevreyle, toplumla ve mekândaki yapılaşmayla ilgili söyleyeceği bir çok argümanı vardır. Günümüzde Müslümanların dünyada ve özellikle Türkiye'de başarısız bir şekilde hükmettiği alan şehirleşmedir. İnsan fıtratına aykırı inşa edilen mekânsal yerleşkelerin kainata ve sosyo-psikolojik durumumuzda meydana getirmiş olduğu tahribat ve rant olgusu, bütün kozmik dengeleri bozmaktadır. Şehirleşmeyi; beton, asfalt ve kat yüksekliğinde gören, yeşilliği; orta refüjlere ve parklara hapseden, ulaşımı; araç ve trafik endeksli olarak gören, düşünmeyi; resmi ideolojinin uyumluluğunda arayan, liyakati; hemşehrilik ve etnik yapıda gören, zenginliği; bilgi ve kültürde değil mülk sahipliğinde arayan, üretimi; bilgiden ve emekten değil ranttan ve tüketimden ibaret olarak algılayan, başarıyı; köşe dönmecilikte ve imtiyazcılıkta arayan, rekabeti; iyilikte, güzellikte ve kalitede yarış olarak değil çelme ve çamur atmada gören, haklı olmayı; adalette değil güçte gören, -tipolojik olarak zalimi alkışlayan ve mazluma hırlayan- bireyselleşmeyi; özgürlükte değil bağımlılıkta arayan ve her şeye “olur” edasıyla başını sallayan, inanmış gibi yapan ve sorgusuz bir şekilde sürüye katılan kişilerin veya devlet yöneticilerinin bize ve insanlığa ne kazandırdıkları ortadadır. Bu tip insanların himayesinde olan kurumların varoluşsal kaygısı; güzellik, iyilik, doğruluk ve paylaşım değil, kendisine tabi “nasıl bir insan yetiştiririm” edasıyla hareket ettiklerini her aklıselim görüyor. Böylece devlet denen aygıt hem kendi varlığını tehlikeye atıyor, hem de insanların mutlu olmasını engelliyor. Özetle; kendi mutluluğunu başkalarının mutsuzluğu üzerine inşa edenler, hem kendilerini hem de başkalarını mutsuzluğa sevk ettiklerini bir türlü göremiyorlar.
Şehirleşme, mekânsal alan üzerinde yapılan bir müdahaledir. Mekânsal alana yapılan müdahale bir bütünlüğe sahip değilse, orada dönüşen şeyler sadece maddi nesneler (binalar, yapı malzemeleri) değil, insan ruhu ve bilinci üzerinde derin etkiler bırakan ve bir anlamda insan hayatına yapılan bir müdahale olduğu da unutulmamalıdır. Şehirde yaşamakta amaç, yaşadığımız mekânları “güvenli ve yaşanabilir” olma özeliklerindendir. Yoksa günümüzdeki gibi konjonktürel ve ranta dayalı uydu kentler dikmek işi hiç değildir. Şehirleşme, mekanı güzelleştirme ve insanı doğayla hemhal kılma işlevine sahip özellikler bütünü olması gerekirken bunun yapılmadığı ve özellikle cumhuriyetle birlikte ranta tabi bir imar faaliyetleri zincirine dönüştüğünü görmekteyiz. Hâlbuki mekânsal yerleşim; psikolojik, sosyolojik, biyolojik ve ekonomik olarak insan hayatını etkileyen olgular zinciridir. Yerleşim yerlerini sadece beton binalardan ve araçlar için açılan yollardan müteşekkil bir alan olarak görülmemelidir. Yeni bir yerleşim yerine izin vermek veya planlamayı; sadece binalardan, yollardan ibaret görmek; insan ile kainat arasında kurulan ilişkiyi göz ardı etmektir. Beşeri, kültürel ve çevresel etkileri kapsamayan her planlama uğraşı, yeni sorunlara sebep olacağı açıktır. