Şiddetin, iyiliği önlemek ve zarar vermekten öte, insan hakları temel özgürlüklerini etmesinin yanı sıra insan sağlığını olumsuz etkileyerek toplumların sağlık sistemleri üzerinde ekstra bir yük getirdiğini kaydeden Serin, şunları söyledi: “Toplumları incelediğimizde tarih boyunca şiddetin ilk sürüldüğü yer olarak kadının üyesi olduğu aile kurumu kaşımıza çıkmaktadır. Kadınlar cinsiyeti belirlendiği andan itibaren erkek egemen toplum yasaların geçerli olduğu bu dünyada erkeklerin davrandıkları cinsiyetçi bir düzen içinde özel yaşamlarında yâda kamusal alanda çeşitli şiddet olayları ile karşılaşmaktadır. Tarih boyunca kadın şiddet uygulama erkek otoritesinin dışa vurumunun yasal yollardan biri olarak görülmekte hatta desteklenmektedir. Erkeğe güçlü ve yönetici imajı çizerken, kadın baskı altında tutulur ve kadın çevresindeki olumsuz giden her şeyden kendini sorumlu tutmaya başlar. Böylece kendi içinde huzuru ve uyumu yakalayamaz. Hedefleri ve kendince önemliler için savaşacak gücü kendinde bulamaz ve her şeye evet der. Kadının çaresiz tavrı erkeğin şiddet uygulamasına katkıda bulunur. Buna tanık olan ailenin diğer küçük üyeleri ilk önce inanmama ve inkar ardından kayıp ve kaygı yaşayarak ebe beyinlerin davranışlarını model olarak alırlar ve bu kuşaklar arasında aktarılır ve ileride şiddet uygulayan veya uygulanan bireyler olmak için risk oluştururlar.”