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini, sadece maddi nesnelere ve kişi başına düşen satın alma parametreleri olarak görmemek gerekir. İnsan ile yerleşim yerleri arasında kurulan ilişkiye bakmak gerekir. Medeni toplumların temel özelliği, yaşanabilir mekânlara sahip olmaları ve gelecek kuşaklara karşı yaşanabilir bir çevreyi bırakan toplum olmalarıdır. İnsanın çevresine karşı sorumluluğu, hayatın idamesi için bir zorunluluktur. Çünkü kâinatın varlığı, insana bağlı değil fakat insanın varlığı kâinata bağlıdır. İnsan, kâinatın genel dengesine uyumlu bir ilişki geliştirmekle sorumludur. Çünkü insan, kainatın estetiğinde ve imarında genel dengeyi korumakla görevli kılınmıştır (Hud Suresi 61.ayet) ve aynı zamanda bir din olarak İslam'ın çevrenin korunması hakkındaki uygulamalarına baktığımızda; dünyada ilk ekolojik yaşamın sürdürülebilirliğine ilişkin uygulamalarının “Mekke, Medine ve Taif” çevresinde (harem bölge/sit alanı) uygulandığını görmekteyiz. Bu alanda (sit) kan dökülmez, ağaç kesilmez, hayvanlar öldürülmez ve her şey koruma altına alınmıştır. Çünkü İslam, insanların kendi elleriyle yapıp ektiklerinin bir sonucu olarak doğadaki bozulmadan sorumlu tutulmuş ve yanlış uygulamalarının kötü sonuçlarını ona tattıracağını söyleyen bir dindir. Ranta, haksızlığa ve topraktaki mülkiyet olgusuna karşı olan İslam; kâinatta her canlının birbirleriyle bağlantılı etkileşim içinde olduğunu, hiçbir canlının diğer canlılarla bağlantısı olmaksızın yaşanmayacağı ve her canlının ekosistem için dinamik bir bütünselliğe sahip olduğu gerçeğini teslim eder. Güneşi, suyu, havayı ve yeşilliği önemsemeyen; asfaltı ve betonu yücelten, şehirleşmeyi sadece bu dar kapsama indirgeyen anlayış yanlıştır. Mekansal yerleşimi tüketim ve yatırım aracı olarak dizayn ettiğinizde, kent artık bir yatırım nesnesidir. Mekanın metalaşmasıyla birlikte geleneksel üretim, kültürel değerler, ekolojik yapı ve beşeri ilişkilerde yavaş yavaş ölür. Müstakil evlerden gökdelenleşmeye geçiş, insanın organik dünya ile bağlantısının kopmasına ve kendisinin diğer canlılardan tecrit olunmasına sebep olur. Her yere beton binaların dikilmesi, beşeri ilişkilerin ölümüne ve yaşamın zindana dönüşmesine neden olacağı unutulmamalıdır. Türkiye'de imar politikaları; kişiye, mülkiyet sahipliğine göre muhtevası değişen ve net yasal çerçevesi belli olmayan karışık bir yapıya sahiptir. Türkiye'de kentleşme olgusunun altında modernleşme düşüncesinin derin izlerini görüyoruz. Tektipleştirici ve hegemonik bir toplum tasavvurunun betonla, asfaltla ve plastik nesne sahipliğiyle cazip kılındığı marka kentler ekonomisinin propagandasının altında yaşıyoruz. “Marka Kent”, kapitalist iktisadi yapının bir unsurudur. Her şeyin alınıp satıldığı, metalaştırıldığı bu Marka Kentlerde kutsal mabedlerin yapımının bile tüketimle birlikte planlandığı ve bu kapsamda imara konu edildiğini görüyoruz. Büyüme, kalkınma, zenginleşme, konfor ve benzeri argümanların tüketim olgusunu kamçılayan faktörler olduğunu unutuyoruz. Yapılması gereken tüketim ekonomisine karşı kanaat ekonomisi, gökdelenlere karşı müstakil yapılar, binek araçlarına karşı bisikletli ve raylı sistemler, AVM'lere karşı trafiğe kapalı ve yeşilliği bol sosyal meydanlar; büyük mabet yerine küçük mescidler, her evin altında imar uygulamasının olmazsa olmazı haline gelen ve tüketim fetişizmini kutsayan bakkal mantığına karşı bedestenler, külliyeler durur iken, insan fıtratına aykırı yapılaşmalarının içinde debeleşmenin belediyecilikle ilgisi olmadığını artık görmemiz gerekir. YILMAZ EKİNCİ / yekinci07@hotmail.com
YORUM YAZIN ![]()
|
|